Yahya Düzenli
İstismarın zirvelerde dolaştığı ve
hakikate yer bırakmadığı bir dehlizden geçiyoruz. Hakikat adına hiçbir kaygının
yaşanmadığı, her şeye “kullanım değeri”ne göre fiyat biçildiği bezirganlarla
dolu bu karanlık dehlizde ahlâk iflas etmiş, fikir yerlerde sürünmüş, sanat
işporta malı haline gelmişse, artık cinnet sınırı aşılmış demektir.
Siyasî iktidarın kabaran rengine göre
her türlü kara sularında yelken açan ve hangi karasularına girerse orasının
bayrağını çeken lejyonerlerin rota
belirlediği bir vasatta, önlerine kim çıkarsa çıksın “kullanma”yı varlık nedeni bilenlerin itibar gördüğü bir iklimde
yaşıyoruz.
Olmayan fikirleri, kalmayan ahlâkları ve
dumura uğramış idrakleriyle, her mayıs ayında magazin ve eğlence malzemesi halinde
gündeme taşıdıkları Üstad Necip Fazıl’ı anma biçimlerinden bahsediyoruz.
İçlerinde çok nadir türden istisnaları
olmakla birlikte Siyasîler böyle, tüm medya kuruluşları böyle, sivil toplum
örgütleri böyle…
Üstad Necip Fazıl, günümüzden 39 yıl
önce (26.2.1978) “Fikir Canileri” başlığıyla tam da bu günlere dair yazmış:
“Demagocya
zanaatı… Evet, sanatı değil zanaatı… Sahte para basmaktan daha şenî bir fikir
suiistimali… Kalpazan, hiç değilse, hakikî paranın sahtesini basar, demagocya
zanaatçısı ise, sahte fikrin, sahte nakdini…
Fikir,
vergi değil, bahşiş almaya alışınca, demagocya zanaatının istismar meydanı
olur. Ve menfaat karşılığı ırzını teslim eden bir kadın gibi, ilk hamlede
samimiliğini feda eder.
Ekseriyetle
kasasında bir kuruş bile bulunmayan hak, eğer demagocya zanaatçısının haksızlık
kasasından aldığı 100.000 lira maaşı, 100.001 liraya çıkarabilseydi ona
kolaylıkla tükürdüğünü yalatabilirdi; bu da, hakkın tenezzül etmeyeceği ayrı
bir demagocya olurdu.
…
İman,
ıstırap, vicdan ve halisiyet ukdelerini ruhlarından söküp atmış, fikir ve mânâ
tahrifçisi, eyyamgüder demagocya cüceleri, her devirde ve 24 saatlik hayatın
sefil kadrosunda, uşaklığın sırmalı kaftanı içinde yaşamışlardır.
…
Bu
adamların nefs müdafaası yolunda gösterdikleri gayret, fikir
dolandırıcılıklarının, dolayısiyla demagocyaların en iğrencidir. Müdafaaları
alınmadan idamı caiz masumlar (!) zümresi fikir canileri, beden katillerinden
beter mi beter!”
Üstadın bu satırları günümüzün kalem
erbabına bir şey söyler mi acaba?
Özellikle de Üstad’ı “anmak” için
kendini “bilirkişi” edasıyla sergileyenlere ne söyler?
Üstad’ı “anma” ile “anlama” arasındaki
idrak farkını göremeyenler de anlamaz bu satırları!
Üstad’ın “bir tesirim varsa eğer ya budalaca coşturuyor, ya da kusturuyor” tespitinin
gerçeklik halinde tezahür ettiği bir dünyadayız.
Daha sı var… Üstad’a ait olmayan
cümleleri, anokdotları sanal ortamda pazarlayanlara ne demeli? Müptezelliğin
böylesi görülmüş değil!
Herşeyden önce Üstad’ı anlamak bir yana,
onu okumanın cümle kapısına bile yanaşamamışların ağızlarında “sakız” türünden
O’nun mısralarını ve cümlelerini çiğnemeleri müptezelliğin bir başka türü
olarak ortalığı sarmış bulunuyor. Gene Üstad’ın teşbihiyle; “bizim
zamanımızda karşımızda küfürden buzdağı vardı. Titreyen nefeslerimizle bu
küfürden buzdağını erittik. Şimdi ise geç geçebilirsen çamurdan!”
Hiç şüphe yok ki, kullanıldığı yerde
bile “zati değeri”ni muhafaza eden Üstadın mısraları-fikirleri, umulur ki bir
gün gerçek idrak sahiplerini bulur.
Üstad’ın günümüzden 40 yıl önce (1977)
BÜYÜK DOĞU’ya dair bir gazetenin “Sizin ‘Büyük Doğu İdeali’ diye 40 yıldır
güttüğünüz bir dava var… Bu davayı kısaca özleştirir misiniz?” sorusuna
adeta okyanusu bir bardağa doldururcasına verdiği şu cevabı kim okur, kim anlar
ve kim gereğini yapmaya dair bir mes’uliyet sahibidir?
“Şevkle… ‘Büyük Doğu İdeali’ tek
zerresini feda etmeksizin İslama yol açmanın sistemidir. Ve bu sistem ‘metbu’,
yani tabi olunan bir nizam değil, tabi olan, kendi özüyle hiçbir istiklali
olmayan; herşeyi, bu cihanda ne varsa hepsini İslamda bulan, toplayan, gösterin
ve asrın meselelerine tatbik eden bir DÜNYA GÖRÜŞÜ…”
Üstadı “anma”ya çıkanların her şeyden
önce O’nun BÜYÜK DOĞU’suna yaklaşabilmenin usul şartlarına malik olmaları
gerekir.
“Neyi anladığı”nı zannettiğinden önce
“neyi anlamadığı”nı anlaması gerekenlere Üstad’ın “Fikir Canileri” yazısı zaptedici olur mu dersiniz?