7 Aralık 2011 Çarşamba

ŞEHİR ÂH ŞEHİR...

Yahya DÜZENLİ

duzenliyahya@gmail.com

Şehir hasreti, hem içinde yaşarken hem de ondan uzakta iken duyulan insanî bir gerçeklik olarak her an yaşayabileceğimiz bir duygudur. Bir şehre hasretin, o şehrin tarihine, coğrafyasına, mekânlarına duyulan bir iştiyak olduğu kadar, insanlarıyla ‘yaşanmaya değer’ olduğunu bilenler, ancak “daüssıla”nın ne olduğunu hissederler. Onun içindir ki eskiler “şerefül mekân bil mekîn” (Bir mekânın şerefi o mekândaki insanlarladır) demişlerdir.

Üstad Necip Fazıl’ın 1943’de “Hasan Ağanın Cevabı” başlığıyla yazdığı bir yazı var ki, insanın (eski deyimle) dâüssıla, yâni hastalık haline gelen sıla hasretinin, memleket hasretinin ne olduğunu, nasıl yakıcı bir şey olduğunu anlatır. Eski Yunanca’dan Fransızcaya geçen ve günümüz türkçesine yerleşen “nostalji” daüssılâ’nın yerine kullanılıyor.

Şehir hasretinin ne olduğunu, ne olması gerektiğini, hasretin sonunda “vuslat” (kavuşma)ın olmaması da bir ayrı hüzün… Karadenizli yaşlı bir kadına “Aşk nedir?” diye sormuşlar. “Seversun alamasun aşk olur!” cevabını vermiş.

Üstad’ın bir köy ve Hasan Ağa misaliyle hikâyeleştirerek anlattığı hikaye, şehrimizi ve şehrimizin insanlarını, mekânlarını ve şehrimizde meftûnu olduğumuz her ne varsa onları düşünerek ve Üstad’ın “Ata Senfoni” kitabına “dünyanın en güzel hikayesini anlatacağım” diyerek yazdığı bu hikâyeyi 1943’deki şekliyle gibi buraya alıyorum.

Vaktiyle Anadolu’nun bir tarafında, Hasan Ağa isimli ihtiyar bir köylünün bir memura verdiği cevabı duymuştum. Şimdi hemen kaydetmeliyim ki, bütün ömrümde ve bütün edebiyat plânında ben, bu söz kadar içine mâna, ruh, renk, manzara ve eda sığdırabilmiş bir cümleye rastgelmedim.

Memur, Hasan Ağanın köyüne, arada bir hükümet hesabına at satın almaya gidermiş… Atlarıyle meşhur bir köy… Eskidenberi tanıdığı Hasan Ağayı ve Hasan Ağanın köyünü, memur, nihayet 1914 Dünya Harbinden sonra, yine bir satın alma vesilesiyle ziyaret etmiş…

Artık ne köy, o eski köy; ne de Hasan Ağa, o eski Hasan Ağa… Her şey o, fakat o değil… Köy harap, çehreler yabancı, Hasan Ağa iki büklüm… Her şey yerli yerinde, fakat her şeyde bir şey eksik… O eksik olan şey müthiş; o şey hayat…

- Hasan Ağa, filân nerede?

- Öldü!

- Ya falana ne oldu?

- Göçtü gitti!

- Nerede bütün o iyi adamlar?

- Hiçbirisi kalmadı!

- Şu adam kimin nesi?

- Bir yabancı!.

- Atlar ne âlemde, o atlar?

- Hepsi kırıldı gitti.

- O meşhur Ceylân?

- Bir sabah ahırında ölü bulduk!

- Ya Sülün, bakla kırı tay?

- Nazara uğradı!

- Ne diyorsun Hasan Ağa, dorular, yağızlar, allar?..

- Hepsi, hepsi mahvoldu!

- Desene ki köyünüzde, iyi atlarıyle meşhur köyünüzde ne adam kaldı, ne at!..

Tam o anda Hasan Ağa yosunlu gözlerini memurun gözlerine dikip tane tane şu cevabı vermiş:

- Senin anlayacağın, Bey, iyi adamlar, iyi atlara bindileeer, gittiler…

Tekrar edeyim ki, Hasan Ağanın cevabındaki plâstika zenginliği, remz güzelliği, şiir kesafeti, hüzün ve meraret ifadesi, hassasiyet cevheri, misilsiz bir örnek canlandırıyor. Nur ve hayatiyeti uçmuş bir varlık plânında, iyi adamların iyi atlara binip dasitanî bir hicret halinde çekilişi. Hasan Ağanın cevabında, sanki bütün asrımızı kucaklayan bir ölçüdür:

- Senin anlayacağın, Bey, iyi adamlar, iyi atlara bindileeer, gittiler!..

İnsanı derin bir melâle, hüzne davet eden bu müthiş hikâyeyi şehrimize ayna tutarak biz de “iyi insanlar iyi atlara bindileeer, gittiler!” mi diyeceğiz?

Şu kadar ki; büyük ölçüde şehrimizde yapılan “hiçbir şeyin yerli yerinde olmadığını” ifade ederek Üstad’ı tekrarlayalım: Her şey yerli yerinde, fakat her şeyde bir şey eksik… O eksik olan şey müthiş; o şey hayat…”

Böyle bir akıbetten ürküyoruz. Üstad’ın “Ata Senfoni”nin sonundaki temennisine kulak veriyoruz:

“Bizse, Hasan Ağa misalini tersinden hayal etmeye meyilliyiz. Şöyle, ne kadar fikri, bedii, içtimai, idari hasretimiz varsa, hepsinin birden yollarını kavuşturan meydanda durup kulağımızı nal seslerine vermek ve sonunda, sökün etmekteki «safkan» ları görünce narayı basmak :

«— İyi insanlar, iyi atlara bindileeeeer, geldiler!»

Şehrimiz bu insanları davet edebiliyor mu?

Bu şehir ve bu insanı görebiliyor muyuz?


(Günebakış, 7 Aralık 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder