17 Aralık 2018 Pazartesi

STAR GAZETESİ “ÜSTAD NECİP FAZIL’A SAYGISIZLIK ÖDÜLLERİ”NDE NİÇİN ISRAR EDİYOR?



Yahya DÜZENLİ

Fikrin, ahlâkın, düşünce haysiyetinin hiçbir değerinin kalmadığı, yerlerde süründüğü, fikir ve ahlak namına her şeyin işporta pazarındaki alelade şeyler kadar kıymet gördüğü bir zamanda yaşıyoruz. Öyle bir seviyesizlik ki; merd-i kıpti, çaldığı malı işporta pazarında sergilerken, ev sahibinin ihtarına aldırmadan, sirkatini şecaat olarak arz ediyor, seyirciler de alkışlıyor.

“Necip Fazıl Ödülleri”nden bahsediyoruz.

Star Gazetesi, Üstad’ın ruhaniyetine, dava ve ahlâkına karşı edep hissinden yoksun bir biçimde 4 yıl önce ihdas ettiği “Necip Fazıl Ödülleri” icraatlarıyla, bütün tepkilere rağmen, 5. yılda da gayr-i müeddep ısrarını sürdürüyor.

Necip Fazıl’ın ismine lâyık jüri ve eserlerin nasıl bir muhteva, fikir, estetik ve kıymet taşıması gerektiğinin tafsilatına girmeden söyleyelim ki; jüri ve verdikleri ödül sahipleri (bazı istisnalarıyla birlikte) Üstad’ın davasını bırakın sürdürmeyi, O’nu tanımanın cümle kapısından bile girememiş pazar bezirgânlığını aşamamış kalemşörler… Üstad’ın vefatından sonra “Necip Fazıl henüz bir idoldür.  Bu yüzden onun hakkında rahat olmak, hür bir biçimde kalem oynatmak zordur.” diyen birisinin Jüri Başkanı olduğu bir kumpanyanın ödüle lâyık gördüğü eser ve isimler de çoğunlukla aynı türden…

Bu gazetenin ödüller konusunda cinnet derecesinde ısrarlı tavrına, Üstad’ın 74 yıl önce Falih Rıfkı’ya verdiği uzun cevaptaki şu cümleler ne söyler acaba?

“Netice şudur ki, bir taarruz ve tecavüz hamlesi, iki gündelik gazete ve bir mecmuanın hudutları içinde kendisine üs temin ederek kuvvetlenmeğe çalışmış ve olanca dehşetiyle bir hedefe yönelmiştir; hedef biziz, BÜYÜK DOĞU…”

Star Gazetesi’nin Üstad Necip Fazıl’ın “his iptali” dediği ahlâken oto-narkozlu tavrı, başta mirasının birinci derecede sahibi ve temsilcisi ailesi olmak üzere, ödüllere eleştiri getiren, vazgeçilmesi gerektiğini ifade eden herkese karşı adeta saldırgan ve arsız bir kibir ya da ahlaki ölmüşlük vurdumduymazlığıyla devam ediyor.

Sırtını iktidara yaslama imtiyazıyla tekebbürünü sürdüren mahut gazete, devletlûların himayesinde, niyeti şüpheli lejyonerliğini “Necip Fazıl Ödülleri” konusunda da yalın kılıç sürdürüyor. Hayatının hiçbir döneminde Üstad’ın davasıyla alakası olmamış ödül sahipleri, gazetenin mikrofonlarına (mecburen) O’nun “ne büyük bir şair, dava adamı olduğunu, hayatlarının Necip Fazıl’ı okumakla geçtiği” , “Zulme kafa tutan Necip Fazıl bizim pusulamızdır”, “Necip Fazıl sanatta dehayı temsil ediyor” beylik nakaratlarınıı tekrarlıyor. Öyle ya, pazardan pay alanların mukabelesi böyle olmalı…

Bu sene de utanmadan, sıkılmadan 2018 Necip Fazıl Ödülleri’ni gazetesinde “ÜSTADA SAYGI GECESİ”, “ÇİLESİZ DAVA OLMAZ” manşetiyle vermekten imtina etmiyor, çekinmiyor, en küçük bir utanma hissi duymuyor. Bugüne kadar bazıları devletlû emirle bazıları da ahbap çavuş ilişkisiyle oluşturdukları üniformal Jüriden ödül verilenlere kadar hiçbiri Üstad’ın fikir ve dava ahlâkını benimsemeyen, tam aksine O’nu reddeden, O’nu faşist diye niteleyen, O’na mesafeli olan zevat olması, adeta Üstad’ın fikrî-manevî mirasını aşağılamaya kastetmiş bir ödül kumpanyası ile karşı karşıya olduğumuzu ihsas ettiriyor.

Şüphesiz, ters tarafından bu ödül bezirgânlarının şuuraltlarından ifşa ettikleri bir hakikat var. O da; Üstadın gölgesinin hâlâ ezici ağırlığından bir türlü kurtulamamak. Çünkü başka bir isim adına ödül ihdas etseler, ses getirmeyecek, değeri olmayacaktı.

Tek gayeleri, Üstad Necip Fazıl’ın ismini kullanarak, Cumhurbaşkanı’nın nazarlarına muhatap olmak olan Jüri ve ödül verilenlerin hali, bayramlarda zoraki resmî geçit törenlerini andırıyor. Cumhurbaşkanı törene katılmasa hiçbir mana ve kıymet ifade etmeyecek olan ödüller, ne tuhaftır ki, bunca eleştiriye rağmen Cumhurbaşkanı tarafından her yıl tebcil ediliyor (!) Aşikâr ki, ödül töreni de bu geçit resmi için icad edilmiş. Cumhurbaşkanının ödül gecesine katılımlarıyla bir anda salon büyülenmiş gibi kendisine kilitleniyor ve ödüllerin niçin verildiğinin cevabı ortaya çıkmış oluyor.

Üstad’ın ailesi adına yıllardır yapılan açıklamalar, müracaatlar, hukuki girişimler hiçbir netice vermiyor ve bu ödül simsarları mülevves seyyiatlarına devam ediyor.

Sığındıkları siyasî zırhın koruması altında, tarz ve muhtevalarıyla onu bile istismar eden bu güruhun halet-i ruhiyesi Üstad’ın şu cümlelerinde resmediliyor adeta: “Birbirlerine nazaran faikıyetlerini, efendilerinin meziyetlerini saymak suretiyle münakaşa eden köleler gibi, kendi benliğini yabancı âlemlerde arayan bu uşak haleti ruhiyesi, bizde Tanzimatçılardan bugüne kadar sürmüş bir modadır. Bu insanlara söylenecek tek bir kelime bile yoktur.”

Üniformal Jüri’nin takdirine mazhar olanlardaki ölçü de Üstad’ın “Liyakat Ölçüsü” başlıklı yazısında tarif ettiği olsa gerek: “Öyle bir isim verir ki şaşarsınız. Bu ismin sanat ve fikir âlemindeki yeri, mesela şeftali bahçesinde fena kokulu meşhur bir ağaçla mütenasiptir. Bu ismi sıkılmadan verir. Çünkü sahibi dostudur, hoşuna gitmiştir, onu mükâfatlandırmak ihtiyacındadır.”
En son garabet ise, bunca girişimlerden hiçbir sonuç alınamayınca, hatta Star Gazetesi’ne gönderilen ihtarnameye cevap bile verilmeyince başlatılan hukukî süreçte yaşanıyor:

Mahkeme önce Necip Fazıl Kültür ve Araştırma Vakfı’nın “Necip Fazıl Ödülleri Programını engelleme” talebini haklı buluyor ve ihtiyati tedbir kararı alıyor. Ancak aynı mahkeme, bu kararın hemen arkasından ihtiyatî tedbir kararını kaldırıyor. Gerisini Vakfın “Kamuoyuna Önemli Duyuru” başlıklı 29.11.2018 tarihli açıklamasından okuyalım:

“Avukatlarımızın, gazete avukatlarına “Patronlarınız müvekkillerimizle görüşmeyi tercih etselerdi bir yol bulunabilirdi” şeklindeki iyi niyetli ifadelerine, “Patronumuz Ankara’da ve en tepede, nasıl gelsin?” cevabı son derece dikkate şâyan olup karşımızdaki istismarcı zihniyetin en açık göstergesidir.
……
Malûmdur ki, Necip Fazıl’ın ismini, eser ve davasını, durdukları siyasi menfaat pozisyonu içinde aldıkları talimata göre istismar etmeye yeltenen her kim olursa olsun karşısında bizi ve O’nun fikir ve dava gönüldaşlarını bulacaktır.

Necip Fazıl’ın fikir bütününün ve eserlerinin asliyetlerini korumakla yükümlü ve onları bu şekilde gelecek nesillere taşımakla mükellef Yayınevi, Vakfı ve ailesi olarak, rızaya aykırı biçimde “Necip Fazıl” ismini kullanarak ödül programı tertiplenmesini kabul etmediğimizi ve şiddetle reddettiğimizi bütün gönüldaşlarımızın bilmesini istiyoruz.

Şahsî gayelerini ve siyasi menfaatlerini tahkim etmek için dillerine doladıkları “Necip Fazıl” isminin, 75 senedir aziz tuttuğu hakikat davasının, ilk önce kendine musallat süfli benlikleri ortadan kaldıracağından hiçbir şüphemiz yoktur.

Bizi karşılarına alan mağrur cücelere hatırlatacağımız tek şey, “Senden büyük Allah var!” ihtarından ibarettir.”

Başka söze ne hâcet!

Karşınızda istismarı karakter haline getirmiş profiller olduğu ve hukuk yolu bile kapalı bulunduğu sürece her türlü değer işporta pazarında sergilenmeye devam edecektir.

Ümidimiz; bu fikir ahlâksızlığını genç neslin görmesi ve ses vermesidir!

Bu yıl da ol seyyiât ve menhiyyata devam eden Star Gazetesi’ne “vicdanınızı fotoğrafçı vitrinlerine benzetmeyiniz!” diyerek,  Üstad’ın 53 yıl önce yazdığı “Maske” başlıklı, gene bugünleri işaret eden yazısıyla bitirelim:

“..Daha neler, neler adına konuşur. Komünist, millet hakları; İnönü vatan menfaati adına konuşur. Samimiyet, halisiyet ve hakikat yoksunu herkesin suratına geçirdiği bir “suret-i hak” maskesi vardır.
Bütün bu ağızlar, hırsızın kanun, namussuzun fazilet adına konuşması kabilinden…

Bu zümrelerin ve daha nicesinin şarlatan örnekleri de, kuvvetlerini büyük ve sabırlı hakikatin onları hemen yalanlamayan, tepelemeye tenezzül etmeyen ulvî temkininden alırlar.

“Suret-i hak” maskesi dediğimiz şeytanî tecelli çehresi, hakikati yutan korkunç ejderha işte budur!
Aydın geçinenlerimizin içinde kaynaştığı (Agora), bir karnaval meydanından farksızdır ve orada bütün suratlar birer “suret-i hak” maskesidir…”

Yazımızın başlığını tekrarlayalım: Star Gazetesi “Necip Fazıl’a saygısızlık ödülleri”nde niçin ısrar ediyor?

Fikrin iflas, ahlakın ifsat, şahsiyet ve vicdanın iptal olduğu bir iklimde hakikat adına doğru bir duruş sergilenebilir mi?

Mesele bu olsa gerek!


1 yorum: