Yahya Düzenli
Rivayet olunur ki, İlhanlı
hükümdarı Keygato bir gün veziri Ahmed’e sorar:
-İstiyorum ki, harabeye yüz tutmuş olan
Zengân şehrini Tebriz gibi bayındır bir hale getireyim… Bu işi nasıl
başarabilirsin?”
Vezir, hükümdarın huzurunda yer
öperek şu cevabı verir:
-Sultanım, bu iş çok zor ve uzun sürer,
ferman buyurursan Tebriz’i şimdi bir saat içinde Zengân’dan daha harap bir hale
getirebilirim…
Bu hikâye bize devletin “toplu
konut aygıtı TOKİ”yi ve onun seyyiâtını/günahlarını hatırlattı.
Bir an, bizim hükümdârın
şehirlerimizi ‘mâmur ve bayındır’ yapma idrak ve iradesi olduğu(!)nu farz ederek
bu işi TOKİ’ye havale ettiğini varsayalım. Nitekim ülkenin şehircilik
uygulamaları büyük ölçüde TOKİ’ye havale edilmiş durumda. TOKİ’nin 81 ilimizde
yaptıklarını görünce, İlhanlı Veziri’nin verdiği cevaba uygun, hummalı bir
tahribâtın yıllardır sürdüğüne şahit oluruz.
İlhanlı Veziri’nin Tebriz’i harap
hale getirmesine müsaade edilmemiştir ama TOKİ’nin şehirlerimizi tahribâtına
yol açıldığına şüphe yok. Şehri mâmur etmekle uğraşmak meşakkatli olacağından
tahrip etmek çok daha kolay ve meşakkatsiz! Hem de yaptıklarınızla tebcil
edilirsiniz, alkışlanırsınız!
“İnşa ederek imha etmek nasıl olur?” diye bir soru sorulsa, cevap olarak TOKİ
uygulamalarını göstermek yeter.
Öncelikle belirtelim ki; dünya
şehircilik tarihinde ilk defa icad edilmiş, eski “mahalle”den intikam
alırcasına ve mahkumların toplu koğuşlarını çağrıştırırcasına
“toplu konut” olarak adlandırılması da geleneğimize, hayat tarzımıza
saplanmış bir hançer.
Devletin vatandaşına ucuz konut
yapmak, gecekondulardan şehirleri temizlemek ve yeni bir şehirleşme modeli
oluşturmak için ihdas ettiği TOKİ, ne yazık ki özellikle de son yıllarda, adeta
boş bir coğrafya görünce orayı işgal ve mahvetmek için şuuraltındaki vahşet
hisleri canlanan bir saldırgan gibi şehirlerimize musallat oldu. Şehirlerimizin
büyük ölçüde tahrip olmuş karakterini bütünüyle yok etti. Diktiği şekilsiz
kulelerle insanın mı yoksa başka bir canlı yaratığın mı ‘barınacağı’ meçhul
ucubeleriyle de icraatlarına devam ediyor.
Hayvanat bahçelerinde bile her
tür hayvanın yaşayabileceği çevre ve mekânlar sun’i bir biçimde birbirinden
farklı inşa edilirken, insanın yaşayacağı mekânlar konusunda hiçbir hassasiyet
taşımayan bu zihniyetin ürettiği barınaklar,
ne yazık ki kabul de görüyor. Çünkü müthiş bir zevksizlik anestezisi altında
kötü, çirkin ve yanlışın iyi, doğru ve
güzel olarak telkin edildiği bir topluluğun çaresizliği TOKİ’nin
yaptıklarını meşrulaştıryor.
Muhakkik-mimar rahmetli Turgut Cansever'in
1996 Habitat II İstanbul Konferansı’na sunduğu bildiri “Şehir ve konut üzerine düşünceler”deki şu paragrafı başta siyasî
iktidar olmak üzere onun ‘toplu konut aygıtı’ TOKİ’nin yapmaya muktedirken yapamadıklarına temas ediyor: “Yeni kurulacak şehirlerin yerlerini,
büyüklüklerini tayin etmek üzere ülke ölçeğinde iktisadi faaliyetlerin ve
nüfusun nasıl dağıtılacağını bir strateji planı ile belirlemek gerekecektir.
Bölge ölçeğinde planlar ile, İktisadi sosyal faaliyetlerin dağılımını ve
kurulacak yeni şehirlerin yerini, ölçülerini, bunların gerçekleşme ana
programlarını belirlemek, ancak devlet eliyle yapılabilecek olan bir husustur.”
Hiçbir yeni şehir kuramamış, daha
da trajiği "yeni şehirler nasıl
kurulur" meselesi üzerine kafa yormamış, aksine şehirlerin nasıl
tahrip edileceği konusunda mahir olan bir zihniyete Cansever’in tespitleri/teklifleri
bir şey söyleyebilir mi dersiniz!
Otuz yıl önce kurulan TOKİ, seyyiâtını müthiş bir toplumsal
hasenât gibi Web sitesinde “Planlı
kentleşme ve konut üretim seferberliği” olarak ilân ediyor; “81 il ve 800 ilçede 631 bin 352 konut
rakamına ulaştığı”nı belirtiyor, “Bu rakam 100 bin nüfuslu 23 adet şehir
demektir” diyor ve ayrıca “İkinci 500
bin konut üretimi”nden bahsediyor.
Hele bu yaptıklarından sonra
yapacağı“İkinci 500 bin konut üretimi” için “Tarihi doku ve yöresel mimariyi geliştirmeye,
örnek yerleşim
birimleri oluşturmaya”
öncelik vereceklerini belirtiyor.
TOKİ’ye bu suçlamaları
yöneltirken, şehirlerin gecekondulardan temizlenmesi gerçeğini göremiyor muyuz?
Ucuz konutlara dar gelirlilerin yerleştirilmesini mi eleştiriyoruz?
Bizde mi görme bozukluğu var?
Yoksa TOKİ’nin seyyiâtını hasenât (kötülüklerini iyilik) gibi sunan
peşrevlerinin illüzyonu bütün bir ülkeyi sarmış durumda mıdır?
Bir sabah uyandık ki; Moğol ve Haçlı
istilâları gibi etrafımız TOKİ tabutluklarıyla kuşatılmış. Bir sabah uyandık
ki; Üstad Necip Fazıl’ın “çıkartma kâğıdı şehri” dediği türden
yapıştırmalarla şekilsiz betonların arasında kalmışız.
TOKİ; şehirlerimizin genetiğini
sarstı!
TOKİ; tarihî şehir ve mimarî
stokumuzu idrak edemedi, aksine unutturarak imha etti.
TOKİ; şehir ve medeniyet
birikimimizden nasiplenemedi!
TOKİ; bir daha ıslah edilemeyecek
biçimde şehirlerimizin havzalarını tahrip etti!
TOKİ; siyasîlerin söylem
şehvetini kamçılıyor, damak zevkini kışkırtıyor!
TOKİ, bugünden geleceğe korkunç
şehir travmalarına yol açan toplu
tabutluklar inşa etmeye, hiçbir eleştiriye aldırış etmeden devam ediyor.
Türkiye, son 12 yılda siyasî
istikrarı sağlayarak her alanda büyük imkan ve fırsatı yakalamış ancak ne yazık
ki şehir ve medeniyet idrakinin kaybı
artarak sürmüştür. Üstad’ın deyimiyle “güneşi
ceketinin astarında kaybetmiş” ve “yabancı
iklimlerde el yordamıyla arayan”, “ben idraki”nden yoksun bir zihniyetle
şehirlerimizin gittikçe derinleşen krizine
çare bulunamıyor.
“Neyi kaybettiğini hatırla”diyen şair boşuna ikaz ediyor. Çünkü şehri
gecekondulardan temizleme misyonunu şehrin hafızasını temizlemeye dönüştürmüş
bir TOKİ ve şehircilik zihniyetiyle karşı karşıyayız.
Kadîm zamanlarda şehirler istilâ
edilerek yıkılırdı. Modern zamanlarda ise TOKİ mamulü tabutluklar inşa ederek yıkılıyor!
Ne acıdır ki Türkiye, belki yüz
yılda bir yakalanabilecek “yeni şehir kurma” imkân ve fırsatını kötüyü,
yanlışı, çirkini inşa ederek kaçırdı. Hem de yerli, tarih ve medeniyet iddialı
bir siyasî iktidar eliyle.
Medeniyet kökleri üzerinde yeni şehirler
kuramayan, şehirlerini ve şehircilik politikalarını“kifayetsiz muhteris”lere ihale eden bir ülkenin âkıbeti hayr
olabilir mi?
Yazımızın başındaki İlhanlı
Veziri’nin Hükümdar’a verdiği “Tebriz’i
şimdi bir saat içinde harap bir hale getirebilirim” cevabı 700 yıl sonra
ülkemizde gerçekliğe dönüşüyor.
Şehirlerimizde harâbât o kadar
büyük ve korkunç, o kadar âşikar ki, göremiyor, idrak edemiyoruz!
Öyle bir tahribat ki yeni bir
“zuhurat”a meydan vermeyecek derecede!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder