duzenliyahya@gmail.com
Edward Said “Oryantalizm” isimli
eserinin alt başlığında oryantalizmi “sömürgeciliğin
keşif kolu” şeklinde tanımlıyor. Bir kültür tarihçimiz de oryantalizm için “aydınlarımızın zihnini kuşatan vahim bir
ideoloji” diyor.
Oryantalizm, erken döneminde öncelikle Batının
Doğu imajı veya hayalî bir Doğu imal ve icadı, İslâm’ın başta itikad olmak
üzere, temel kavram ve kurumlarının bağlamından koparılarak yorumlanıp, yeniden
İslâm düşüncesine ihraç edilmesi amacıyla projelendiriliyor. İslâm’ın kadîm
ilim, irfan, kültür ve medeniyet birikimi ve sahih geleneğini tahrife yönelik
bir proje…
Osmanlı sonrasında Mısır başta olmak
üzere Ortadoğu’daki fikir temelli “arayış”lar, kendi referanslarından
kaynaklanan bir “tecdid” yerine, tam aksine, kendi kaynaklarını red ve rasyonalist
bir yaklaşımla reformist anlayışlara
saplandı. Bu kompleks ve saplantıyla, kendilerine sunulan oryantalist proje,
kendi kavram ve meselelerine yabancılaşan İslam dünyasının bazı ilim adamı ve
aydınlarınca kabullenip sahiplenildi.
Tarihî arka plânında ise… Kendilerine
İbn-i Teymiyye kaynaklı referanslar da bulan bu rasyonalist/reformist çıkışlar, Muhammed Abduh, Cemalettin Afgani,
Reşit Rıza ve takipçileri vasıtasıyla ehl-i
sünnet itikadını ifsad etmek yolunda konjonktürel bir yayılma alanı
bulmuştu.
Edward Said’in kitabında L. Massignon’dan
aldığı şu söz, oryantalizmin çıkışından günümüzdeki uzantılarına kadar etkisini
ve amacını ifade ediyor: “Onların her
şeylerini tahrip ettik. Felsefeleri, dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye
inanmıyorlar. Derin bir boşluğa düştüler. Anarşi veya intihar için olgun hale
geldiler.”
Üstad Necip Fazıl, bu bağlamda “Doğru
Yolun Sapık Kolları”nda şu tespiti yaparak konuyu çerçeveliyor ve açıklık
getiriyor: “İşte, 19. Asrın başlarında
İslâm’ın Doğru Yolunu sapık gösteren halimiz! Artık İslâm’a karşı kaynağı
sadece Hristiyanî bir (emperyalizm) davranışı başlar..
Bu hale mukabil memlekette, üstün inanışlar planında, ruh ve maddeyi
fethedici bir tefekkür platforması üzerinde, evvela İslam’ı arındırıcı sonra
onu iş ve harekette nakışlandırıcı bir şahlanış gösterilmesi yerine, mahkûmun
cellâdına aşık olması gibi, (mazohist) bir zebunluk ruhiyeti başını alıp gider
ve bu (mazohist)ler Batıdan yedikleri tokadın acısını İslâm’dan çıkarmaya
koyulurlar. Ve asla tutmaz ve kaynak kabul etmez iki dünya arası bir muvazaa tertibiyle
her tarafa ayrı tavizler verme kolunu teşkilatlandırırlar ki, bu kol sapıklar
arasında en öldürücü ve içinden boğucu olanıdır…”
XIX. ve XX. Yüzyılda altın çağını
yaşayan ve İslâm dünyasında yoğunlaşan bu oryantalist salgının başarısının
temelinde oryantalizmin mallarının yerli taşeronlar eliyle pazarlanması
yatıyordu. Büyük proje için yerli
işbirlikçi zihinler bulan oryantalizmin işi büyük ölçüde kolaylaşmıştı.
Çünkü XI. Yüzyılda başlayan Haçlı seferlerinden büyük ölçüde sonuç alamayan Batı,
bu kez Fanon’un deyimiyle “siyah deri beyaz maske” ile yerli oryantalist ortaklar bulmuştu.
Tanzimatla açılan kapıdan zahmetsizce giren
Batının virüsleri (modernlik adına sahih geleneğe açtığı savaşta) özellikle ve
ısrarla itikadî bünyemize musallat oldu. Ancak, bünyenin sıhhati kendilerine
yayılma alanı vermedi ve ifsatları lokal kaldı.
Gene Üstad Necip fazıl, İdeolocya
Örgüsünde “Yeni Müçtehid Taslakları”
başlığı altında bunların ifsatlarına işaret ediyor:
“Biz bu dâva peşinde, som iman ve bu som imanın bütün kâinatı
kuşatması için gerekli som fikriyat cephesinden, “Allah” demenin bile
yasaklandığı bir hengâmede, som küfre karşı hareket eder ve yaptığımız işi
şakaya benzetemeyip kakaya alanların türlü cevr ve cefası altında inlerken, birdenbire
gördük ki, o güne dek tahtakurusu sürfeleri gibi karyola tahtalarında saklanan
ve ortaya çıkamayan birtakım sözde Müslümanlık gayretkeşleri kasa açılmaya yüz
tutunca yuvalarından fırlamış, ardımızı tutmuş ve dâvamızı helâk edebilecek bir iklim yuğurmaya başlamıştır.
Bunlar, son yılların yeni müctehid taslaklarıdır ve bazı İslâmî
öğretim müesseselerinden bazı dergilere, kitapçılara ve kitabevlerine kadar
sirayet yolundadır. İşleri de İslâm’ı küfre karşı savunma değil, farkında
olarak veya olmayarak kendi içinde bozma, lekeleme ve çürütme… Küfür cephesinin
şaka diye alacağı ve gülümseyerek yol vereceği bir iş, bu…”
Günümüze geldiğimizde ise…
Onuncu sınıf kopya oryantalist tezler
veya malumatfuruşluklar diyebileceğimiz “tekerleme”lerle önceleri Ankara ve
İstanbul İlahiyat Fakültelerinde, bazı dergi ve yayın organlarında kümeleşen bu
oryantalist işportacılar,
kurtçukların mevsim şartlarının üremelerine müsait olmalarından dolayı
yuvalarından çıkmaları gibi bu kez Anadolu’da açılan üniversitelerin İlahiyat
Fakültelerinden de ifrazat dökmeye başladılar.
Günümüzde piyasaya sürülen Yeni Oryantalist
Projenin ana ekseni ve yörüngesi sahih ehl-i sünnet itikadını ifsat ve
yatağından saptırmak… Bunun keşif kolu
ve taşeronu da yerli İlâhiyatçılar…
Günümüzün oryantalist işportacıları İslam itikad tarihinde ne kadar sapık yol
varsa (Cebriyye, Cehmiyye, Kaderiyye, İbahiyye, Mürcie, Keramiyye, Müşebbihe,
vs. vs.) modern zamanlarda (kozmopolitizm, çoğulculuk, demokrasi, heterodoksi,
vs. adına) hepsinin sentezinden yeni bir kol olarak günümüzde tecessüm ediyor.
Özellikle kendilerine en uygun ifsat vasıtası buldukları TV’lerde her gün “Kur’an Müslümanlığı” adı altında ifsat
ve ifrazat kusan bu oryantalist işportacıların öfke, ihtiras ve
şehvetleri o derece köpürüyor ki; İslâm’ın bütün sahih kaynaklarına hücumda birbirleriyle
yarışıyorlar!
Ramazan ayı geldiğinde oldukça münbit
bir zemine yelken açan bu oryantalist
işportacılar, İslâm itikad zemininde hiçbir tartışma götürmeyecek bir
bedahette olan meselelere, örneğin; Ramazan’da imsak vaktinden teravih namazına,
Hz. Peygamberin miracına ve daha birçok konuyu tartışmaya açıp “orijinal bir
hazine keşfetmiş” sömürgeci iştah ve sinsiliğiyle boy gösteriyorlar. Tam da
batının oryantalist makasında tutmak istediği türden ‘kukla’ görevi yürütüyorlar.
Büyük oryantalist projenin zihinlerini
iğfal ve işgal ettiği “zaman ayarlı sömürge uleması”nın
görevini yerine getirdikten sonra artık nehrin kenarına atacakları idrakler bu
türdendir.
Bu yerli oryantalist işbirlikçilerin de
çabalarıyla günümüzün genç neslinin “ehl-i sünnet itikadı” diye bir
hassasiyetten koparılması projenin temel ayaklarından birisiydi ki, bunu kısmen
başardılar. Çünkü eski ve yeni neslin İslâmî derinlik ve kavrayıştan mahrum
olması sebebiyle günümüzde TV
oryantalistlerinin şehevî ve transparan söylemlerinin çekiciliği nisbî
de olsa etkili olabiliyor.
Genç nesle itikadî zehirlerini “Kur’an
Müslümanlığı” altında zerkeden bu oryantalist işportacılar ne yazık ki siyasî
iktidarın sesi ve ona yakın kanallarda ısrarla zehir akıtmaya devam ediyorlar.
İslâm’ın nezih ve steril bünyesine sinsi
bir virüs gibi girme aşamasından küstahça saldırı aşamasına geçen oryantalist “KUR’AN MÜSLÜMANLIĞI” projesi, 19.
yüzyıl oryantalizminin günümüzdeki itikadî versiyonudur.
Doğrudan söyleyelim ki, bugün kendi “heva ve heves”lerini “KUR’AN
MÜSLÜMANLIĞI” kamuflâjıyla perdeleyen oryantalist yerli misyonerlerin
hezeyanları ÇAĞIN VEBA’sıdır ve tek hedefi EHL-İ SÜNNET İTİKADI’nı ifsat
etmektir.
Farkında olarak veya olmayarak bu ifsat
projesinin taşeronluğuna soyunan çok sesli ifsat korosunun bilmesi
gereken şey; cinnet halinde müptela oldukları KUR’AN MÜSLÜMANLIĞI garabeti Batının orijinal oryantalistlerinin bile başaramadıkları büyük projenin taşra versiyonudur. “İslâm’ı
nakış gibi kalbinde değil, tasma gibi boynunda taşıyan nasipsizler”in “tazyi-i nefes”leri sadece kalemlerini ve
çenelerini yormaktadır.
Boşuna çabalıyorlar…. Çünkü tarih
boyunca kaynakları İbn-i Teymiyye başta olmak üzere ellerine su dökemeyecekleri
çapta suyun ‘öte yaka’sındaki avcıları bunlardan çok daha galiz biçimde ifrazat
dökmüştü. I.Goldziher, M.Watt, P.Hitti, E.Renan, R.A. Nichkolson, Massignon, W. Gibb, B.Lewis gibi.. Yâni, yerli
oryantalist taşeronlar ne kadar çabalarsa çabalasınlar hiçbir orijinallikleri
bulunmuyor. Orijinlerini borçlu oldukları kaynaklar zaten söyleyeceklerini söyleyip,
yapacaklarını yapmış ama ehl-i sünnet itikadını tağyir ve tebdil
edememişlerdir.
Oryantalizmin bir proje olarak ortaya
çıkmadan önce sahih ehl-i sünnet itikadına yönelik örgütlenmiş biçimde yapılan
saldırılara karşı başta İmam-ı Rabbani, İmam-ı Gazali olmak üzere birçok İslâm
büyüğü alim-mutasavvıf ehl-i sünneti müdafaa etmiş ve dokunulamaz bir hisar
olarak çerçevelemiştir. Çok daha sonraları Mısır’da Mustafa Sabri Efendi oryantalist
reformcuların tutarsız tezlerini reddederek çürütmüştür.
Ülkemizde ise 1940’lı yıllardan itibaren
Üstad Necip Fazıl bunlara karşı doğrudan cephe almış ve başta Büyük Doğu mecmuası olmak üzere,
“İdeolocya Örgüsü”, “Doğru yolun sapık
kolları” ve birçok eserinde bu ifsat cereyanlarını ele almış, sapıklıklarını
ortaya koymuş, temsilcilerini mahkûm etmiştir.
Üstad’ın “Bir şeyin vücut bulması, özünü
zıtlarından tasfiye etmesi, bu cehdi hiçbir ân kaybetmemesiyle kaim” diyerek
ölçüleştirdiği bu tavır, bugün ve tüm gelecek zamanlar boyunca takip edilmesi
ve yerine getirilmesi gereken bir mes’uliyeti ihtar ediyor.
Yazımızı Üstad Necip Fazıl’a bitirelim:
“İslâm’da sapık yollar hiçbir zaman payidar devlet ve cemiyetini
kuramamıştır. Ne kitap tahrip edilebilmiş, ne sünnet bozulabilmiş, ne de dalâlet
bütünleştirilebilmiştir. Sapık kolların ortasında doğru yol, daima olanca görünürlüğü
ile binbir ıstırap içinde devam etmiştir. İslâm’da Yahudilik ve Hristiyanlık
mezhepleri gibi, her biri ayrı ayrı batıl mezhep çatışmaları içinde “sünnet ve
cemaat ehli” hükümranlığını itikatte kaldırabilecek hiçbir cereyan kendisine
deryaya ulaşıcı bir kanal açma imkânını bulamamıştır.”
Ortadoğu’yu kan gölü haline çeviren çatışma
ve savaşların nihaî hedefinin de ehl-i
sünnet itikadına karşı görünenin ötesinde, haçlı seferlerinden daha şedîd
ve derin bir zihnî/itikadî ifsat ve
ilhad olduğuna da vurgu yapalım.
(Hüküm Dergisi, Temmuz 2015)