Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com
duzenliyahya@gmail.com
Rahmetli
muhakkik-mimar Turgut Cansever, hayatını şehir ve mimariye adamış bir misyon adamı olarak bir ömür “dertli” yaşadı.
Mimar ve tefekkür adamı olarak, maalesef kendisinden istifade edilmemiş bu “büyük
değer” vefatından sonra da “bıraktığı eserler”le yaşıyor. Ancak, hem yaşarken hem
de vefatından sonra fikirlerine ve eserlerine hak ettiği itibar ve ilginin
gösterilmediğini kesinlikle söyleyebiliriz.
Birkaç nesli içine
alacak süredir yerelde ve 12 yıldır da devlet yönetiminde “tek parti
iktidarı”nı yaşamamıza ve TBMM tarafından kendisine 2007 yılında “Üstün Hizmet
Ödülü”, Cumhurbaşkanlığınca 2008 yılında mimari alanında “Kültür ve Sanat Büyük
Ödülü” verilmesine rağmen, iktidar sahipleri, ne yazık ki, asla Cansever’in
“şehir ve mimari” endişelerine, feryatlarına, tekliflerine, eserlerine asla dönüp bakmamışlardır.
Öyle anlaşılıyor ki;
verilen ödüller, verilenlerce “eserlerinin
takdir edildiği” masumiyeti, verenlerce de “dostlar alışverişte görsün”
türünden bir medyatik gösteri hüviyeti taşıyor.
Oysa Cansever’in bir
söyleşide Konfüçyüs’ten yaptığı bir alıntı, kendi fonksiyonuna da önemli vurgu
yapıyordu. Cansever’in diliyle şöyle diyordu Konfüçyüs: “Eskilerin büyük bilgisi(hikmet)
kaybolduğundan beri, insanlık çok büyük ıstıraplar ve felaketler yaşıyor.
İnsanlığı, yaşadığı bu ıstıraplardan ve felaketlerden kurtarabilmek için
eskilerin büyük bilgisini yeniden ihya etmeye teşebbüs ettim.”
Cansever bu sözü naklettikten sonra diyor ki: “İnsanların
büyük bilgisini, yani insanlara büyük saadet sağlamış olan İslamiyet’in o
saadeti sağlayan bilgisini (hikmeti), hayata geçirmemiz gerekiyor.”
İşte
Cansever’in fonksiyonu da burada ortaya çıkıyor. Cansever, ömrünü “şehir ve
mimari”de “bilgisini/hikmeti hayata geçirme” misyonuna vakfetmiştir.
Tarih,
medeniyet ve değerlerimize sahip çıkmayı temel referans noktası alma iddiasını
sürekli dillendiren bugünkü iktidar sahiplerinin hikmet sahibi Cansever gibi
bir değere karşı bu korkunç ilgisizliğine örnek olarak ülkemizin şehir ve
mimarî geleceği için müthiş bir trajik olaydan bahsetmek istiyorum.
Öyle
bir olay ki; Ülkemizin bir tarihî kavşakta rastladığı fakat körlüğünden dolayı göremediği bir muhakkik mimar ve kaçırdığı tarihî fırsat ve imkan, önümüzden akıp giden bir nehirden
su almayı akıl edemeyecek bir idrak tutulması.. Öyle bir idrak
tutulması ki; Allah’ın lütfettiği şifa verici bir hekime “ben ölümcül hastalığıma razıyım.” demekle eşdeğer bir intihar!
Cansever, 12 Mayıs 2003 tarihinde
“İstanbul Deprem Çalışma Grubu” ve “Ev ve Şehir Vakfı” adına kendi imzasıyla
iki sayfalık bir ön yazı ile Başbakan Tayyip Erdoğan’a “Afet yasası hükümleri çerçevesinde depremden zarar görecek nüfusun
yeni şehirlere yerleştirilmesi amacı ile uygulamaya konulacak Pilot Şehir ve
Örnek Yerleşme Modeli için Arazi Tahsis Talebi” konulu iki kitap halinde
ayrıntılı bir rapor sunar. Bu rapor 1999 Marmara ve Düzce depremlerinden sonra
Turgut Cansever başkanlığında çalışma grupları halinde 58 kişilik bilim adamı
ve uzmandan oluşan heyetçe hazırlandı (Raporların tam künyesi şöyledir:
İstanbul Deprem Çalışma Grubu, Yıkıcı
Depremden Etkilenecek İstanbulluları Yeni Şehirlere Yerleştirme Projesi Ön
Raporu, T. Cansever (Yön.), Erkam Matbaacılık, İstanbul 2001; İstanbul
Deprem Çalışma Grubu, Yıkıcı Depremden
Etkilenecek İstanbulluları Yeni Şehirlere Yerleştirme Amaçlı Proje Önerisi:
Pilot Şehir Uygulama Raporu, T. Cansever (Yön.), İstanbul 2003).[1]
Ancak bugüne kadar bu raporla ilgili
hiçbir şey yapılmamıştır. Raporun akıbeti ise meçhuldür. Eğer Başbakanlık koridorlarında kaybolmamış
veya muhtemelen havale edildiği şimdiki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda şehir
ve arazi mafyası müteahhit-bürokrat-siyasetçilerce imha edilmemişse niçin
bugüne kadar ortaya çıkarılmamış ve gereği yapılmamıştır?
Mevcut iktidarın devrim olarak
niteleyerek başlattığı ve halen İstanbul’da hızla devam eden “KENTSEL DÖNÜŞÜM”
uygulamalarında yol haritası olması gereken Cansever’in “Yeni Şehirlere
Yerleştirme Projesi Ön Raporu” ve “Pilot
Şehir Uygulama Raporu” raporu başlıklı iki kitabının akıbeti ne olmuştur?
Meselâ 6 Mayıs 2011
tarihinde yapılan “Avrupa Ödülü Kazanan Kentler Birliği Genel Kurulu ve Gençlik
Komitesi Toplantısı”nın açılış konuşmasında Başbakan Tayyip Erdoğan,
Cansever’in şehir tanımına ilişkin “Şehir, Merhum Mimar Turgut Cansever’in
ifadesiyle, ahlakın, sanatın, felsefenin ve tefekkürün geliştiği, insanın en
üst düzeyde varlığın anlamını tamamladığı ortamdır” diyor.
Başbakan konuşmasının devamında “Eğer
medeniyet yoksa, şehir de yoktur. Şehir yoksa, biliniz ki medeniyet de yoktur”
diyor. Bu ifadeler müthiş bir tarihî derinliği, şehir ve medeniyet idrakini
gerektirir. İşaret edilen ise bizzat Turgut Cansever’dir.
Peki, Başbakan, bunları ciddiyetle söylemesine ve ciddiye almasına
rağmen; ahlakın, sanatın, felsefenin ve
tefekkürün bir ifadesi olarak Cansever’in ekibiyle birlikte titizlikle
hazırladığı sözkonusu rapor-kitaplar niçin ortada yoktur?
Başbakan’ın söylemindeki “medeniyet ve
şehir” ifadeleri, eğer protokol gereği söylenmiş değilse, bunun devamı niçin
getirilmemiş, gereği niçin yapılmamıştır ?
Le Corbusier’in Atatürk’e verdiği rapor…
Ülkemize birkaç defa gelen Le Corbusier, Cumhuriyetin ilk yıllarında
İstanbul’un yeniden planlanması için Atatürk tarafından teklif götürülür.
İstanbul’un tarihî dokusunun bozulmaması gerektiğinden yola çıkarak ciddi ve
kapsamlı bir rapor-kitap yazan Le Corbusier, raporuyla ilgili hiçbir cevap ve
bilgi alamaz. İstanbul’un imarının başka bir yabancı mimara verilmesi üzerine
Le Courbisier 1948 yılında bir söyleşisinde şunları söyler: “Hayatımda yaptığım en büyük hata Atatürk’e
yazdığım mektuptur. Eğer, ‘İstanbul’u bu dokusu ile bırakın, imar planı
yapmayın, bu şehir tarihî koku taşımalıdır’ gibi aptal bir gafı yapmasaydım, şu
an dünyanın incisi olan o şehrin imar planını ben yapıyor olacaktım.”der.
18.3.1933 tarihinde Dışişleri Bakanı imzasıyla Cumhurbaşkanlığı’na
yazılan yazıda; “Maruf şehir
mimarlarından Le Corbusier’in Reisicumhur Hazretlerine takdim edilmek üzere
Paris Büyükelçiliğimize tevdi ettiği bir mektup ve iki katalog ile üç kitap
paket halinde takdim edilmiştir.
İstanbul’un tarihi çehresini ve
hususiyetlerini muhafaza etmek şartiyle asri ihtiyacata tekabül edecek bir
tarzda imarına öteden beri alakayı mahsusa gösterildiğini ve bunun için de
şimdi hakiki masrafından başka maddi bir menfaat beklemediğini mektubunda beyan
eden mümaileyh İstanbul’un imar planını yapmasına müsaade ricasında
bulunmaktadır.
Bu
hususta kendisine verilecek cevabın lütfu isarını rica ederim, Efendim.
Hariciye
Vekili”
Bu yazıya ne cevap
verilmiştir bilinmiyor. İstanbul’un imarının başka bir mimara havale
edilmesinden de anlaşılıyor ki, Le Corbusier’in raporu kabul görmemiştir.
Prof. Uğur Tanyeli bu
olay için “Mimar, Atatürk çağında İstanbul planlaması için çağrıldığını, ama tarihsel
yarımadayı dokunulmaksızın koruma öğüdü verdiği için dışlandığını anlatır.
Kendi iddiası, ülkesinde radikal devrim yapan birine ülkenin en büyük kentini
yüzyılların tozu toprağı ile bırakmayı salık vermesi, işi de bu yüzden Prost'a
kaptırmış olmasıdır. Ne var ki, o sırada İstanbul planlaması için teklif vermek
üzere çağrılanlar arasında onun adı yoktur.” diyor.
İlginçtir ki, her iki mimarın raporları da aynı akıbetle neticelenir.
Cansever’in
şehri, pilot şehir
Türkiye, tarih ve medeniyet iddialı –hem de yerli- bir iktidar eliyle
yüzyılımızın Mimar Sinan’ı denilebilecek “tarih, medeniyet, şehir” idrakinin
zirvesinde bir muhakkik mimarın tekliflerine, projelerine, raporlarına kulak
tıkıyor, yani REDDEDİYOR!
Tarihin asla affetmeyeceği bu vahim aymazlığın ve sığlığın (şehir
katliamlarına yol açan) VEBALİ mevcut
iktidarın üzerinde kurşundan bir yük gibi dolaşacaktır.
Bir yıl önce yazdığım şehir yazılarından
birisinde “TÜRKİYE ŞEHİRLERİNİ KAYBETTİ!” başlığıyla “Medeniyet idraki yok ki, şehir tasavvuru olsun!” demiş ve “İhanete varmış müthiş bir ilgisizliğin
olduğu bir ülkede şehir ve estetik idraki olanların son on yıldaki yapılanlardan
yola çıkarak herhangi bir şehrimizde ilk bakışta görecekleri şey dehşet bir
“katliâm tablosu”dur. Devlet aygıtı TOKİ ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
hiçbir zaman “Nerede hata yaptık ve yapıyoruz?” diye sormamışlardır ve sormak gibi bir dertleri de yok. Son
yaşanan depremin yıkıntılarından yeni bir şehir modeli ortaya koymak mümkün
iken, medeniyet ve şehir idrakinin olmaması nedeniyle bu fırsat da büyük imkânlarla
heba edilecek görünüyor” şeklinde ifade etmiş; devamla da “…şehirlerimizin bir zamanlar olduğu gibi
“masal şehirler” haline getirilmesi mümkün iken, bu imkân devlet ve TOKİ eliyle
heba ederek şehirlerimiz “maraz şehirler” haline getirildi.” demiştim.
Siyasî İktidar tarafından imkân ve
fırsatlar öylesine kaçırıldı ve heba edildi ki, bu saatten sonra “tarih,
medeniyet, şehir, mimarî” derslerine çalışmaları için ne idrakleri ne de
ömürleri yeter. Ancak, önlerinde dev bir Turgut Cansever külliyatı hem fikir
muhtevası hem de reel teklifler olarak hayata geçirilmeyi bekliyor. Yâni,
(Üstad Necip Fazıl’ın nakliyle) “vakit o
kadar geç ki erken sayabiliriz” hikmetiyle, “KENTSEL DÖNÜŞÜM” denen
öldürücü büyük adım atılmış olsa bile vazgeçilebilir, dönülebilir ve
Cansever’in “PİLOT ŞEHİR” modeli uygulamaya konulabilir diye düşünüyoruz.
Tabii Cansever’i anlamak ve hayata
geçirmek için (Adlî’nin mısraıyla) haylice
idrak gerek!
Gelelim Cansever’in İstanbul için
hazırladığı “Yeni şehirlere yerleştirme projesi” ve “Pilot Şehir Uygulama
Raporu”na…
Rapor kitaplar en ince ayrıntısına kadar
rakamlar, haritalar, tablolar ve resimleri
ihtiva ettiği için teknik detaylara girmiyoruz. Sadece “Pilot Şehir
Uygulama Raporu”ndan birkaç paragrafı buraya almakla yetinelim: “… Ülkemizde ise, mimarlık geleneğimizden
kopuş sürecinde asırlık mimari standartların kaybedilmesi bir yana; bireysel
çabalarla sınırlı kalan mimari tasarımlar da halk mimarisine yön verememiş,
şehirlerimiz yetersiz yükleniciler eli ile uygulanan apartmanların ve köyden
şehirlere göçen insanların ürettiği gecekonduların oluşturduğu varoş mimarisine
teslim edilmiştir. Şehrin mimari bir kültür ortamı olarak tasarlanabilmesi için
mimarlık-şehircilik bilgisine ek olarak, mühendislik, altyapı, yatırım
maliyeti, işletme ekonomisi, sosyoloji disiplinlerinin tümünün üst düzeyde
katılımı sağlanmalıdır.” (s. 51)
Nasıl
Bir Şehir ve Şehir Hayatı başlığı
altında da şunları söylüyor Cansever: “…
kurulacak yeni şehirler, sürdürülebilir, hayatın ve ailenin değişen
ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde yapılanmalı; seviyeli mimarileri ile
insanlara güvenli, ilginç yönelişlere imkan veren çevreler sunmalıdır. Fiziki
çevre, en fakir ailelerin bireylerinin de mütevazı ancak güzel ortamlarda
yaşadığı, her bireyin toplumsal oluşuma yabancılaşmadan katkıda bulunmasını
sağlayacak bir yapıda olmalıdır. Bu amaca, ancak ve ancak karşıtlıkları
giderecek bütüncül planlama yaklaşımının önündeki gayri meşru spekülatif
girişimlerden oluşan engeller aşılarak ulaşılabilir. Planlama ve
projelendirmede beklenen yüksek seviyeli sonuç ise, şehircilik ve mimaride
deneyimli, seçkin bir heyetin yönlendirici katkısıyla sağlanabilir.”
Bu yazının sınırlarını aşan bir teknik
muhteva ve derinlikte hazırlanan Cansever’in teklif ettiği “PİLOT ŞEHİR
UYGULAMA RAPORU” bugün bile kılavuz
kitap niteliğindedir. Ama fayda yok. Çünkü bu raporları görecek göz,
anlayacak idrak yok.
Cansever’in raporu Başbakanlık ve ilgili
bakanlıkların koridorlarında yok edildikten (2003) 11 yıl sonra 8 Şubat 2014
tarihinde Başbakan Erdoğan İstanbul/Esenler’de düzenlenen “Şehir Yazarları ve
Akademisyenleri Toplantısı”nda; "Bize bir tek
Mimar Sinan yetmez, onlarca yüzlerce Mimar Sinan'a ihtiyacımız var. Allah
rahmet etsin. Bize bir tek Turgut Cansever yetmez. Bizim binlerce Turgut
Cansever'e ihtiyacımız var. Bu milletin ruhundaki ışığı, umudu, heyecanı
çoğaltacak gönül mimarlarına ihtiyacımız var. Eseri inşa ederken o esere
gerçekten o ruhu verecek mimarlara ihtiyacımız var. Millet olarak bizim
ruhumuzda bu ışık ziyadesiyle mevcut. Bizim bu ışığı bulacak, bu ışığı
canlandıracak ruhtaki o medeniyet hücrelerini diriltecek, ellerinden tutup
kaldıracak bir ufka, böyle bir özgüvene ihtiyacımız var. Betonun, asfaltın,
çimentonun, kaldırım taşın, mevzuatın içinde kaybolmuş değil, bu aziz milletin
tarihindeki şehir medeniyetini kavramış o medeniyeti her bir taşa yansıtmaya
çalışan belediye başkanlarına ihtiyacımız var" şeklinde konuşmuştur.
Bu ifadelerin altını çiziyor ve bütünüyle
katılıyoruz. Ancak yanınızda iken, şehirlerimiz için çırpınırken göremediğiniz
rahmetli Cansever’in vefatından (2009) 5 yıl sonra “Bizim binlerce Turgut Cansever’e ihtiyacımız var” derken gerçekten
ihtiyaç duyuyor musunuz? Hiç zannetmiyorum.
Hayatının son 7 yılın bu iktidar devrinde
geçiren ancak hiç itibar edilmeyen, adeta kendisinden kaçılan, siyasî iktidarın
en fazla yoğunlaştığı alan “Çevre ve Şehircilik” olmasına rağmen,
görmemezlikten gelinen Cansever’in, öldükten sonra “seng-i musalla”da mı iktidar
sahiplerince kadri bilindi? Tabii ki
hayır!
Bu cümlelerin de çeşni ve çeşitlilik
olsun türünden, derinliğine vakıf olunamamış hamaset ifadeleri olduğuna şüphe yok.
Çünkü tablo, ispata gerek olmayacak kadar ortada.
İki telgraf…
İşin trajik bir tarafına daha işaret babından,
Turgut Cansever’in vefatı vesilesiyle ailesine bir “başsağlığı mesajı” gönderen
dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın mesajlarını
da buraya alalım.
Dönemin Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül’ün başsağlığı mesajı:
"22.02.2009. Kısa bir süre önce mimari dalında
Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nü alan, ülkemizin önde gelen mimarlarından
Turgut Cansever'in vefatını derin bir üzüntüyle öğrenmiş bulunmaktayım. Turgut Cansever
sadece mimar kimliğiyle değil düşünceleriyle de kültür ve sanat hayatımızda iz bırakmıştır.
Dehasıyla mimarimizi yüksek noktalara taşıyan,
kültür mirasımızın zenginleşmesine katkıda bulunan, sosyal sorumluluk anlayışıyla
önemli projelere imza atan Turgut Cansever, arkasında özgün ve güzel eserler bırakmıştır.
Dünyanın en prestijli mimarlık ödüllerinden olan
"Ağa Han Mimarlık Ödülü"nü üç kez almasının yanında sayısız başarıya imza
atan Turgut Cansever, her zaman saygıyla ve takdirle hatırlanacaktır.
Kendisine Allah'tan rahmet, ailesine ve milletimize
başsağlığı diliyorum."
Dönemin Başbakanı
Erdoğan’ın başsağlığı mesajı:
"Ülkemizin önde gelen mimarlarından Turgut
Cansever'in vefatını üzüntüyle öğrenmiş bulunuyorum. Cansever mimar değil
düşünce ve eylem adamı olarak da kültür yaşantımızda iz bırakmıştır.
Uzun yıllar İstanbul ve Ankara için, metropol
planlama, yeni yerleşimler, kent merkezleri ve koruma danışmanlığı yapan
Cansever, bu alanda önemli projeler geliştirip hayata geçirmiştir.
Şehir ve mimarı konusunda yayınlanmış bir çok
eseri bulunan, kısa bir süre önce mimarı dalında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve
Sanat Büyük Ödülün'ü alan Cansever, " Ağa Han " mimarlık ödülüne üç
kez layık görülmüştür. Eserleriyle mimarimizi zenginleştiren ve kültür
mirasımıza kalıcı eserler ekleyen Turgut Cansever, arkasında bıraktıklarıyla
genç mimarlarımıza ve şehir planlamacılarımıza her zaman ilham kaynağı olmaya
devam edecektir. Yoğun calışma hayatı boyunca sayısız başarıya imza atan, yeri
kolay kolay doldurulamayacak olan değerli mimar, düşünce ve eylem adamı Turgut
Cansever'i her zaman saygıyla ve takdirle hatırlayacağız."
İnsanî bir duyarlılık olarak vefat taziye
telgraflarını okuyunca zannediyoruz ki “Eyvah! Medeniyetimizin 20. Yüzyıldaki şehir
bânisi irtihal etti. Şimdi şehirlerimizi nasıl tasarlayacağız? Nasıl yeni şehirler
kuracağız? ” endişesini taşıyan yöneticiler var.
Cansever’le birlikte şehirlerimiz için
dertlenen âlimlerimizin de nesli sona verdi.
Yazık onu göremeyenlere!
Yazık onu idrak edemeyenlere!
Yazık şehirlerimize!
Ne hazin bir benzerlik değil mi?
Le Corbusier Reis-i Cumhur Mustafa
Kemal’e rapor-kitap sunuyor fakat akıbeti meçhul ve maktul oluyor. Turgut
Cansever de dönemin Başbakan R. Tayyip Erdoğan’a rapor sunuyor ve akıbeti
meçhul kalıyor!
Üstad gibi feryâd etmenin tam zamanı
galiba:
“Şimdi dövün
Sakarya, dövünmek vakti bu an.
Kehkeşanlara
kaçmış eski güneşleri an!”
Cansever’in de sık sık ifade ettiği
Hz. Peygamber’in bir hadis-i şerifiyle bitirelim: “Âlimin ölümü âlemin ölümüdür!”
[1]
Raporlarla ilgili açıklayıcı bilgiler ve mimari projeleriyle ilgi kuran kapsamlı bir değerlendirme şurada
bulunabilir: Halil İbrahim Düzenli, İdrak
ve İnşa: Turgut Cansever Mimarlığının İki Düzlemi, Klasik Yay., İstanbul,
2009, s. 192-209. Ayrıca bu raporlar üzerine başbakana yazdığı mektup ilk
olarak şurada gündeme getirilmişti: Halil İbrahim Düzenli, “İdeal Şehir Nedir ya da ‘İdeal’ Olana ‘Pratik’ Bir Adım:
Turgut Cansever ve Yeni Şehirler Projesi”, Şehir
ve Düşünce, sy. 1, 2013, s. 6-11.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder