Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com
Modernizmin geçtiğimiz yüzyıl ve yaşadığımız çağda insan ve eşyayı görülmemiş bir hız ve tahribatla öğütüp, yeni bir formla postmodernizm veya başka isimler altında yeniden ortaya çıktığını görünce hatırımıza Giovanni Papini geldi.
Bir yazımızda kendisinden alıntı yaptığımız 20. yüzyılın önemli İtalyan yazarı Giovanni Papini’nin, meşhur eseri “Gog”da yer alan 20 Ekim tarihli Milano günlüğünde “İtalya’nın Çirkinleşmesi” başlığıyla anlattığı İtalya’ya ait gözlem, tespit ve fikirlerinin yerine, yaşadığımız şehri koyduğumuzda şehirlerimizin nasıl bir “modernist yıkım” altında olduklarını daha iyi anlarız.
Modernizmin azaba dönüştürdüğü insanın ‘kısa metrajlı’ hayatı, modern zaman şehirlerinde sürekli kurulup-bozulan bir kurgudan ibaret… İnsan sadece hareket eden bir obje...
Papini’nin kahramanı Gog’un ağzından okumaya başlayalım:
“…’nın şanlı ve hülyalı manzaralarını yeniden görmek istedim. Üç buçuk ay süren dolaşmalardan sonra bu memleket hesabına olduğu kadar kendi hesabıma da üzüntü duydum.
“…’ı ilk olarak elli yıl önce görmüştüm. Modern uygarlık denilen şey onu daha o zamanlar bozmaya başlamıştı. Onunla beraber insan insanların güzel vatanı yine de orasıydı. Hâlâ bozulmamış, XIV’ncü veya XV’nci asır dekorları içinde XIX’ncu asır mutlu havasının teneffüs edildiği yerler vardı… Fakirdi, fakat hiçbir bankanın veremeyeceği servetlere henüz sahiptiler:
Aşk, samimiyet, neş’e. (Şehr)’ in bazı ilçeleri pisti, ama bu antik ve sıhhatli, tabii ve gerçek bir pislikti, tabiatın güzelliğini bozmuyor, havanın temizliğini kirletmiyordu. (Şehir) de konfor yoktu ilkeldi, ama yollarının sakinliği, meydanlarının geniş havası, küçük şehirlerin huzuru, mütevazı ve hareketli bir hayatın sessizliği, âdetlerinin sevimli sadeliği, kibarların babacan halleri ile halktan olduklarını gösteren tebessümleri ve halkın kibarlığı ile gezegenleri memnun ediyordu.
… Elveda, sevimli ve eski şehir…! Elveda, … Daracık, yayalar için yapılmış sokaklar gürültülü otomobiller, dayanılmaz motorlu bisikletlerle doldu... Kamçı şaklamaları çınlayan yerlerde şimdi demir hırıltıları, otomobil ulumaları ve egzoz patlamaları, motor homurtuları, klâkson çığlıkları,
gramofonların, hoparlörlerin kulakların zarlarını patlatan kakafonileri duyuluyor.
Bugün… sokakları bütün Avrupa’nın en gürültülü, en tehlikelilerindendir.(şehirli)ler, sanki gürültünün, hareketin, süratin, lüksün, gururun, hayatın bir ifadesiymiş gibi davranıyorlar. Bir bina veya heykel seyretmek için, bir meydanda durmak imkânsızdır. Gürültüden insanın beyni durur, kendisi de her an çiğnenebilir. Daha da fenası makineler (şehirli)lerin kendi karakterlerini de değiştirmiştir. Herkes acele ediyor, herkesin sesi kabadır, suratları asık veya hakaret doludur.
Gürültü ile beraber kokular da çoğaldı. Yalnız şehirlerin kalabalık caddelerinde değil, deniz kenarlarındaki bulvarlarda, ortaçağdan kalma küçük şehirlerde, hatta parklarda, yeşil vadilerde, köy yollarında bile rüzgârın getirdiği güzel kokulara benzin, mazot, yanmış yağ ve buna benzer leş gibi şeyler karışıp onları yok ediyor… işte böyle oldu. Bugün daha zengin, daha hareketli, daha modern görünüyor. Gerçekte eskisinden daha fakir ve daha çirkindir.
Modern evler kişilikleri olmayan, iğrenç, kocaman kışlalardır. Gökdelenlere ulaşamıyorlar, fakat bahçeli, çardaklı, şüphesiz en son su tesisleri olmayan ama güneş ve yeşillik içindeki eski mütevazı evleri aratıyorlar.
… son yıllarda yapılmış şeylerin hemen hepsi daha iddialıdır, fakat anlatılamayacak kadar çirkindir. Şehirlerde gölgeli bahçeleri, yerlerine nefret verici hücrelerinde aptal, küçük emlak sahiplerinin oturacakları betonarma kışlalar yapılsın diye acımadan kaldırıyorlar.
… Ben modernliğin bütün makineleri ile hâkim olduğu bir memleketten geliyorum ve
gelişme denilen şeyin düşmanı değilim …(Şehir) günden güne daha da gürültülü, daha bayağı, daha çirkin, daha pis kokulu olmaktadır, yani daha az güzel, daha az oturulacak bir yer haline gelmektedir.
duzenliyahya@gmail.com
Modernizmin geçtiğimiz yüzyıl ve yaşadığımız çağda insan ve eşyayı görülmemiş bir hız ve tahribatla öğütüp, yeni bir formla postmodernizm veya başka isimler altında yeniden ortaya çıktığını görünce hatırımıza Giovanni Papini geldi.
Bir yazımızda kendisinden alıntı yaptığımız 20. yüzyılın önemli İtalyan yazarı Giovanni Papini’nin, meşhur eseri “Gog”da yer alan 20 Ekim tarihli Milano günlüğünde “İtalya’nın Çirkinleşmesi” başlığıyla anlattığı İtalya’ya ait gözlem, tespit ve fikirlerinin yerine, yaşadığımız şehri koyduğumuzda şehirlerimizin nasıl bir “modernist yıkım” altında olduklarını daha iyi anlarız.
Modernizmin azaba dönüştürdüğü insanın ‘kısa metrajlı’ hayatı, modern zaman şehirlerinde sürekli kurulup-bozulan bir kurgudan ibaret… İnsan sadece hareket eden bir obje...
Papini’nin kahramanı Gog’un ağzından okumaya başlayalım:
“…’nın şanlı ve hülyalı manzaralarını yeniden görmek istedim. Üç buçuk ay süren dolaşmalardan sonra bu memleket hesabına olduğu kadar kendi hesabıma da üzüntü duydum.
“…’ı ilk olarak elli yıl önce görmüştüm. Modern uygarlık denilen şey onu daha o zamanlar bozmaya başlamıştı. Onunla beraber insan insanların güzel vatanı yine de orasıydı. Hâlâ bozulmamış, XIV’ncü veya XV’nci asır dekorları içinde XIX’ncu asır mutlu havasının teneffüs edildiği yerler vardı… Fakirdi, fakat hiçbir bankanın veremeyeceği servetlere henüz sahiptiler:
Aşk, samimiyet, neş’e. (Şehr)’ in bazı ilçeleri pisti, ama bu antik ve sıhhatli, tabii ve gerçek bir pislikti, tabiatın güzelliğini bozmuyor, havanın temizliğini kirletmiyordu. (Şehir) de konfor yoktu ilkeldi, ama yollarının sakinliği, meydanlarının geniş havası, küçük şehirlerin huzuru, mütevazı ve hareketli bir hayatın sessizliği, âdetlerinin sevimli sadeliği, kibarların babacan halleri ile halktan olduklarını gösteren tebessümleri ve halkın kibarlığı ile gezegenleri memnun ediyordu.
… Elveda, sevimli ve eski şehir…! Elveda, … Daracık, yayalar için yapılmış sokaklar gürültülü otomobiller, dayanılmaz motorlu bisikletlerle doldu... Kamçı şaklamaları çınlayan yerlerde şimdi demir hırıltıları, otomobil ulumaları ve egzoz patlamaları, motor homurtuları, klâkson çığlıkları,
gramofonların, hoparlörlerin kulakların zarlarını patlatan kakafonileri duyuluyor.
Bugün… sokakları bütün Avrupa’nın en gürültülü, en tehlikelilerindendir.(şehirli)ler, sanki gürültünün, hareketin, süratin, lüksün, gururun, hayatın bir ifadesiymiş gibi davranıyorlar. Bir bina veya heykel seyretmek için, bir meydanda durmak imkânsızdır. Gürültüden insanın beyni durur, kendisi de her an çiğnenebilir. Daha da fenası makineler (şehirli)lerin kendi karakterlerini de değiştirmiştir. Herkes acele ediyor, herkesin sesi kabadır, suratları asık veya hakaret doludur.
Gürültü ile beraber kokular da çoğaldı. Yalnız şehirlerin kalabalık caddelerinde değil, deniz kenarlarındaki bulvarlarda, ortaçağdan kalma küçük şehirlerde, hatta parklarda, yeşil vadilerde, köy yollarında bile rüzgârın getirdiği güzel kokulara benzin, mazot, yanmış yağ ve buna benzer leş gibi şeyler karışıp onları yok ediyor… işte böyle oldu. Bugün daha zengin, daha hareketli, daha modern görünüyor. Gerçekte eskisinden daha fakir ve daha çirkindir.
Modern evler kişilikleri olmayan, iğrenç, kocaman kışlalardır. Gökdelenlere ulaşamıyorlar, fakat bahçeli, çardaklı, şüphesiz en son su tesisleri olmayan ama güneş ve yeşillik içindeki eski mütevazı evleri aratıyorlar.
… son yıllarda yapılmış şeylerin hemen hepsi daha iddialıdır, fakat anlatılamayacak kadar çirkindir. Şehirlerde gölgeli bahçeleri, yerlerine nefret verici hücrelerinde aptal, küçük emlak sahiplerinin oturacakları betonarma kışlalar yapılsın diye acımadan kaldırıyorlar.
… Ben modernliğin bütün makineleri ile hâkim olduğu bir memleketten geliyorum ve
gelişme denilen şeyin düşmanı değilim …(Şehir) günden güne daha da gürültülü, daha bayağı, daha çirkin, daha pis kokulu olmaktadır, yani daha az güzel, daha az oturulacak bir yer haline gelmektedir.
Elli yıl sonra da, ‘Avrupa’nın bahçesi’nin haşmeti ve güzellikleri, bu çılgın asrın yarattığı barbar uygarlığın kötü bir kopyası altında ezilmiş, boğulmuş olacaktır.”
Papini’den alıntımız bu kadar.
Modern zamanların yok ediciliğinden, kötülüklerinden bahseder ve başımıza gelen her şeyin sebebi ve suçlusu olarak görürken; bütün bunların “insan eliyle” gerçekleştirildiğini, ‘modern zaman sendromu’ndan kurtulup bütün bu ‘musibetler’in özellikle de “şehir katliâm”larının
yöneticiler eliyle gerçekleştiğini düşündüğümüzde; şehir yöneticiliğinin nasıl bir vicdanî sorumluluk ve vebal istediğini anlarız.
Yaşadığımız şehri “yaşanılır” hale getirmek şehir yöneticilerinin mutlak görevi olduğu gibi, Papini’nin anlattığı gibi; modern zaman malzemeleri ve araçlarıyla insanlara hayatı zehir etmek de herhalde onların görev alanında olsa gerek…
Papini, 90 yıl önce gözlemleyip yazdıklarıyla bugünü görseydi, 1920’lerde yazdığı şu cümleyi herhalde tekrar ederdi: “İnsanlar sağır kalpleri yüzünden yüzyıldan yüzyıla daha çok azap çekilen bir cehennemde hâlâ inleyip duruyorlar.”
Hızla böyle bir akıbete doğru gidiyoruz. Giderken de ne yapacağımızı şaşırmış bir durumda savruluyoruz. Savrulurken de yol aldığımızı zannediyoruz.
Şehirde çektiğimiz azaptan kurtulmak istiyorsak öncelikle “azap çektiğimiz”in farkında olmamız gerek.
(Günebakış, 14 Aralık 2011)
Papini’den alıntımız bu kadar.
Modern zamanların yok ediciliğinden, kötülüklerinden bahseder ve başımıza gelen her şeyin sebebi ve suçlusu olarak görürken; bütün bunların “insan eliyle” gerçekleştirildiğini, ‘modern zaman sendromu’ndan kurtulup bütün bu ‘musibetler’in özellikle de “şehir katliâm”larının
yöneticiler eliyle gerçekleştiğini düşündüğümüzde; şehir yöneticiliğinin nasıl bir vicdanî sorumluluk ve vebal istediğini anlarız.
Yaşadığımız şehri “yaşanılır” hale getirmek şehir yöneticilerinin mutlak görevi olduğu gibi, Papini’nin anlattığı gibi; modern zaman malzemeleri ve araçlarıyla insanlara hayatı zehir etmek de herhalde onların görev alanında olsa gerek…
Papini, 90 yıl önce gözlemleyip yazdıklarıyla bugünü görseydi, 1920’lerde yazdığı şu cümleyi herhalde tekrar ederdi: “İnsanlar sağır kalpleri yüzünden yüzyıldan yüzyıla daha çok azap çekilen bir cehennemde hâlâ inleyip duruyorlar.”
Hızla böyle bir akıbete doğru gidiyoruz. Giderken de ne yapacağımızı şaşırmış bir durumda savruluyoruz. Savrulurken de yol aldığımızı zannediyoruz.
Şehirde çektiğimiz azaptan kurtulmak istiyorsak öncelikle “azap çektiğimiz”in farkında olmamız gerek.
(Günebakış, 14 Aralık 2011)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder