Yahya Düzenli
Bütün bir hayatını “ben bir genç arıyorum gençlikle köprübaşı” mısraında ifade ettiği gençliğin maya tutmasına adayan Üstad
Necip Fazıl, “O VE BEN”de kendisinde gençlik
yoğurma gayesinin Abdulhakîm Arvasî
Hz.lerini tanımasıyla birlikte başladığını ifade ederek “Efendimden aldığı nurla yepyeni bir gençlik yoğurma merakı, bende,
1942’de başladı” der ve “O sene,
Beylerbeyi’ndeki evimde, bir gece, pencerelerin katran rengi süt beyaz oluncaya
kadar, bir gençlik grubuyla sohbet… Bütün bir gece yapılan tarih, millet ve
nefs muhasebesi… Sabaha kadar kaynayan semaver ve gençleri ilk vapura
yetiştirip dönüşüm… Bu ilki… Ondan sonra ne gençler gelip geçti; fakat hayat ve
hâdiseler çoğunu yuttu ve kalburun üstünde yalnız birkaçı kaldı. Her gelen yıl
da yenilerini getirdi” şeklinde devam eder.
Sıradan gibi görünen bu müthiş
cümlelerde, aslında bir neslin ıstırabı, trajedisi yatar. Bu trajedi bugünün
gençliğine de musallat olan (Üstad’ın cümlesiyle) “hayat ve hadiselerin çoğunu
yutması”dır. İnanış, fikir ve ahlâka dair doğru, sistematik ve
derinliğine bir irfan havzasından mahrum olan genç neslin trajedisi ne acıdır
ki görülmüyor, fark edilmiyor ve derinleşiyor.
Gençliğe hayatın gayesi ve ideal olarak;
kaynağı ne olursa olsan bol kazanmak,
bolca harcamak, hedonist bir tutkuyla konforlu yaşamanın hedef olarak
gösterildiği modern zamanlarda, ruh damarları tıkanmış, kalbinin yerinde et parçası taşıyan robotlardan ibaret
bir kütle var karşımızda…
Oysa ki, Üstad, yoğurmaya çalıştığı
gençliğe dair (bugün de ihtiyacı hissedilmesi gereken) “GENÇLİK” başlığı
altında şunları söyler: “Dâva Anadolu
gençlerinden, her biri ulvî aşıyı
taşıyıcı ve bulaştırıcı bir aşk kadrosuna maya tutturabilmekti. Ceplerde
kaybedilen ve asırlardır dışarıda aranılan güneşi bulup çıkaracak, yerine
oturtacak, her şeyi ilk saffet ve asliyet vahidine irca edecek, hasis ferd
kadrolarında eskitilmiş ve pörsütülmüş mânalarla hiçbir alâka kabul etmeyecek,
mutlak hakikat ölçüsüyle aklın hakkını akla ve kalbin hakkını kalbe verecek,
tarih boyunca bütün hesaplaşmaları yerine getirecek bir gençlik…”
İşte bütün mesele… İşte gençlikten
beklenen… İşte gençliğe verilmesi gereken ruh ve ideal…
Devam ediyor Üstad: “Vecdiyle, estetiğiyle, ahlakiyle, ideolojisiyle sımsıkı merkeze bağlı,
solmayan renk ve geçmeyen ânın, ezel kadar eski olduğu için, ebed kadar yeni
dâvanın gençliği… Efendi Hazretlerinin, hani şu “Siz bana o Ümmeti gösterin
de, ben de size onun hemen kurtulduğunu haber vereyim” buyurduğu topluluğa çekirdek, ölümsüzlük gayesine destek gençlik…”
Üstad, rüyasını gördüğü ve bu rüyayı
bizzat 40 yıllık Büyük Doğu mücadelesiyle adeta tabir ettiği bu gençliğin sahip
olması gereken ideolocyaya ve bu
ideolocyanın mücadelesini vermesi gereken gençliğin bir türlü olamayışına dair trajik gerçeğe dair de “İDEOLOCYA” başlığında şunları söyler:
“Kendi
kendine hiçbir istiklâli olmayan ve temel gayenin, aslından nokta feda
etmeksizin yeni zaman ve mekâna tatbikinden ibaret olan Büyük Doğu İdeolocyası
işte bu gençlere mahsus bir kafa ve ruh plânı olarak örgüleştirilir ve bu ağır
başlı örgünün yanında, zıdlarımıza karşı en ağır savaşlar açılırken,
çektiklerimiz, bir türlü anlaşılmayışımız; bodrum katındaki çürük çuvallar gibi
hep geriye irca edilişimiz, vatan kurtarıcılığı yerine vatan hainliğiyle
suçlandırılışımız ve kendi aramızda bir türlü toparlanamayışımız, ancak şu
türlü izah edilebilir:
Bu
yurdun, tam dört yüz yıllık alçalma ve çürüme, alçaltılma ve çürütülme
tarihinde, devre devre gelen ve üstüste binen tesirlerin, nihayet, çocuk
ninesini ve büyük baba torununu tanımaz hale gelecek derecede ruhlarda açtığı
yara… Muhataplarımın hali!..”
Genç neslin irfan damarlarının
tıkandığı, ruh adelelerinin pörsüdüğü, idrak kanallarının dumura uğradığı bir
hengâmede Üstad’ın bu canhıraş feryâdının karşılığı olabilir mi? İhtimaller
aleminde olsa bile sokaktaki haliyle böyle bir imkân maalesef heba edilmiştir.
Üstad’ın cümleleriyle; “… hasılı kendisini yetiştirecek bütün
cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesir” in bütün şiddetiyle
devam ettiği bir iklimde hangi gençliğin irfan ve idrakinden bahsedilebilir?
“Yepyeni bir nesil yoğurmak borcundayız” diyen Üstad, bu neslin vasıflarını “vecd,
heyecan, hareket, cehd, hamle, murakabe, muhasebe, zekâ ve irfan…”
olarak kaydeder.
Gençliğin “olmazsa olmaz” ideolocya ihtiyacı, ne yazık ki halen
hissedilmiyor. Hissedilmeyince de sokak
kültürü seviyesini aşamayan gazete kalemşörlerinin allamelikleriyle körpe
idrakler kısırlaştırılıyor, köreltiliyor.
“Bu nesil gelir mi?” diye düşünmeyin,
“bu millet kalır mı?” diye hesap edin! Bu millet kalacaksa bu nesil gelecektir!
Allah bağlısı bu millet elbette kalacak ve Allah âşıkı bu nesil şüphesiz
gelecek!
İmkanlar alemindeki kaos ve kısırlığa
rağmen, Üstad’ın bu ümitvar cümlelerini dua kabul ederek, O’nun “Bu
nesil gelir mi?” sualine gene kendisinin “Geliyorlar” başlığıyla 1979
yılında, inkisarlarının zirveye çıktığı bir dönemde yazdığı şu sarsıcı cümlesi
gerçek olur mu dersiniz:
“Gözleri kara, alınları fikir çizgili, kalbleri ceylan,
iradeleri çelik, imanları volkan, irfanları tarla, idrakleri bıçak, edaları
şiir, diyalektikleri ipekten örgü, geliyorlar!”
Böyle bir neslin öncelikle İman, itikad
ve ahlâkî temelini hazırlaması gereken Devlet Müesseseleri ve idarecileri ne
yazık ki, bölünmüş yollar, havaalanları, denizaltı geçitleri, vs. kadar bu
nesle zemin hazırlayıcı bir idrak ve dertte değiller!
Bitirirken, Üstad’ın şu cümlelerini,
henüz ortaya çıkmayan bir nesil için dua kabul edelim:
“… Hiç beklemediğim bir zamanda, hiç
beklemediğim bir mekândan ışık fışkırdı.
Daima böyledir. İlâhi tecelliler hep
böyle tepeden inme gelir. Allah’ın tecellileri, yapmacıksız ve zorlamasız,
boynunuz bükük, köşenizde otururken görünüverir…”
(Hüküm Dergisi, Haziran 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder