Yahya Düzenli
24 Temmuz, Lozan Antlaşmasının 91. Yılı…
Tarih yapılırken farkına varılmayan bazı gerçekler, gün
gelir tarih yazıldıktan sonra fark edilir. Bu anlamda, toplumların geleceğinin
inşa edileceği ‘kırılma anları’nda ortaya konulacak tavırlar ve fikirler
‘gerektiği yerde gerekeni yapma’ veya “keşke” pişmanlığıyla tarihin hafıza
defterinde yerlerini alırlar.
İlk Meclis’te Trabzon milletvekili olan Şehid-i muazzez Ali Şükrü Bey’i de hatırlamak ve Lozan vesilesiyle meclisteki uyarılarına kulak vermek, coğrafyamızda meydana gelen/gelecek yeni tarihî gelişmeler için önemlidir.
Aynı mecliste zabıt kâtibi olan rahmetli Mahir İz,
hatıralarında Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’le ilgili Zabıt Müdürü Zeki
Bey’e “Bu zâta dikkat edelim, küçük bir
hakkını korumak isteyen bu zât ileride çok mesele çıkartacaktır” der.
Nitekim, son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’ndan sonra
Ankara’da I. Millet Meclisi’nde de Trabzon Mebusu olarak yer alan Ali Şükrü
Bey, görev yaptığı süre boyunca her konuda feraset ve basiretle çıkışlar
yapmış, ikazlarda bulunmuş ve ülkenin geleceğini etkileyecek uluslararası
konularda da şahsiyetli bir duruş ortaya koymuştur.
Bunun en açık örneği Lozan görüşmelerindeki tavrıdır.
İsmet İnönü başkanlığındaki heyetle 20 Kasım 1922’de başlayıp 24 Temmuz 1923’te
sona eren görüşmeler sonucunda İngilizlerin direktifiyle Batı Trakya, Adalar,
Batum, Musul-Kerkük gibi önemli coğrafyalar elimizden çıkmıştır. Bugün 91 yıl
sonra Lozan’ın kimi kesimlerce hâlâ zafer olarak nitelendirilmesi Nasreddin
Hoca’nın “tersine çevrilmiş kuyu”
olarak ifade ettiği minare tarifini akla getiriyor.
Lozan’a gönderilen heyetin basiretsizliği, yetersizliği
ve görüşmelerin meclisten gizli yürütülmesi üzerine muhalif II. Grup yoğun eleştirilerde bulunmuştur. Bu
eleştirilerin en şiddetli ve muhtevalı olanları TBMM’nin açık ve gizli
oturumlarında Ali Şükrü Bey tarafından yapılmıştır. Ali Şükrü Bey, Lozan’daki
hezimetin sebebinin Mustafa Kemal olduğunu meclisteki gizli celse
konuşmalarında defalarca ifade etmiştir.
Ali Şükrü Bey’in müthiş muhalefeti başta M. Kemal ve
Rauf Orbay olmak üzere I. Grubu ürkütmüş ve mecliste tartışmayı aşan karşılıklı
kavgalara kadar uzanmıştır.
İşin trajik tarafı Ali Şükrü Bey Lozan görüşmeleri
başladıktan 4 ay sonra 27 Mart 1923 günü vahşice bir cinayetle şehid ediliyor.
Şehadetinden 4 ay sonra da Lozan anlaşması imzalanıyor.
Ali Şükrü Bey, Lozan işbirlikçilerinin korkulu rüyası
idi, kâbusları idi. O, kavî bir mü’min, taviz vermez bir şahsiyetti ve Üstad
Necip Fazıl’ın tesbitiyle “mahrem
renkleri ve gizli mânâları sezdiği” ve bu yönde tavır aldığı için
katledildi.
Israrlara rağmen Lozan Konferans tutanakları, yapılan
protokoller ve verilen tavizler ısrarla meclisten gizlenmiş, bunun üzerine Ali
Şükrü Bey söz alarak, 27 Şubat 1923 tarihli “gizli oturum”da“Salim bir karar vermek için her meseleyi
bilmek mecburiyetindeyiz… Görüyorum ki hükümetten ilk teklif ettiğim ve
başkanlık tarafından da, ‘verileceği muhakkaktır’ diye söylenilen zabıtları elde etmek imkanı yoktur…”
şeklinde konuşarak,“Lozan’daki
görüşmeleri İstanbul ve Lozan’daki gazetecilerden işittiği”ni ifade etmiş
ve “Bunları anlamak için mutlak zabıtları
görmek mecburiyetindeyim. Şimdi gazetelere filana müracaat doğru değildir. Siz
malumat vermezseniz, gazeteden almayalım, nereye müracaat edeceğiz?” diye
feryat etmiştir.
Ali Şükrü Bey, 3 Mart 1923 tarihli “gizli oturum”da da
söz alarak “Beyefendiler, esas bozuk olunca onun üzerine konulacak
bina çürük olur. Bu bakımdan müzakerelerin esası çürüktür. Çürük olduğu için bu
müzakerelerden bir şey neticelenmez. Sebebi: Efendiler, bütün illet bir
noktadadır. O da Meclisimiz yasama ve yürütme yetkisine sahip bir
meclistir. Fakat hükümetimiz adeta kalbine bildiği usulle siyaset döndürmek
istiyor. Yani yaptığı projeyi bizden saklıyor… Ben yürütme yetkisine sahip
olduğum halde böyle gizli olarak hükümetin değil, hükümetin etrafına toplanacak
büyük bir zümrenin dahi yapacak olduğu işten mesuliyet kabul edemem..” diyor ve şöyle devam ediyor: "Açıkça
Karaağaç ile Musul’u verirseniz müzakereye devam ederiz. Vermezseniz bunun
vasıta olması ihtimali de vardır. Onun
için hükümet bize mukabil projeyi, yani hazırladığı projeyi buraya getirir
verir… Fakat gariptir efendiler, bizden saklanılan proje yarın verildiği anda
bütün Avrupa gazeteleri de yazacaktır. Sonra biz de burada yasama ve yürütme
yetkisine sahip bir heyetiz. Onun için bu proje buraya gelir, madde madde
müzakere edilir, ondan sonra Heyet-i Vekile’ye lazım gelen istikamet verilir.
Onun üzerine yürür; kabul ettiğimiz idare şeklinin icabı budur. Eğer bu kabul edilmez de gizli bir siyaset
takip edilmek istenirse, ondan kimse mesuliyet kabul etmez. Efendiler çünkü
mesele memleketin istiklali…”
5 Mart 1923 tarihli gizli oturumda yine söz alan Ali
Şükrü Bey,“Mehmetçiğin süngüsü vazifesini
ifa etmiştir. Maalesef o süngünün temin ettiği zaferi yeşil masa başında daima
kaybeder.” diyerek sözüne devam eder: “Ve
bütün dönüm noktaları ve basamakları hepimizin malumudur ve neticede bu
kazanılan zaferin büyüklük derecesi de cihanın malumudur. Fakat Bu kadar
muazzam zaferi elde etmek için milletin yaptığı fedakârlığın derecesi malumdur.
Bunun karşısında biz değil, devletler talip oluyor. Evvelce talip biz idik ve
anlaşma imzalamaya karşımızda adam bulamıyorduk. Çünkü bizimle konuşmaya
tenezzül etmiyorlardı ki bugün devletler bize diyorlar ki, aman yürümeyin,
delegelerinizi gönderin, sulh yapalım. Vaziyetimizin farkını anlayınız
efendiler. Bir müzakere yapıyoruz, neticede efendiler eli boş kalıyoruz ve üç
aylık sulh müzakerelerinin neticesi olarak düşmanlarımızın lehine meydana gelen
gelişmeler dolayısıyla, maalesef sonuçta sırf müzakere açabilmek için taviz
vermek kararında bulunuyoruz ve onun için heyetten bir karar değil, malumatınız
olsun; şu tarzda tavizle müzakereye gireceğiz deniliyor…”
Ali Şükrü Bey, aynı oturumda tekrar söz alarak Lozan
görüşmelerinin akıbetine ilişkin “Şu vaziyet karşısında görüyorum ki, fırsat
hemen hemen ebediyet kaybedilmiştir. O zaferin icap ettirdiği sulhu elde
edebilmek fırsatı bugün ebediyen kaybolmuştur.” şeklinde konuşarak müthiş basiretiyle Musul ve
Kerkük konusunda şunları söylüyor: “Musul’u
kim terk etmiştir? Efendiler soruyorum; düşmanların altı ay sonra iade etmiş
olduğu bir toprak var mıdır? Yoktur efendiler. Hangi toprak bir daha geri iade
edilmiştir? Musul’u bir sene sonraya bırakmak, bir Mısır yapmak demektir. Bu
bakımdan neticede kaybetmek demektir. Bu da Girit gibi gidecektir. Dolayısıyla
Musul’u bırakmak doğru değildir. Efendiler, bu siyasete benim aklım ermiyor.
Ben Musul’da bulunmadım, oraları bilmiyorum, fakat okuduğum üzerine söylüyorum.
Süleymaniye, Kerkük, Zaho filan, bilmem nereleri vardır. Buraların alt
komisyonda bize verilmesi görüşülmüş ve bize bırakılmış efendiler. İşittiğimize
göre bu saydığım kısımlar da Musul’un üçte ikisi imiş… Pekalâ alt komisyonda
buraların verileceğini söyleyen bir İngiliz delegesi dururken bugün bütün
Musul’un bir sene sonraya, yani tamamının askıya alınmasındaki düşünceyi
anlayamıyorum. Ayıp değil ya, ben bu düşünceyi bir türlü kavrayamıyorum.”
Meclis’in açık ve gizli oturumlarında Ali Şükrü Bey’in
Lozan’la ilgili daha birçok konuşmaları var. Sadece bu konuşmaları bile onun
Osmanlı bakiyesi topraklar konusunda nasıl bir hassasiyet sahibi olduğunu
göstermeye yeter.
Yeni Cumhuriyetin banileri Ali Şükrü Bey’i
katlettirmekle her adımla karşılarına dikilecek en önemli engeli böylece aşmış
oldular. Lozan’dan sonra sırayla gündeme gelecek (özellikle 1923-1934 arası)
devrimlerin de en büyük muhalifini ortadan kaldırdılar.
Lozan hezimetinde tarihe ve geleceğimize leke
sürenler, ancak Ali Şükrü Bey’in muazzez şahsiyetini ortadan kaldırarak bu
büyük lekeyi sürebilmişlerdir.
Bugün Lozan’da başta Hilafetin kaldırılması olmak
üzere “nelerin verildiği” göz önüne alındığında, Ali Şükrü Bey’in şehid edilme
sebebini daha net anlayabiliyoruz.
Lozan’dan 91 sonra yanı başımızdaki Irak ve Suriye’de
tarihî olaylar yaşanırken Lozan’ı ve Ali Şükrü Bey’i yeniden hatırlıyoruz.
Bugün, Lozan’ın 91. yılında Ortadoğu’daki sınırlar
kanlı bir şekilde yeniden çizilmeye çalışılırken, coğrafyalar yeniden
şekillendirilmeye uğraşılırken, bir asır sonrasını görebilen Ali Şükrü Bey’in
uyarılarına bir daha kulak vermek gerekiyor.
O’nun meselelere vukûfiyeti, üslubu, diyalektiği ve
fikir öfkesi bugünün milletvekillerinde bulunmayan hususiyetlerdir. 39 yaşında
bu derece donanımlı, duyarlı, şahsiyet heykeli Ali Şükrü Bey çapında bir
Trabzon Milletvekili’ne daha rastlayabiliyor muyuz?
O’nu katledenler, belki gövdesini ortadan kaldırdılar
ama bir asır sonra bile inandıklarıyla, fikirleriyle, isabetli görüşleriyle,
tavizsiz duruşuyla hâlâ hatırlanıyor.
O inancının, tarihînin ve coğrafyasının davacısı
idi.
Acaba muhaliflerince katlettirilmeseydi, Lozan’da heba
edilen topraklar bugün bizim elimizde müthiş bir stratejik zenginlik kaynağı
olmayacak mıydı?
I.Meclis’te oldukça uzun açık ve gizli oturumlara ve
Ali Şükrü Bey’in kitaplık çapta konuşmalarına sahne olan Lozan görüşmelerini
yakın tarihimizin aydınlatılmasını beklediği sayfalar olarak gördüğümüzü ifade
ederek O’nun şu sözleriyle bitirelim:
“Devletlerin hayatı birçok
değişikliğe tabidir ve birtakım med ve cezri vardır. Burada bugün ehemmiyetsiz görülen
mesele, yarın zaaf zamanımızda bizim başımıza bela olur. Tarih tekerrürden
ibarettir. Hepiniz bilirsiniz ki hediye
şeklinde verilmiş bazı müsaadeler, son asırda, bizi olduğumuz yerde bağlar bir
esaret zinciri olmuştur. Şimdi bendeniz korkarım ki, şuraya konan ve
ehemmiyetsiz görünen bu madde ileride atalarımız ve torunlarımız için yeni bir
kapitülasyon teşkil edecektir…”
Ali Şükrü Bey’in Meclis konuşmaları ve kendi çıkardığı
Tan Gazetesi’ndeki yazıları yakın tarihe şahitlik eden, geleceği aydınlatan
metinler olarak ilgilileri beklemektedir.
Trabzon’un bu cesaret, şecaat, feraset ve basiretli
şehidine rahmet ve mağfiret diliyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder