Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com
Kimi etimologlar İngilizce magazine, Fransızca magasin, İtalyanca magazzino kelimesi ile Arapça mehazin kelimesi arasında akrabalık olduğunu söylerler. Hatta bu kelimenin batı dillerine Arapçadan geçtiği söylenir. Doğrudur da…
İngilizce magazin: dergi, Fransızca magazin: ambar, mağaza, büyük dükkan, İtalyanca magazin ise gemi ambarıdır. Arapça’da ise mehazin, bildiğimiz mahzen kelimesinin çoğulu, yâni saklama yeri, depolama anlamına geliyor.
Oldukça ilginç… Dünya dillerinin kök olarak akrabalığına, daha sonra coğrafyalara dağılıp anlam değişmelerine örnek ilginç bir kelimedir magazin.
Yaşadığımız şehir de içerisinde olmak üzere Modern batı şehirlerinin magazinleşmesi, yâni insan mahzenine dönüşmesi bir yana, bizim şehirlerimizin de artık geri dönülmez biçimde magazinleştiğini, insan deposundan ibaret mahzen haline getirildiğini görebiliyor muyuz?
Bir depoda istif edilen paketler ve odun parçaları ne ise, şehirde insan toplulukları da o. Tek fark: İnsanın, şehirde biyolojik hayat sürmesi.
Şehirde hayatın kendisi magazinleşmiştir. Bizim şehrimiz artık topyekûn magazin sayfasıdır. Bu sayfada varlık ve idrak da dâhil her şey magazin konusudur. Yaşadığımız şehri, insanına 3. sayfa haberi gibi sunan, şehri 3. sayfa olaylarına indirgeyen ve algılatan, o şehri bir insan mahzenine çeviren Şehir Yöneticileri var. Var demenin ötesinde mebzûl (bolca) miktarda mevcut. Şehrini magazin sayfasına çeviren şehir yöneticilerinin de yeri, olsa olsa “arka kapak güzeli” olur. Bununla da öğünebilirler.
Eğlencenin, sporun, müziğin hayatın merkezine odaklandırıldığı bir şehrin akıbeti, şairin mısralarında saklı: “Hangi şehre girdimse, kapıda bekler, sodom-gomore denen kıyamet!”
Şehir magazinleşince, insanlar günlük hayatın basitleştirilmiş, gastro ve metabolizmaya indirgenmiş ilişkileri içinde hiçbir şeyi doğru göremiyor, doğru anlayamıyor. Çünkü şehirde varlık ve idrake ilişkin hiçbir şeyin karşılığı yok.
Şehir magazinleşince, mağazaya dönüşünce orada tek bir ilişki biçimi vardır. O da; alıp-satanların sevinç çığlıklarıyla, alınıp satılanların paketlenme gürültüleri.
Kim ne derse desin, şehirlerimizde/şehrimizde böyle bir hayat var edilmiştir. Şehirlerimizin bugünkü halini magazin=mahzenden iyi resmeden bir kelime aramaya gerek yok. Şehrin tam karşılığı bu. Şehirdeki hayatın da tam karşılığı magazin hayatı veya mahzen hayatı.
Şehrin rantı da bu magazinde/mahzende kuruluyor. Fiyatlar oluşuyor, yükseliyor, düşüyor. “Değer” diye bir şey yok. Çünkü değer “varlık ve idrak”le alâkalıdır.
Magazinleştirilmiş, mağazaya, mahzene mahkûm edilmiş bir şehirde, genel anestezi verilmiş insanların nefes alıp veren hayatı… Şair diyor ya: “Tükür bu hayatın yüzüne!” İyi de mahzende anestezi halinde kim tükürecek, kim idrak edecek bu hayatı?
Uzun süredir magazinde/mahzende yaşıyoruz. Dışarı çıkmamıza imkân yok. Ola ki, birisi mahzende, magazinde mahkûm hayatı yaşadığının farkına varırsa, o zaman magazinde/mahzende paniklemenin vaktidir.
İlginç olan bir şey de; düşünenleri, bu işin idrakine sahip olanları da magazinde/mahzende yaşatıyorlar. Onlar da mahzenle sınırlı düşünmek zorundalar.
Modern zaman şehirlerinin magazinleşmesi/mahzenleşmesi aklımıza Eflatun’un ünlü “mağara” benzetmesini getirdi. Ömür boyu bir mağarada yaşayan insanlar, mağaranın duvarına düşen gölgeleri görüp, onları hakikat zannediyorlar. Mağaranın dışına çıkan içlerinden birisi, aydınlıktan gözleri kamaşıp hızla tekrar mağaraya kaçıyor ve “bunlar gölgeler, hakikat değil. Asıl hakikat dışarıda.” diyor.
Eflâtun’un bu mağara istiaresi/sembolizmi şehirde yaşanan hayatı aynen yansıtıyor.
Aslında o dışarı çıkan kişi tekrar mağaraya döndüğünde, arkadaşlarına hakikatin dışarıda olduğunu nasıl anlatacak? Temel sorunumuz da bu değil mi? Bize benimsetilen bu şehir imgesinin kabuklarını kırıp atabilecek idrake sahip miyiz?
Şehirdeki insan magazin mahzeninin ve mahşerinin farkında değil.
Bakın etrafınıza! Şehrinizin dışına çıkabiliyorsanız, dönüp bakın nasıl bir magazin/mahzen göreceksiniz?
Halüsinasyon görmüyoruz, var olan şehir ve insan gerçeğine işaret etmek istiyoruz. Asıl halüsinasyon, magazinde/mahzende yaşarken şehirde yaşadığını zannetmektir.
Bu magazinden/mahzenden nasıl kurtulacağız?
Bu soruyu sorabiliyorsak halâ hayat emaresi taşıyabiliyoruz?
Bize şehre, bir anlamda kendimize soru sormayı unutturdular. Aslında o sorunun cevabı da ondan daha güzel bir sorudur: Şehrin ortasındaki bu ben kimdir, kimin nesiyim ben?
(Günebakış, 27 Temmuz 2011)
duzenliyahya@gmail.com
Kimi etimologlar İngilizce magazine, Fransızca magasin, İtalyanca magazzino kelimesi ile Arapça mehazin kelimesi arasında akrabalık olduğunu söylerler. Hatta bu kelimenin batı dillerine Arapçadan geçtiği söylenir. Doğrudur da…
İngilizce magazin: dergi, Fransızca magazin: ambar, mağaza, büyük dükkan, İtalyanca magazin ise gemi ambarıdır. Arapça’da ise mehazin, bildiğimiz mahzen kelimesinin çoğulu, yâni saklama yeri, depolama anlamına geliyor.
Oldukça ilginç… Dünya dillerinin kök olarak akrabalığına, daha sonra coğrafyalara dağılıp anlam değişmelerine örnek ilginç bir kelimedir magazin.
Yaşadığımız şehir de içerisinde olmak üzere Modern batı şehirlerinin magazinleşmesi, yâni insan mahzenine dönüşmesi bir yana, bizim şehirlerimizin de artık geri dönülmez biçimde magazinleştiğini, insan deposundan ibaret mahzen haline getirildiğini görebiliyor muyuz?
Bir depoda istif edilen paketler ve odun parçaları ne ise, şehirde insan toplulukları da o. Tek fark: İnsanın, şehirde biyolojik hayat sürmesi.
Şehirde hayatın kendisi magazinleşmiştir. Bizim şehrimiz artık topyekûn magazin sayfasıdır. Bu sayfada varlık ve idrak da dâhil her şey magazin konusudur. Yaşadığımız şehri, insanına 3. sayfa haberi gibi sunan, şehri 3. sayfa olaylarına indirgeyen ve algılatan, o şehri bir insan mahzenine çeviren Şehir Yöneticileri var. Var demenin ötesinde mebzûl (bolca) miktarda mevcut. Şehrini magazin sayfasına çeviren şehir yöneticilerinin de yeri, olsa olsa “arka kapak güzeli” olur. Bununla da öğünebilirler.
Eğlencenin, sporun, müziğin hayatın merkezine odaklandırıldığı bir şehrin akıbeti, şairin mısralarında saklı: “Hangi şehre girdimse, kapıda bekler, sodom-gomore denen kıyamet!”
Şehir magazinleşince, insanlar günlük hayatın basitleştirilmiş, gastro ve metabolizmaya indirgenmiş ilişkileri içinde hiçbir şeyi doğru göremiyor, doğru anlayamıyor. Çünkü şehirde varlık ve idrake ilişkin hiçbir şeyin karşılığı yok.
Şehir magazinleşince, mağazaya dönüşünce orada tek bir ilişki biçimi vardır. O da; alıp-satanların sevinç çığlıklarıyla, alınıp satılanların paketlenme gürültüleri.
Kim ne derse desin, şehirlerimizde/şehrimizde böyle bir hayat var edilmiştir. Şehirlerimizin bugünkü halini magazin=mahzenden iyi resmeden bir kelime aramaya gerek yok. Şehrin tam karşılığı bu. Şehirdeki hayatın da tam karşılığı magazin hayatı veya mahzen hayatı.
Şehrin rantı da bu magazinde/mahzende kuruluyor. Fiyatlar oluşuyor, yükseliyor, düşüyor. “Değer” diye bir şey yok. Çünkü değer “varlık ve idrak”le alâkalıdır.
Magazinleştirilmiş, mağazaya, mahzene mahkûm edilmiş bir şehirde, genel anestezi verilmiş insanların nefes alıp veren hayatı… Şair diyor ya: “Tükür bu hayatın yüzüne!” İyi de mahzende anestezi halinde kim tükürecek, kim idrak edecek bu hayatı?
Uzun süredir magazinde/mahzende yaşıyoruz. Dışarı çıkmamıza imkân yok. Ola ki, birisi mahzende, magazinde mahkûm hayatı yaşadığının farkına varırsa, o zaman magazinde/mahzende paniklemenin vaktidir.
İlginç olan bir şey de; düşünenleri, bu işin idrakine sahip olanları da magazinde/mahzende yaşatıyorlar. Onlar da mahzenle sınırlı düşünmek zorundalar.
Modern zaman şehirlerinin magazinleşmesi/mahzenleşmesi aklımıza Eflatun’un ünlü “mağara” benzetmesini getirdi. Ömür boyu bir mağarada yaşayan insanlar, mağaranın duvarına düşen gölgeleri görüp, onları hakikat zannediyorlar. Mağaranın dışına çıkan içlerinden birisi, aydınlıktan gözleri kamaşıp hızla tekrar mağaraya kaçıyor ve “bunlar gölgeler, hakikat değil. Asıl hakikat dışarıda.” diyor.
Eflâtun’un bu mağara istiaresi/sembolizmi şehirde yaşanan hayatı aynen yansıtıyor.
Aslında o dışarı çıkan kişi tekrar mağaraya döndüğünde, arkadaşlarına hakikatin dışarıda olduğunu nasıl anlatacak? Temel sorunumuz da bu değil mi? Bize benimsetilen bu şehir imgesinin kabuklarını kırıp atabilecek idrake sahip miyiz?
Şehirdeki insan magazin mahzeninin ve mahşerinin farkında değil.
Bakın etrafınıza! Şehrinizin dışına çıkabiliyorsanız, dönüp bakın nasıl bir magazin/mahzen göreceksiniz?
Halüsinasyon görmüyoruz, var olan şehir ve insan gerçeğine işaret etmek istiyoruz. Asıl halüsinasyon, magazinde/mahzende yaşarken şehirde yaşadığını zannetmektir.
Bu magazinden/mahzenden nasıl kurtulacağız?
Bu soruyu sorabiliyorsak halâ hayat emaresi taşıyabiliyoruz?
Bize şehre, bir anlamda kendimize soru sormayı unutturdular. Aslında o sorunun cevabı da ondan daha güzel bir sorudur: Şehrin ortasındaki bu ben kimdir, kimin nesiyim ben?
(Günebakış, 27 Temmuz 2011)