duzenliyahya@gmail.com
Üstad Necip Fazıl’ın “Ahşap Konak” isimli
tiyatro eserinde geçen bir diyalog, insanımıza ve şehirlerimize musallat modern
zaman hastalıklarından “futbol”un nasıl bir enfeksiyona sebep olduğuna dair
önemli bir diyalogdur.
Üstad’ın eserinden okuyoruz:
“TEKİN: (Recai’ye)
Ben de sual bekliyorum!
RECAİ: Sana sual tümen tümen… On binlerce insan kellesinin
patates yığınları gibi üst üste ve raf raf yığıldığı, şu stadyum denilen
meydanda, bunca alâkayı çekici sebep nedir?TEKİN: Spor heyecanı…
RECAİ: Bu işin fikriyatı iki kelimelik mi?
TEKİN: Daha ne olsun?
RECAİ: Arkasına ağ taktıkları bir tahta çerçeveden meşin topun geçirilip geçirilemeyeceği, değer mi bu kıyamete?
TEKİN: Beş yaşındaki çocuktan, zat-ı âlileri müstesna, yetmişlik ihtiyara kadar, herkes benimsemiş bu değeri…
RECAİ: Hayal bu ya… Bir fikirci çıksa da bütün insanlığın ruh musibetine devâ olacak bildiriyi stadyumda okumaya kalkışsa, kaç kişi onu dinlemeye gider?
TEKİN: İki kişi efendim: Siz ve (Gösterir) Yüksel!”
Bu diyaloğu hatırlamamızın sebebine gelelim.
Geçtiğimiz günlerde şehrimiz Trabzon’da bir
rivayete göre 50 bin, diğer bir rivayete göre de 70 bin kişi, başta kulüp
yöneticileri olmak üzere, “şampiyonluk Trabzonspor’a verilmediği için” kol kola, omuz omuza, adeta şehirlerini savunmak gayesiyle düşmanın üzerine
giden, ölüme meydan okuyan kahramanlar(!) gibi yürüdü.
2010-2011 sezonundaki hakları iade edilmediği için
ayağa
kalkan, her türlü mücadeleyi veren, hatta işi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne
kadar götürmeye hazırlanan Trabzonspor yönetimi, şehrin kalabalığını arkasına
katarak Türkiye
Futbol Federasyonu Bölge Müdürlüğü’ne kadar yürüyüp federasyonun kapısına Bordo
Mavi kaşkol bağlamışlar ve bir açıklama yapmışlar. Çok şükür ki 70 bin kişinin
duyarlılığı (!) sayesinde olay çıkmamış, kalabalık dağılmış.
Şehrin kimyasını bozan futbol ve benzeri
enfeksiyonlara zaman zaman değiniyor; şehrin enerjisini nasıl boşa harcadığına,
sinir sistemini nasıl tahrip ettiğine ve giderek bu halin feci bir ‘bünye
felci’ne dönüştüğüne işaret ediyoruz.
Futbolun sadece futbol olmadığı, büyük bir
tüketim ve rant endüstrisine dönüştüğü, 18-19. yüzyılın sömürgeci kölelik
sistemi yerine ‘gönüllü, ücretli ve özenilir kölelik sistemi’ haline geldiği
vakıası ile karşı karşıyayız. Ülkemizin son yıllarda gündemini işgal eden
“şike” olaylarından da bunu görebiliyoruz.
Bu bağlamda UEFA
Başkanı Platini’nin “L’equipe” gazetesine yaptığı açıklama bu endüstrinin
boyutlarını ve trajedisini özetlemeye yeter. “Futbolda 50 yıl geriye gidildi” diyerek şöyle devam ediyor Platini:
"Bugün futbolcular bazen bir
kulübe bile ait olamıyorlar. Yatırım şirketlerinin, hatta spekülatörlerin malı
oluyorlar. Bugün futbolcu transferlerde sadece araç olarak görülüyor. Çünkü bir
sürü komisyon dönüyor. Özetle, futbolcu bir ürün haline geldi."
Platini’nin “50 yıl geriye gidildi” diyerek atıf
yaptığı ünlü Fransız futbolcusu (Raymond Kopa) 1950’lerde şöyle söylüyordu: “Futbolcular
köledir. Profesyonel futbolcu, görüşüne bile başvurulmadan alınıp satılan tek
insandır.”
Bunları, bizzat futbolun “imparatorları”
söylüyor, biz söylemiyoruz.
Batı’da futbolun tartışıldığı bir dönemde şöyle
bir tanımlama daha yapılmıştı: “Futbol, 22 oyuncunun 90 dakika boyunca bir
topun peşinde koştuğu, sonunda Almanya'nın kazandığı bir oyundur."
Öyle bir endüstri ki, hiçbir değer, ölçü, mekân,
yer tanımıyor. Önüne kattığı her şeyi dağıtıyor, yıkıyor, yok ediyor…
Bu endüstri ne yazık ki en çok da tarihî
medeniyet şehirlerinde yuvalanıyor.
Trabzon gibi, enerjisini her an yeniden
üretebilecek insan potansiyeline sahip şehirleri de adeta hedef alırcasına, bir
bakterinin vücutta karargâh kurması gibi oraya yerleşiyor. Zamanı gelip, şehrin
bünyesi zayıf düşünce harekete geçiyor ve bütün bir şehir enfekte oluyor, bu
enfeksiyonun tesiri altında konuşuyor, onunla ilgili yorumlar yapıyor, onun
adına kavga ediyor, onunla “şahsiyet” buluyor…
Ne yazık ki, kabına sığmayan bir enerji ancak
stadyuma sığdırılabiliyor, futbola sığınabiliyor, stadyumda hayat
bulabiliyor.
Şehir ahalisi, binyıllara uzanan kadîm bir tarih
ve ‘yaşanmaya değer bir hayat’a sahne olan medeniyetinden kopup uzaklaşınca bu
tür enfeksiyonlara yakalanıyor ve çırpınmaları hayat dinamizmi olarak
görülüyor. Hastalanmış bir bünyenin çırpınış ve haykırışları gibi…
Biz, 50 bin ya da 70 binlerin “nasıl
yürüdükleri”nİ değil “niçin yürüdükleri”ni düşündüğümüzde bu endişeye
kapılıyoruz. Şehrin dokusu yok edilirken, kentsel dönüşüm adına şehir tahrip
edilirken, tarihÎ miras ve topoğrafya imha edilirken, beton ormanları göğü
delerken… hülasa şehri ilgilendiren birçok hususta böylesine toplu tepki
verilmezken, futbol endüstrisinin şaibeli bir döneminden ötürü sadece “kupa
bizim hakkımız” sloganına bu derece aşırı kilitlenmek kadîm bir şehrin insanına
yakışıyor mu, siz karar verin.
Bu olay karşısındaki hayretimi ifade
ettiğim bir dost sohbetinde hemşehrimiz Türk Tarih Kurumu eski başkanı Prof. Ali Birinci “yürümeye alışmışken inşallah doğru şeyler için de yürür
hemşehrilerimiz” dedi.
Biz, hiç ihtimal vermiyoruz ama futbol için
yürümeye alışanların stadyumdan başka bir istikamete yürüyeceklerini ne yazık
ki düşünemiyoruz.
Bir not daha ekleyelim: Bir şehrin bütün enerjisini ısrarla stadyuma yönlendirenleri tebrik (!) etmek gerekiyor. Hele de Trabzon insanı gibi heyecanı yüksek bir potansiyeli stadyuma hapsedebildikleri için tebrik üstüne tebrik etmeli… Hayatını psikanalize adamış bilim adamlarının yüzyıllar boyunca yapamadıklarını başardıkları için!
Üstad, 50 yıl önce yazdığı Ahşap Konak’ta “Bir
fikirci çıksa da bütün insanlığın ruh musibetine devâ olacak bildiriyi
stadyumda okumaya kalkışsa, kaç kişi onu dinlemeye gider?” diyordu.
Bugün ise TV ekranlarından gazete sayfalarına kadar her bir yanda “futbol
filozofları”nın boy gösterdiğini gördükçe , ‘insanlığın ruh musibetini
artırıcı’ futbolun yüzyılımızın “epistemoloji ve ontoloji”si haline geldiğini
de anlarız.
Kimine göre şehrin ihyası, bizim için ise şehrin
imhası haline gelen futbol, çekim merkezi olmaktan çıkarılıp layık olduğu yere
indirgenmedikçe enfeksiyon yayılmaya devam edecek gibi görünüyor.
Futbolun enfekte edici gücü ve futbol
endüstrisinin enfeksiyona dönüşmesi işte böyle bir haldir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder