7 Haziran 2017 Çarşamba

GENÇLİK VE İDEOLOCYA

Yahya Düzenli

Bütün bir hayatını “ben bir genç arıyorum gençlikle köprübaşı” mısraında ifade ettiği gençliğin maya tutmasına adayan Üstad Necip Fazıl, “O VE BEN”de kendisinde gençlik yoğurma gayesinin  Abdulhakîm Arvasî Hz.lerini tanımasıyla birlikte başladığını ifade ederek “Efendimden aldığı nurla yepyeni bir gençlik yoğurma merakı, bende, 1942’de başladı” der ve “O sene, Beylerbeyi’ndeki evimde, bir gece, pencerelerin katran rengi süt beyaz oluncaya kadar, bir gençlik grubuyla sohbet… Bütün bir gece yapılan tarih, millet ve nefs muhasebesi… Sabaha kadar kaynayan semaver ve gençleri ilk vapura yetiştirip dönüşüm… Bu ilki… Ondan sonra ne gençler gelip geçti; fakat hayat ve hâdiseler çoğunu yuttu ve kalburun üstünde yalnız birkaçı kaldı. Her gelen yıl da yenilerini getirdi” şeklinde devam eder.

Sıradan gibi görünen bu müthiş cümlelerde, aslında bir neslin ıstırabı, trajedisi yatar. Bu trajedi bugünün gençliğine de musallat olan (Üstad’ın cümlesiyle) “hayat ve hadiselerin çoğunu yutması”dır. İnanış, fikir ve ahlâka dair doğru, sistematik ve derinliğine bir irfan havzasından mahrum olan genç neslin trajedisi ne acıdır ki görülmüyor, fark edilmiyor ve derinleşiyor.

Gençliğe hayatın gayesi ve ideal olarak; kaynağı ne olursa olsan bol kazanmak, bolca harcamak, hedonist bir tutkuyla konforlu yaşamanın hedef olarak gösterildiği modern zamanlarda, ruh damarları tıkanmış, kalbinin yerinde et parçası taşıyan robotlardan ibaret bir kütle var karşımızda…

Oysa ki, Üstad, yoğurmaya çalıştığı gençliğe dair (bugün de ihtiyacı hissedilmesi gereken) “GENÇLİK” başlığı altında şunları söyler: “Dâva Anadolu gençlerinden, her biri ulvî aşıyı taşıyıcı ve bulaştırıcı bir aşk kadrosuna maya tutturabilmekti. Ceplerde kaybedilen ve asırlardır dışarıda aranılan güneşi bulup çıkaracak, yerine oturtacak, her şeyi ilk saffet ve asliyet vahidine irca edecek, hasis ferd kadrolarında eskitilmiş ve pörsütülmüş mânalarla hiçbir alâka kabul etmeyecek, mutlak hakikat ölçüsüyle aklın hakkını akla ve kalbin hakkını kalbe verecek, tarih boyunca bütün hesaplaşmaları yerine getirecek bir gençlik…”

İşte bütün mesele… İşte gençlikten beklenen… İşte gençliğe verilmesi gereken ruh ve ideal…

Devam ediyor Üstad: “Vecdiyle, estetiğiyle, ahlakiyle, ideolojisiyle sımsıkı merkeze bağlı, solmayan renk ve geçmeyen ânın, ezel kadar eski olduğu için, ebed kadar yeni dâvanın gençliği… Efendi Hazretlerinin, hani şu “Siz bana o Ümmeti gösterin de, ben de size onun hemen kurtulduğunu haber vereyim” buyurduğu topluluğa çekirdek, ölümsüzlük gayesine destek gençlik…”

Üstad, rüyasını gördüğü ve bu rüyayı bizzat 40 yıllık Büyük Doğu mücadelesiyle adeta tabir ettiği bu gençliğin sahip olması gereken ideolocyaya ve bu ideolocyanın mücadelesini vermesi gereken gençliğin bir türlü olamayışına dair trajik gerçeğe dair de  “İDEOLOCYA” başlığında şunları söyler:

“Kendi kendine hiçbir istiklâli olmayan ve temel gayenin, aslından nokta feda etmeksizin yeni zaman ve mekâna tatbikinden ibaret olan Büyük Doğu İdeolocyası işte bu gençlere mahsus bir kafa ve ruh plânı olarak örgüleştirilir ve bu ağır başlı örgünün yanında, zıdlarımıza karşı en ağır savaşlar açılırken, çektiklerimiz, bir türlü anlaşılmayışımız; bodrum katındaki çürük çuvallar gibi hep geriye irca edilişimiz, vatan kurtarıcılığı yerine vatan hainliğiyle suçlandırılışımız ve kendi aramızda bir türlü toparlanamayışımız, ancak şu türlü izah edilebilir:
 
Bu yurdun, tam dört yüz yıllık alçalma ve çürüme, alçaltılma ve çürütülme tarihinde, devre devre gelen ve üstüste binen tesirlerin, nihayet, çocuk ninesini ve büyük baba torununu tanımaz hale gelecek derecede ruhlarda açtığı yara… Muhataplarımın hali!..”

Genç neslin irfan damarlarının tıkandığı, ruh adelelerinin pörsüdüğü, idrak kanallarının dumura uğradığı bir hengâmede Üstad’ın bu canhıraş feryâdının karşılığı olabilir mi? İhtimaller aleminde olsa bile sokaktaki haliyle böyle bir imkân maalesef heba edilmiştir. Üstad’ın cümleleriyle; “… hasılı kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesir” in bütün şiddetiyle devam ettiği bir iklimde hangi gençliğin irfan ve idrakinden bahsedilebilir?

“Yepyeni bir nesil yoğurmak borcundayız” diyen Üstad, bu neslin vasıflarını “vecd, heyecan, hareket, cehd, hamle, murakabe, muhasebe, zekâ ve irfan…” olarak kaydeder.

Gençliğin “olmazsa olmaz” ideolocya ihtiyacı, ne yazık ki halen hissedilmiyor. Hissedilmeyince de sokak kültürü seviyesini aşamayan gazete kalemşörlerinin allamelikleriyle körpe idrakler kısırlaştırılıyor, köreltiliyor.

“Bu nesil gelir mi?” diye düşünmeyin, “bu millet kalır mı?” diye hesap edin! Bu millet kalacaksa bu nesil gelecektir! Allah bağlısı bu millet elbette kalacak ve Allah âşıkı bu nesil şüphesiz gelecek!

İmkanlar alemindeki kaos ve kısırlığa rağmen, Üstad’ın bu ümitvar cümlelerini dua kabul ederek, O’nun “Bu nesil gelir mi?” sualine gene kendisinin “Geliyorlar” başlığıyla 1979 yılında, inkisarlarının zirveye çıktığı bir dönemde yazdığı şu sarsıcı cümlesi gerçek olur mu dersiniz:

“Gözleri kara, alınları fikir çizgili, kalbleri ceylan, iradeleri çelik, imanları volkan, irfanları tarla, idrakleri bıçak, edaları şiir, diyalektikleri ipekten örgü, geliyorlar!”

Böyle bir neslin öncelikle İman, itikad ve ahlâkî temelini hazırlaması gereken Devlet Müesseseleri ve idarecileri ne yazık ki, bölünmüş yollar, havaalanları, denizaltı geçitleri, vs. kadar bu nesle zemin hazırlayıcı bir idrak ve dertte değiller!

Bitirirken, Üstad’ın şu cümlelerini, henüz ortaya çıkmayan bir nesil için dua kabul edelim:

“… Hiç beklemediğim bir zamanda, hiç beklemediğim bir mekândan ışık fışkırdı.
Daima böyledir. İlâhi tecelliler hep böyle tepeden inme gelir. Allah’ın tecellileri, yapmacıksız ve zorlamasız, boynunuz bükük, köşenizde otururken görünüverir…”


(Hüküm Dergisi, Haziran 2017)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder