30 Mayıs 2017 Salı

Üstad Necip Fazıl’dan.. DEVRİLEN AĞAÇ VE KAVRULAN NESİLLER..


 Yahya Düzenli

Üstad Necip Fazıl, günümüzden 70 küsür yıl önce bir ağaç ahengini/bütünlüğünü sembolize ederek (her cümlesinde olduğu gibi) manifesto niteliğinde yazdığı “Devrilen Ağaç” başlıklı muhteşem yazısında, ağaçla bir varlık idraki ortaya koyar ve “Dön de bak… Şu ağaca bak! Ve üzerinde düşün!”  der ve ağaç üzerinden insanoğluna varoluşa dair hatırlatma yapar: “Ağaç, bize, dünyaya geldiğimiz günden bugüne kadar içimizi dolduran anlama ve araştırma hırsının anatomyası biçiminde görünüyor. Gözlerimiz ona daldığı zaman, garip bir (röntgen) ışığı altında, ruhumuzun bin bir kollu iskeletini görmüş gibi ürperiyoruz. Sanki bu fevkalâde şahsiyetin hendesesindeki nizamla, içinde Allah’ın sırları yatan ruhumuzun hasret çektiği nizam arasında gizli bir anlaşma seziyoruz…

Ağaç, bir plândır; bir insanın, bir ailenin, bir zümrenin, bir cemiyetin ve bütün varlığın iç ve dış nizam davasını, madde üzerinde düğüm düğüm örgüleştirmiş, şekilleştirmiş bir plân..”

Ağaca dair bu teşbihten yola çıkan Üstad, yazısının sonunda, Tanzimatla başlayıp Meşrutiyetle devam eden ve Cumhuriyetle son darbe indirilen; tarihine, medeniyetine, iklimine yabancılaştırılma, inkar ve düşman olma cinayetlerini de ihtiva eden hükmünü koyar:

“Ağacın ne olduğunu anladın! Ağaçlar arasında en mükemmeli insan ve cemiyettir. Şimdi de başını tabiattan çevir, tarihe, bizim tarihimize döndür ve bak! Orada koca bir ağacı, dört asırdır, balta üstüne balta, yalnız yere devirmek, toprağa sermek ve belirttiği büyük vahdet ve nizam ölçüsünü kurutmak için çalışanları göreceksin!...”

Üstad’ın yetmiş küsür yıl önce ağaç üzerinden yaptığı bu tarihî ikaza rağmen, ne acıdır ki her gelen nesil, “eğitim ve kültür” adı altında terminatörler tarafından mahvedilmekte, irfan havzaları yok edilmekte, idrak melekeleri kurutulmaktadır!

Üstad’ın yukarıdaki ikazları, tarihin geçmiş hadiseleri nakletme işi olmadığı, onun yaşanan ve yaşanacak zamanlara dair önemli bir projektör ve yol gösterici olduğunu bilenlere çok şey anlatır. Ancak, tarihi ‘kış geceleri masalları’ veya avantür filmler dizisi zannedenlerin gafletleriyle Tanzimattan bu yana, özellikle de Cumhuriyetin son 70 yılında ve halen nesiller kavrulmakta, istikametsiz bir şekilde kavrulmaya devam edilmektedir.

Bu noktada gene Üstad’ın “Kalk Borusu” başlıklı yazısındaki canhıraş feryadlarını, feryatlar içinde tekliflerini, yapılması gerekenlere kulak verelim:

“İşte biz, nefsimize davaların davasını, suallerin sualini tevcih eden böyle bir âna; böyle bir mazi, hal ve istikbal hususiyeti içinde ve artık tek saniyelik bir tekevvün, şaşkınlığına bile imkan bırakmayıcı bir hız mevsiminde çatmış bulunuyoruz.

On asrın hesabını bir günde görmeğe kalkmak kadar çetin, girift, düğümlü bir dâvanın kaskatı iş ve ameliye plânında şifasını vadedecek hiçbir maddî yol bulunmasa da, ruhlarda bu tenbihi yaşatacak manevi aşılara namütenahi hazırlıkları yapılabilir.

Ruhlarda sımsıkı şuurlaştırılması lâzım tek hedefin, tek çığlığından ibaret tek ses:

-Yarınımız için bugünden ne düşünüyor ve ne yapıyoruz???

Bugünkü dünya faciasını uzaktan bile olsa seyredebilmek ehliyeti, ancak böyle bir kaygı ruhundan doğabilir.

Halbuki, her dâvanın başlangıcı, evvelâ tam, açık, samimî bir teşhis olduğuna göre hemen kaydedelim ki, biz, bütün külçemizi oturttuğumuz zemin üzerinde, dünya faciasının tesiriyle yana yatmaktan doğan bir muvazene sıkıntısı içinde, her maddenin aşağıya doğru kaydığını göre göre uykularımıza sadık kalmakta, nebatî ve hayvanî hayatımızı iştahla yaşamaktayız.

Çocuğum, çocuğum!
Yüreği ateş ve acı dolu çocuğum!

Ne olacaksak, ya bir ân içinde olmaya, yahut olmaktan vazgeçmeğe mecbur bulunduğumuz bir hengâmenin eşiğindeyiz!

Ve elbette ki, bir şey olacağız. Mutlaka aramızdan biri çıkacak ve bu yatakhanede, içinde alev fışkıran borusiyle “kalk!” borusunu çalacak… Beklediğimiz budur!”

Üstadın bu ikaz, haykırış ve feryâtları kime ne söyler? Kime hangi misyonu yükler?

İtikadı ifsad edilen, fikrî iptal edilen, ahlâkı imha edilen nesilleri göremeyen gözler ve iktidar mevkiinde olup da bu faciaları durduramayanlar, ruhu mahvedilen nesillerin katilleri değil midir?

İşe müdahil olması gerekenlerin şikayetçi ve nemelâzımcı olduğu, “dolandırıcı işgüzarlıklar”la vakit geçirdiği bir iklimde “nesillerin mahvoluşu”na seyirci kalanları tarihin vicdanına havale ediyoruz!  

“İşler zamanlarına rehinlidir” hikmetinden pay sahibi olarak, henüz yol bitmeden, her tarafını yangın sarmış nesilleri kurtarmak için “vakit o kadar geç ki erken sayabiliriz!”

Ağaç yaş iken, devrilmeden, kurumadan ona sahip çıkmak. En mühim mesele bu!

Üstad’ın tarihî sualiyle bitirelim:

“Bugün bir vücudu baştan başa sarmış umumî hastalık sebebiyle gözden kaçan mevzii illetler, yarın vücut sıhhate kavuşur kavuşmaz derhal kendisini göstermeyecek midir?

Bunu düşünen kimdir?”


(Hüküm Dergisi, Mayıs 2017)