Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com
"Şehir kültürü"nü oluşturan, onu ait olduğu medeniyete taşıyan, o medeniyetle bütünleştiren, ilişkisini sürekli kılan unsurlar içerisinde "müzik" önemli ve etkili bir yere sahiptir. Trabzon bu anlamda, modern zamanların dejenerasyon ve yokediciliğine rağmen müzik orijinalitesini muhafaza edebilen ender şehirlerden birisidir. Ancak; müziğin kullananın elinde bayağılaştırıldığı, sokağa düştüğü bir seviyesizliği de yaşamaya devam ediyor. Medyadaki bayağılaştırmadan tutunuz da, alanlar ve salonlardaki bayağılaştırmaya kadar Trabzon müziğinin (tabii beraberinde folklorünün de) giderek orijinalitesinin aşınmaya başladığını da gözlüyoruz.
Trabzon müziğinin her an "yeniden üretilebilecek", tahkim edilebilecek, zenginleştirilebilecek bir niteliği olmasına rağmen bu yönde hiçbir çaba ortaya konulmamış ve konulmamaktadır. Bunun sonucu Trabzon müziği; arabesk, pazar kaygısından başka bir kaygı taşımayan 'sokak ve sahne makinaları'nın eline düşmüş bir ucûbe müzik türü haline getirilmiştir. Oysa ki, uzun süre kalite ve seviyesini muhafaza eden "Trabzon müziği" bugün müthiş bir bozulma, yabancılaşma ve başkalaşmayla karşı karşıyadır. Bu da yetmiyormuş gibi, birdenbire maruz kalınan "kolbastı:kol baskını"yla Trabzon folkloru "ifsad"ın zirvesine doğru hızla tırmanmaktadır.
Ticarî ihtiras ve show malzemesi arasına sıkışmış bir "folklor değeri"ni düştüğü yerden kurtarmak ne yazık ki mümkün olamıyor... Hele de “nereye düştüğünüz” ve “düşürüldüğünüz”ün farkında değilseniz ve de bu halden şuh bir tatminlik duyuyorsanız, yapacak birşey yok.
Müziğin ve folklorun şehirle doğrudan organik bağı var. Bunların bir medeniyetin taşıyıcı ve sürdürücü ögeleri olduğunu düşündüğümüzde, müziği kaybetmenin, medeniyet sesini kaybetmeyle eşdeğer olduğunu da anlayabiliyoruz. Sesini kaybeden şehir dilini kaybetmiştir. Dilini kaybeden de dünyasını... Her şehrin “müzik dili”, kalitesiyle, çekim gücüyle kendisini diğer şehirlerden farklılaştıran bir ayrıcalığa da sahiptir.
Trabzon, bu anlamda “müzik dili” güçlü olan bir şehirdir. Ancak, müzik dilini üst seviyede tutmayı sağlayamamış bir şehirdir. Ritm kabiliyetinin yüksek ve güçlü olması nedeniyle, müziğini sadece ritme kilitlemiştir. Oysa ki; (henüz yazılmamasına rağmen) Trabzon’un sözlü müzik tarihine baktığımızda ritmle birlikte “melâl”in de ağırlıklı olduğunu görürüz. Yâni; derin, içli, hüzün yüklü bir damarın da Trabzon müziğinin derinlerinde varolduğuna şahit oluruz. Ne yazık ki bu damar bir türlü görülemiyor, ortaya çıkarılamıyor.
Günümüzde; Trabzon müziğinin icra edildiği en önemli enstruman olan "kemençe" yerine tedricî (aşamalı) olarak başka enstrumanlara yer verilmesi, giderek kemençenin "artık zamanı geçmiş" bir müzik aleti olarak addedilmesine sebep olmaktadır. Beraberinde de kemençenin eşlik ettiği folklorün yerine Trabzon'a ait olmayan, yerli köklerinden üremeyen 'yabancı' müzik ve folklor unsurlarının Trabzon'u işgal ettiğine de vurgu yapmak gerekiyor.
Kaynağı size ait olan ancak sahip çıkamadığınız, ciddiye almadığınız bir değer, ona sahip çıkanın malıdır. Trabzon’un horon ve kemençenin “yatağı” olduğuna kimsenin şüphesi yok. Bu bir mütearife. Yâni ispata ihtiyaç gerekmeyecek bir vakıa. Ancak, nerede doğmuş olursa olsun, bir kültür değeri hangi coğrafyada ve hangi topluluklarca sahipleniliyor ve içselleştiriliyorsa oranın ve onların değeri haline gelir.
Yeni doğmuş bir çocuğu öz annesinin ‘terketmesi’ne karşı, onu kabullenip sahiplenenin gerçek “annesi” olması hakikatinde olduğu gibi; kemençe ve horonları da “doğduğu yer”de sahiplenmek, yaşamasına imkân vermek, yaygınlaştırmak ve özenilir, model-örnek olarak sunulabilir bir hale getirmek gerekiyor.
Yeterince sahiplenmediğiniz ve yeniden üretemediğiniz, talep edilir hale getiremediğiniz, etkileme gücünü her an yeniden ortaya çıkaramadığınız zaman; "horon ve kemençe bizimdir" demenin hiçbir anlamı yoktur. Bu anlayışın "Bir zamanlar bizimdi" demeye, sonuçta da "Artık bizim değil"e çıkacağının idrakinde olmak gerekiyor.
“Trabzon ses havzası”nın bütünüyle müziği ve özellikle kemençesiyle mutlaka “koruma” altına alınması gerekir. Akademik düzeyde ciddi çalışmalar, köklerinden sapmayan yeni arayışlar ortaya konulmalıdır. Bu asla ‘ne idüğü belirsiz’ bir “sentez”e geçit vermemelidir. Aksi halde “orijinal” niteliği kaybolmaya mahkûm olur.
Trabzon folkloru bugünki haliyle patolojik bir bünyeye dönüşmüştür. Gerek şehrin, gerekse de derin vadilerin muhafaza ettiği müzik dili unutulmayla, yabancılaşmayla karşı karşıyadır. Önceleri, dışarıdan gelen folklor unsurları, enstrumanlar ve ‘oyun’ları kendi havzasında eriten ve dönüştüren Trabzon müziği ve folklorü; bugün tam aksine, dış unsurların etkisi altındadır. Hatta giderek onlara mahkûm olmaktadır.
Ne yazık ki; nelere "sahip olduğumuz"u ancak onları kaybettikten sonra anlayabiliyoruz. Tabii anlayacak idrak varsa !
Sözü, önümüzdeki Mayıs ayında Norveç/Oslo'da yapılacak olan 55 nci Eurovision şarkı yarışması'na Yunanistan'ın "Opa" isimli şarkıyla katılmasına getirmek istiyoruz.
Yüzyıllardır, belkide binlerce yıldır Anadolu coğrafyasının sadece "Trabzon"unda yaşayan Kemençe'ye ne devlet ne de yerel düzeyde sahip çıkamayanların, Yunanistan'ın Eurovision'a katıldığı parçada kemençeyi kullanmasına karşı çırpınması ve yırtınmasının da hiçbir anlamı yok. Aksine Yunanlıları tebrik etmek gerekiyor ! Bizim sahip olamadığımız, coğrafyamızda muhafaza edemediğimiz, uluslararası değere dönüştüremediğimiz ve tesir gücünü bile anlayamadığımız bir enstrumanı uluslararası bir müzik platformuna taşıdıkları için ! Demek ki Yunanlı’lar “kemençe”nin gücünün farkında ve Eurovision’a “olmazsa olmaz”ları olarak getiriyorlar.
Eğer “değer” bizim ise, değerimize “nasıl sahip çıkılması gerekiyorsa” öyle sahip çıkalım. Kendi elimizden çıktıktan sonra da hangi ellerde olursa olsun ona “sahip çıkılıyor olması”na niçin karşı duralım?
Dinleyenler ve izleyenler görecektir ki "Opa"daki kemençenin batılı formu da kullanılan kemençenin ve ezginin orijinalliğinden birşey kaybettirmiyor. Aksine "kemençenin sesi"ni öne çıkarıyor. Dikkatleri kemençe üzerinde yoğunlaştırıyor. Parçanın adı bile Trabzon folklorünün hareketliliğinden, ritminden esintiler taşıyor. Türkiye ise Eurovision’a Manga Grubu’nun “We could be the same” isimli İngilizce ve yerlilikle bağdaşmayan bir parça ile katılıyor.
TRT’nin sahipliğinde Türkiye’nin katıldığı Eurovisyon şarkı yarışmasında TRT’nin İngilizce sözlü “We could be the same” isimli parçayı seçmesinin gerekçesini de ‘yetkililer’ “Geleneksel tatta motiflerle süslenmiş İngilizce bir şarkı” diye tanıtıyor.
İdrak çıldırmasın da ne yapsın?
Müzik beğenisi yüksek Kayseri’li genç bir Avukat dostumla parçanın klibini izlediğimde, dostumun tepkisi aynen şöyle oldu: “Yunanlıların Opa’sı Türkiye’nin yarışmaya katıldığı Manga grubunun ‘We could be the same’inden daha çok bize yakın.. Yunanlılar, bu parçayla Eurovisionda derece alırlarsa bize verecekleri en büyük ders bu olur.”
Trabzon’lu olmamasına rağmen genç dostumuzun tepkisi mükemmel diye düşünüyorum.
Türkiye'nin "niçin katıldığı" meçhul ve bilinçsiz eurovisionlara, kendi müziğiyle değil de bizi hatırlatmayan ingilizce MANGAlarla katılması, bundan sonra "ne ile" katılması ve katılmaması gerektiğine dair de bir "ihtar" taşımalı. Tabi anlayana !
Yunanlıların “OPA”sından bizimkiler ibret almalı, dehşete düşmeli ! OPA’yı benimsediğimizden değil, kullanmaları gereken enstrumanları ‘bilinçli’ seçtiklerinden. Bizimkilere ise yönlerini hiçbir zaman “yerli”, “otantik” enstrumanlara dönmediklerinden dolayı esef etmek gerekiyor !
"Opa"nın Kemençe eşliğinde icra edilmesine Trabzon'dan tepkiler gelmiş. Tepkilerin dozu ve gerekçesi de ilginç. "Elimizdeki kıymete onlar sahip çıkıyor". "Yunanlılar kemençe ve horonu sahipleniyor." Şeklinde…
Trabzon'lu Bakanlara, siyasilere, bürokratlara, sanatçılara, vs.vs. lere rağmen Trabzon'un sahiplenemediği, benimseyemediği, ihraç edemediği bir folklor değerine Yunanlıların sahip çıkmasına verilen tepki de oldukça ironik ! Her zaman olduğu gibi hamasetin gölgesinde, aşağılık kompleksiyle yüklü tepkiler... Ne hikmetse, bizim “değer saymadıklarımız”ı Yunanlılar hep sahiplenir (!) Belki de bize mesaj veriyorlardır: “Değerlerinize sahip çıkın!”
Trabzon hangi değerine sahip çıktı ve onu misyona taşıdı ki "kemençe"sine sahip çıkabilsin !
2007'de Trabzon'da gerçekleştirilen Karadeniz oyunları, Trabzon folkloru için müthiş bir fırsat iken bu fırsat ne kadar kullanılabildi? Halbuki Yunanlı'lar 2004 Atina olimpiyatlarında da kemençe ve horona özellikle yer vermişler ve ilgi odağı oluşturmuşlardı.
Trabzon folklorü ve müziğine birileri sahip çıkmadan once ‘duyarsız’ olanların ortaya koyduğu tepkilerin bizce hiçbir anlamı yok.
Sahiplenilen bir değer, manâ ve muhteva; onu kabullenenin, onu doğru kullananın, onu taşıyabilenin, onu içselleştirenin zimmetindedir. Onu farketmeyenlerin, onunla ilgili "farkındalık" oluşturması mümkün müdür ki tepkilerinin bir değeri olsun?
Sadece Trabzon değil, bütün doğu Karadeniz şehirlerinde Üniversiteler olmasına rağmen hangi birisinde "karadeniz folkloru" ile ilgili ciddi ve özgün bir çalışma ortaya konulmuştur? Maalesef onlar da kemençe ve horon denilince "ayağa düşürülmüş" müzik imajına sahipler.
Trabzon için “derd”i olanlar, Trabzon’un tarihsel-kültürel-folklor malzemeleri için de dert sahibi olmalılar. Kemençe ve horonları bu bağlamda ‘sahip’lenmek gerekiyor.
“Değer”leri bir emlâkçinin “mülkiyet duygusu” gibi sahiplenmek onu alınıp-satılabilir düzeye düşürmektir. Trabzon’un “değer”leri ise emval ve erzak haline getirilemeyecek özgünlük ve seviyededir.
NOT: TRT’ye önerimiz: Eğer takas mümkün ise, Yunanistan’ın “OPA”sıyla Türkiye’nin “WE COULD BE THE SAME” parçasının acilen ve yarışmadan önce takas edilmesi (!). Çünkü OPA bize daha yakın duruyor !
(Günebakış, 7 Nisan 2010)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder