Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com
Bir şehrin hem içinde yaşayanlara, hem de gelip geçenlere “söyleyecek sözü” olması demek; o şehrin “her an yeni yüzle” kendini sunması demektir. Yüz değiştirmesi değil, her an kendi kendisini yenileyen bir biçimde varoluşudur. Tıpkı kutsal şehirlerin kendisine gelenlerde bıraktığı intiba gibi…
Büyük ârif Yunus Emre “her dem yeni doğarız bizden kim usanası” diyor. Yunus Emre’nin bu mısraı sekizyüz yıl öncesinden günümüze halâ ışık tutuyor, halâ mesaj veriyor. Mesajıyla birlikte kendisinin de ‘her dem yeni’ doğmaya devam ettiğini gösteriyor. Çünkü o, varlığın idrakiyle bir ‘değer taşıyıcısı’dır.
Yunus Emre’nin bu mısraını şehre indirgediğimizde, bir şehrin “her dem yeni doğması” şehirle birlikte hemşehr olanların idrak ve inşalarına bağlıdır. Şehir idraki, şehre baktıkça, şehri tanıdıkça, şehre girdikçe “her dem yeni”lenen bir idraktir.
“Her dem yeni doğmak”, modern zamanların şehirlerinde olduğu gibi şehrin sürekli yıkılıp yapılması değildir. Şehrimizde gözlemlediğimiz ‘yeni beton’larla şehrin silüetinin nekropole çevrilmesi de değildir.
Her sabah kalktığınızda karşınızda şehir bize kendisini ‘huzurla hissettiriyor’sa, bu anlamda “yeni”leniyorsa o şehir “her dem yeni” doğmuştur.
Böyle bir şehir var mıdır? Böyle bir şehir gördünüz mü?
Üstad Necip Fazıl İstanbul için; “Son derece eski olan bu güzellikler bir bakımdan o kadar yeni ki, her defasında tadılmamış bir çeşni, ele geçmemiş bir çizgi buluyorum.” diyor. Yunus Emre’nin “her dem yeni” dediği hal, bir şehir için bu olsa gerek.
“Her dem yeni doğan” şehir; bizim algılarımıza bağlı olarak ‘gerçekliği’ değişen şehirdir.
“Her dem yeni doğan” şehir; içinde eridiğimiz ama kendimizi kaybetmediğimiz şehirdir.
“Her dem yeni doğan” şehir, insanın bakışında, idrakinde “her dem yenilenen”dir. Geçmişte kalan, hatıralarda yaşayan değil, ‘şimdi’de yaşayan, geleceğe yürüyen, geleceğe çağıran şehirdir.
Yaşadığımız şehir her dem yeni doğsa bile farkında olamıyorsak, o şehrin doğumuyla ölümü arasında fark yoktur. Calvino’nun ‘Görünmez Kentler’indeki Pentesilea’da yaşayanlar gibi, şehrimizde ‘yaşamak’ için bulunmuyorsak ne şehrimizin bizim için, ne de bizim şehrimiz için bir anlamı yoktur.
Her dem yeni doğan şehir insanı usandırmaz, bıktırmaz.
Her dem yeni doğan şehirde insan yorulmaz, bunalmaz.
Her dem yeni doğan şehrin insanı da her dem yeni doğar.
“Her dem yeni doğan” şehir, enerjisini sürekli kendi üretir. Karşısındakilere enerji verir. Tanpınar’ın Konya için söylediği “Konya insanı bir sıtma gibi yakalar, kendi âlemine taşır, ya-hut da ona sonuna kadar yabancı kalırsınız… Konya tıpkı Mevlevilik gibi bir nevi initiation is-ter…” Bağlılık, kabul edilme, kayıtsız şartsız teslim olma… Böyle bir şehri nasıl bulacağız, Nasıl tanıyacağız? derseniz, öncelikle tarihî süreç ve süzgecin şehadetine müracaat etmemiz gere-kecek. Çünkü modern zaman şehirlerinin ‘oluşamamış şahsiyeti’ insanı da ‘oluşamamış şahsi-yet’ haline getirdi.
O halde; ‘her dem yeni doğmak’ şehirle birlikte (Hacı Bayram Velî’nin) ‘ben dahi bile yapıldım, taş u toprak arasında” dediği anlamda insanın şehirle birlikte sürekli yenilenmesidir.
“Her dem yeni doğan” şehir, ruhu olan şehirdir. Köklerinden beslenen, “kendi kalarak yenilenen” şehirdir…
Şehrimizin her dem yeni doğacak potansiyeline rağmen, onu her dem eskiyecek hale getirmek için var gücümüzle çabalıyoruz.
Yaşadığımız şehre bakarak “her dem yeni doğan” bir sülieti, muhtevası, mekânları, ruhu var mı ? diye soralım. Alacağımız cevaba göre biz de “her dem yeni” doğup doğmadığımızı test etmiş olacağız.
Şehrimizde “her defasında ele geçmemiş bir çizgi” yakalayabiliyor muyuz? Şehrimiz de biz de her dem yeni doğuyor olacağız.
(Günebakış, 8 Aralık 2010)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder