9 Temmuz 2011 Cumartesi

“MODERN ZAMAN KENTİNDE YAŞAMANIN HİÇBİR İNSANÎ NEDENİ YOK”

Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com

Yüzyılımızın önemli düşünürlerinden Baudrillard’ın “Amerika” kitabında New York’u anlatırken söylediklerini okuyunca, yaşadığımız şehrin ve insanların rüyalarını süsleyen modern zaman kentlerini nasıl bir meş’um akıbetin beklediğini görür gibi oluyoruz. Modernliğin kemalini yaşayan, ömrünü tamamlamış kentlerin ‘metal yorgunluğu’ yaşadıkları, hız ve ritm içinde ölümü beklediklerine şahit oluyoruz.

İnsanın modern zaman kentlerinde nasıl yalnızlaştığı, nasıl atomize olduğuna Baudrillard’ın New York için söylediklerinden kesitler aktaralım: “Burada sokaklarda tek başına düşünen, tek başına şarkı söyleyen, tek başına yiyip kendi kendine konuşan insanların sayısı ürkütücü. Ama yine de bir araya gelmiyor; tersine birbirlerinden kaçıyorlar; dolayısıyla birbirlerine benzemeleri kuşkulu…

Ancak belli bir yalnızlık var ki başka hiçbir yalnızlığa benzemiyor. Herkesin önünde, bir duvarın, bir arabanın motor kapağı üstünde, bir parmaklık boyunca yemeğini tek başına hazırlayan adamın yalnızlığı. Burada her yerde görülüyor bu; dünyada görülen en üzücü sahne; yoksulluktan daha üzücü; herkesin içinde yalnız başına yemek yiyen bir kişi, dilenen bir kişiden daha çok üzücü. Hiçbir şey bundan daha çok insan ya da hayvan yasalarıyla çelişkili değil, çünkü hayvanlar yiyeceği paylaşmaktan ya da almak için çekişmekten her zaman onur duyarlar. Tek başına yemek yiyen insan ölmüştür… ”

İnsanın tek başına dağ başında yaşamasıyla kalabalıklar içinde yalnız olarak şehirde yaşaması arasında fark var mıdır? Veya benzerlik var mıdır? Bu soruya Baudrillard New York’tan cevaplar arıyor:

“İnsanlar neden New York’ta yaşıyorlar? Aralarında hiçbir bağ yok. Ama yalnızca iç içe yaşamanın neden olduğu bir elektriklenme dışında. Yapay bir merkeziyet için büyük bir yakınlık ve çekim duygusu. New York’u kendi kendini çekici bir çevre yapan işte bu; bu çevreden çıkmak için de hiçbir neden yok. Burada bulunmanın hiçbir insani nedeni yok; iç içe, birbirine yakın yaşamanın verdiği sarhoşluk dışında…”

İnsanın dehşete düştüğü bir durum. Hayatın da ölümün de hiçbir anlamının olmaması için çıldırmış olmak gerek. Ama modern zaman kentlerinde çıldırmış olmak sıradan bir olay. Kimse kimsenin farkında değil. Metallerin birbirine değmesiyle oluşan elektrik, ne yazık ki insanlar arasında yok. Kentin insanı ‘yaşıyor göstererek’ öldürmesi böyle bir şey olsa gerek.

Baudrillard, modern zaman kentlerinin gelecekte nasıl yok olacağını bir kâhin üslubuyla belirtiyor: “Gelecekte kentler daha genişlemiş ve kentlikten çıkmış olacaklar, yine gelecekte kentler toprak altında yitecek, adları bile kalmayacak. Her şey yapay ışık, yapay enerji ile dolu altyapıya dönüşecek. Parlak üstyapı, çılgın dikeylik yok olacak. New York yatay parçalanmanın ve onun ardından gelen yer altı patlamasının gerçekleşmesinden önce bu barok dikeyliğin, bu merkezkaç tuhaflığın son sınırıdır…”

“New York, tüm halkın şaşılacak bir suç ortaklığı ile yakın yıkımını komedi imiş gibi görüyor; ama bu onun çöküşünün bir sonucu değil, kendi gücünün bir sonucu; bu gücü de üstelik hiçbir şey korkutmuyor; çünkü korkutan hiçbir şey yok ortada. Yoğunluğu, yapay elektrikliği herhangi bir savaş düşüncesini yok ediyor. Bir gün önce o kadar çok enerji harcanıyor ki, ertesi sabah yaşamın yeniden başlaması bir tür mucize…”

Baudrillard “bu ülke umutsuzdur” diyerek Amerikan kentlerinin vahşiliğine not düşüyor:

“Burada kentler, gezgin çöller gibi. Anıt yok, tarih yok: Her yerde gezgin çöllerin ve simülasyonun coşkusu. Birçok vadisi bulunan çorak toprakların bozulmamış sessizliği içinde de, bitmeyen ve aldırmaz kentlerin içinde de aynı vahşilik… Buralarda her türlü derinlik yok olmuş; parlak, devingen ve yüzeysel yansızlık; anlama ve derinliğe meydan okuma, doğaya ve kültüre meydan okuma, kökeni artık belli olmayan, kaynağı olmayan bir üst-mekân…”

İşte size çağımızın en önemli düşünürlerinden birisinin gözüyle “dünyanın gıpta ettiği” modern zaman kentinin görünüşü…

Hız içinde huzursuzluğun, ışık altında kasvetin, insan görünümü içinde eşyalaşmanın, gözleri kamaştıran bir özentiye dönüştüğü ülkemizin zavallı şehir yöneticileri! Nasıl bir ‘derin şehir’e sahip olduğunuzu idrak etmemenin cezası olarak; batı insanını bitkisel hayata mahkûm eden kentlerin çekiciliği size yeter!

Baudrillard’ın cümleleri, “kentsel dönüşüm” cinnetine tutulmuş şehir yöneticilerine ve “Şehircilik Bakanı”mıza ithaf olunur.

“İşte yolculuk bitti” diyen düşünürümüzün sözünü soruya dönüştürerek bitirelim: “Şehirlerimizin yolculuğu bitiyor mu? “

(Günebakış, 13 Temmuz 2011)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder