14 Mart 2011 Pazartesi

TOKİ'NİN "YAPMAYA MUKTEDİRKEN YAPAMADIKLARI"...

Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com

Şehir ve TOKİ bahsimize geçen hafta kaldığımız yerden devam ediyoruz…

Turgut Cansever’in “tarihi yapı stoku” olarak adlandırdığı birikimimize bugün ortaya koyduğu ve koyacaklarıyla pozitif katkıda bulunabilecekken TOKİ’nin böyle bir tarihî fırsatı ıskaladığına şahit oluyoruz. TOKİ’nin yaptıklarını (Hasan Sabbah’ın sahte cennetleri gibi) “cennet tasarımı” marifetiyle sunması bize “Kral Çıplak” hikayesini hatırlattı. Hikayeyi bir de biz anlatalım:

“Bir zamanlar ülkenin birinde, kral muhteşem görünmek ihtirasıyla günün her saati değişik ve yeni elbiseler giymeye bayılırmış. Bütün servetini bu uğurda harcamaktan kaçınmazmış. Giydiği elbiseleri göstermek adına türlü törenler, açılışlar, etkinlikler yaptırırmış. Kralın yaşadığı şehre her gün çok sayıda yabancı gelirmiş. Günlerden bir gün kendilerini ‘dünyanın en güzel elbiselerini diken’ terziler olarak tanıtan iki dolandırıcı gelmiş şehre. Bu dolandırıcılar, diktikleri elbiselerin sadece renk ve desenleriyle benzersiz güzellikte olmakla kalmayıp, bu elbiselerin ‘aptal olanlarca, bakmaya ehil olmayanlarca görülemeyeceği’ni de söylemişler. Kral bunu duyunca ‘Bu elbiseler muhteşem olmalı” diye düşünmüş ve ‘Bu elbiselerden giyersem, krallığımdaki görevlilerin hangisinin işine layık olup olmadığını anlarım. Hemen bana bu elbiselerden yapın!” demiş. Yüklü bir para alan iki dolandırıcı dokuma tezgahlarını kurmuşlar, hemen işe başlamışlar. Fakat tezgahlarında dokudukları hiçbir şey yok. Dokur gibi yapıyorlar, dokudukları kumaşları diker gibi yapıyorlar. Günlerce dokur ve diker gibi yapmışlar, boş dokuma tezgahlarında, masa başlarında çalışır gibi yapıp durmuşlar. Kral, “bakalım ne yaptılar, muhteşem elbiseleri diktiler mi?” der. İki dolandırıcının “aptalların dikilen elbiseleri göremeyecekleri” sözüne inandığı için, bir terslik olur düşüncesiyle yaşlı yardımcısını iki dolandırıcı terzinin yanına göndermiş.

Dokunan kumaşın ve hazırlanan elbiselerin muhteşem güzelliği bütün şehir halkı tarafından konuşulur olmuş. Herkes sevmediği kişilerin ne kadar aptal ve değersiz olduğunu görmek için can atıyormuş. Kralın yaşlı yardımcısı iki dolandırıcının boş tezgahların başında oturup habire çalışır gibi yaptıkları kumaşların dokunduğu, kralın elbiselerinin dikildiği salona girmiş. Bir de ne görsün? “Aman Allah’ım!” demiş. “Hiçbir şey yok ortada”. Ama kimseye de bir şey söyleyememiş. İki dolandırıcı yaşlı Kral yardımcısına boş tezgahları göstererek “böyle güzel renkleri, muhteşem desenleri, motifleri olan elbiseleri daha önce görüp görmediği”ni sormuşlar. Zavallı Kral yardımcısı, gözlerini ne kadar oğuştursa, ne kadar dikkat kesilse hiçbir şey görememiş. Kendi kendisine “Yoksa ben de bir aptal mıyım?” demiş. “Bunu kimse bilmemeli. Elbiseleri göremediğimi kimseye, hele de Krala söylemeyeyim, olur şey değil” demiş. Dolandırıcı terzilerden biri “Gördükleriniz hakkında hiçbir şey söylemediniz efendim” demiş. Kral yardımcısı bu kez gözlüklerini takmış ve “muhteşem, mükemmel, harika elbiseler! Hele de şu desenler yok mu, fevkalâde! ” diye cevap vermiş. “Kralımıza da elbiseleri beğendiğimi, muhteşemliğini söyleyeceğim!” demiş.

Dolandırıcılar, diktiklerini söyledikleri elbiselerin özellikleri hakkında Kral yardımcısına bilgiler vermişler. İyice dinlemiş. Kral’ın yanına dönmüş ve ayrıntılı bir şekilde gördüklerini, daha doğrusu gördüğünü zannettiklerini anlatmış.

İki dolandırıcı terzi biraz daha para, biraz daha kaliteli sırma, sim, ek malzeme, vs. istemişler. Eskisi gibi boş tezgahlarda çalışır gibi yapmaya devam etmişler.

Kral bir süre sonra çalışmaları kontrol için bir müfettiş göndermiş. Müfettiş de Kral Yardımcısı gibi bakmış, bakmış ama boş tezgahlardan başka bir şey göremediği için şaşırmış. Dolandırıcı terziler “Ne muhteşem güzellikte kumaş ve elbiseler değil mi?” diyerek olmayan elbiseleri göstermişler. Yaptıkları işi öğünerek, abartarak anlatmışlar. Müfettiş “Allah Allah. Ben de aptal mıyım yoksa?” diye krize girmiş. “Anlaşılan görevime layık değilim. Çok garip ama bunu belli etmemeliyim!” O da başlamış görmediği kumaşlara, elbiselere övgüler yağdırmaya.. Kral’ın yanına döndüğünde “Haşmetmaap! Harika desenlerle süslü muhteşem elbiseler dikmişler.” Demiş.

Kral gönderdiği her iki kişinin bu övgüleri karşısında bir de kendisi elbiseleri görmek istemiş. Onları da yanına alıp, en yetkin adamlarından oluşan bir heyetle elbiselerin dikildiği salona girmişler. Ortada iki boş tezgah ve iki dolandırıcıdan başka kimse yok tabii. Ama dolandırıcılar harıl harıl çalışmaya devam ediyor gibi yapıyorlar. Daha önce gönderdiği Kral yardımcısı ve müfettiş dolandırıcı terzilere yaklaşır ve “Gerçekten de paha biçilmez elbiseler bunlar!” derler. “Kral hazretleri de görmek istemez mi bu güzellikleri? Şu desenler, şu motifler ne muhteşem”. Ve boş tezgahları göstermişler. Heyettekiler tezgahlarda işlenen kumaşları, elbiselere gördüklerini zannediyorlar tabii.

Kral “bu ne demek” diye düşünmüş. “Ben hiçbir şey görmüyorum! Aman Allah’ım yoksa ben de bir aptal mıyım? Kral olmaya layık değil miyim? Bu korkunç bir şey. “ Ama bunu ifade edememiş ve “Oooo, ne muhteşem elbiseler, gördüğüm ve giyeceğim en muhteşem elbiseler bunlar” demiş. Hiçbir şey görmediğini belli etmek istemeyen Kral ve yanındakiler bakmışlar ama ne bir şey görebilmişler, ne de anlayabilmişler. Kral’a bu muhteşem kumaştan dikilecek elbiseyi önümüzdeki büyük ulusal bayramdaki törende giymeyi tavsiye etmişler. “Muhteşem, olağanüstü, müthiş!” sözleri şehirde dillerde dolaşıyor herkes Kralın muhteşem elbiselerinden söz ediyormuş. Kral bu iki dolandırıcı terziye bir de ulusal şövalye nişanı ve ‘devlet üstün hizmet madalyası’ vermiş.

Ulusal bayram gününden bir gün önce iki dolandırıcı sabaha kadar uyumamış ve boş tezgahlarda gene çalışır gibi yaparak Kralın yeni elbiselerini yetiştirmek için sabahlamışlar. Tezgahlardan kumaş çekip, olmayan makaslarla, kesip biçip olmayan iğne ve ipliklerle diker gibi yapmışlar ve sonunda “Nihayet Kralımızın muhteşem elbiseleri hazır!” demişler.

Gün gelmiş. Törenden birkaç saat önce Kral sarayın ileri gelenlerini toplayıp terzilerin yanına gelmiş. Dolandırıcılar olmayan elbiseleri gösterip “hepsi de örümcek ağı kadar hafif ama muhteşem. İnsanın üzerinde hiçbir şey olmadığı intibaını veriyor ama bu elbiselerin üstünlüğü de burada zaten” demişler. Saray ileri gelenleri “evet doğru” diyerek tasdik etmişler ama bir şey görememişler. Kral’a “Majesteleri! Üzerinizdeki elbiseleri çıkarıp bizim diktiğimiz tören elbiselerini giyer misiniz? Size şu büyük ayna karşısında diktiğimiz elbiseleri göstermek istiyoruz” demişler. Kral soyunmuş ve dolandırıcılar diktikleri elbiseleri teker teker itina ile giydirir gibi yapmışlar, Kral aynaya bakıp bir sağa bir sola dönmüş. Yanındakiler ve terziler “harikasınız, çok yakıştı” demişler. Kral şaşkın şaşkın “Demek ki muhteşem, herkes öyle gördüğüne göre. Ben mi göremiyorum yoksa giydiğim elbiseleri? Aptal olmayayım sakın!”demiş kendi kendine. Derken yaveri “Majesteleri Ulusal bayram töreni hazır, demiş. Kral bir kez daha aynaya bakmış. Aslında hiçbir şey görmediklerini belli etmeyen Kralın yanındakilerle birlikte bütün bir şehir halkı da “Kralın yeni elbiseleri ne kadar muhteşem, ne kadar güzel, çok da yakışmış“ nidaları ile hayran hayran, çırılçıplak olan Kralın geçişini izlemişler.

Geldik hikâyemizin sonuna:

İşin burasında, kalabalıklar arasından küçük bir çocuk Kral’ı görünce çağlık çığlığa bağırmış: “Aman Allah’ın Kral çıplak!” Bu çığlığı duyan tüm şehir halkı silkinmiş, kendine gelmiş ve Kral’ın yanındakilerle birlikte “Duydunuz mu şu masum çocuğun çığlığını? Kralın üzerinde gerçekten hiçbir şey yok, kral çırılçıplak! ” demişler.

Hikayemiz bu kadar. Ancak derler ki hikayenin devamında, çocuğun ve halkın “Kral çıplak!” çığlıkları üzerine Kralın içine bir kurt düşmüş. O da halkın gördüğünü görüyor, kendisinin çıplak olduğunu biliyormuş ama “bir şey yokmuş gibi davranmaktan başka çare yok” diye düşünmüş. Olaydan sonra yanındaki bazı sadık hizmetkarları Kralın üzerinde muhteşem elbiseler varmış gibi davranmaya devam etmişler…

Kimbilir…. Belki “Kral Çıplak!” hikayesini bilenler, tekrar okuyanlar, masumiyetini kaybetmeyenler çıkar da bir gün TOKİ’nin şehirlerimizde yaptıklarının “hakikati”ni görürler, kavrarlar ve “Şehir mahvoluyor!” diye çığlık koparırlar.

Bu arada şehrimizin de TOKİ’den nasibini aldığını söylemeye gerek var mı?

Şehir estetiği bugünkü TOKİ’ye bırakılamayacak kadar idrak derinliği isteyen bir iştir!
Şehir imar ve inşası TOKİ’ye bırakılamayacak kadar insanî ve tezyinî bir iştir!
Velhasıl, şehir idraki bugünkü TOKİ’nin kavramaya mecali olmayacak kadar ağır bir “idrak” ister!

Yazımızın sonunda TOKİ yöneticilerine büyük Muhakkik Mimar Turgut Cansever’in bazı kılavuz kitaplarının isimlerini verelim. Belki okurlar da nasiplenirler. “Ev ve Şehir”, “Osmanlı Şehri”, “Kubbeyi Yere Koymamak”, “İslam’da Şehir ve Mimari”, “İstanbul’u Anlamak”, “Şehir ve Konut Üzerine Düşünceler” … Sadece bu 6 kılavuz kitabı okuyup içselleştirmek bile “şehir-insan ve medeniyet idraki” için yeterli.

Sözü, muhakkik mimarımız Rahmetli Turgut Cansever’in çığlığıyla bitirelim:

“Ayran budalası aydınlar Paris’te iki kenarı altı katlı binalarla dolu geniş caddeleri görüyor ve şaşkınlık içerisinde Türkiye’ye gelerek insan ölçeğindeki dünyanın güzelliğini bir kenara bırakıp hayran olduklarının eşini burada yapmaya kalkıyorlar. Hükmedici kudretin her şeyi çözeceğini zanneden Osmanlı’nın 19. asırdaki hakim sınıfı, bu aptalca şehir şekillendirme tavrını ülkemize getirmeyi marifet sanıyor. Modern metropolün en iyi çözümünü birbirinden kopuk şehir birimlerinden oluşması olarak hesaplıyoruz…”

Şehrimizin hafızası, hatırası ile birlikte hayatiyetini de yok edenlere ithaf olunur!

Ülkemizin tarihsel bir aktör olarak yeniden bölgesinde kendisini gösterdiği bir dönem aralanırken, TOKİ’nin de en azından bundan sonra yapacakları için “Şehir-İnsan ve Medeniyet” ekseninde kendisini yeniden sorgulaması gerekmez mi?

TOKİ yönetici ve uygulayıcıları “tarih ve medeniyet saygısı” ve sorumluluğu taşıyorlarsa, muhakkik-mimar Turgut Cansever’in sadece yukarıda sıraladığımız 6 kitabını özümsemesi yeterli ! Çünkü bu kitaplar ‘yol haritası’ niteliğinde.

TOKİ’den beklediğimiz: Bundan sonra yapacaklarıyla ülkemizin, insanımızın yüzünü ağartmalı! Bizi de eleştirilerimizden dolayı mahcup etmesi! Bugün tarihî şehirlerimizde kimsesiz bir biçimde yaşamaya devam eden mimari eserlerimize, mekânlarımıza, eski evlerimize nasıl ‘hayranlık’la bakıyorsak, yarınki nesiller de bugün TOKİ’nin yaptıklarına ‘hiddet’le değil ‘hayranlık’la baksınlar ve sonraki nesillere örnek göstersinler !

Tarih TOKİ’yi “şehir canisi” değil “şehir bânisi” olarak kaydetmeli diye düşünüyorum! Şiddetli eleştirilerimizin kaynağı ve sebebi de budur!

(Günebakış, 16 Mart 2011)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder