Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com
Trabzon Büyükşehir Belediyesi’nin KTÜ Tarih Bölümü
Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Necmettin ALKAN ve Doç. Dr. Uğur Üçüncü’ye
hazırlattığı “Ali Şükrü Bey-Hürriyet uğruna 39 yıl” İsimli kitapla ilgili Türkiye Yazarlar Birliği’nin internet
sayfasındaki “Trabzon Büyükşehir Belediyesi’nden Skandal Kitap: Ali Şükrü Bey” başlıklı yazıma söz konusu kitabın
yazarları uzun bir açıklama göndermişler. Açıklama Büyükşehir Belediyesi ve
yazarların ortak mahsulü olsa gerek. Çünkü “Eleştirilere cevap”larında
Belediye’nin savunuculuğunu da üstlenmişler!
Cevaplarını
okuyunca (yazarların çok alındıkları deyimle) “şecaat arzederken sirkatin söyledikleri” ibaresinden çok rahatsız oldukları
anlaşılan yazarlara aslında cevap vermeyi düşünmemiştim. Daha önce de
naklettiğim Üstad Necip Fazıl’ın hikmetli sözü gereği “ucuna sivrisinek kondu diye
35’lik top ateşlenmez”. Ancak, yaptıkları tarih marangozluğunu bu denli
savunabilmelerinden anlaşılıyor ki; müthiş bir anestezi altında his
iptaline yakalanmışlardır. Böylece tutarsızlıklarına, Ali Şükrü Bey’e
(en hafif tabirle) saygısızlık, iftira ve bühtanlarına son bir cevap daha yazma
gereği hasıl oldu.
Burada,
kitabın tashih, indeks, kaynakça ve dipnotlardaki ciddiyetsizlik ve yanlışlıklar
ile “kitabı yayınlanmasından sonra
takriben 16 gün gibi kısa bir süre zarfında” nasıl okuyabildiğim”e
değinmeyeceğim.
Vehimler, ithamlar, iftiralar….
Öncelikle
yazarların kitaba yönelik belgeli eleştirilerime ve galiz yanlış ve özensizliklerine
makul gerekçeler ve belgelerle karşılık verme yerine, “cevap vermiş olmak için cevap
vermek” ve düşmüş oldukları durumdan kurtulma paniğiyle benim vehimlerimden, ithamlarımdan,
karalamalarımdan, su-i niyet’li oluşumdan bahisle; kendilerinin “kendi
vehminden hareketle uydurduğu olmadık ithamlarla ve iftiralarla bizleri ve
kitabımızı itibarsızlaştırmak istemesine sessiz kalamazdık.. Hem şahsımızı hem
meslekî kariyerimizi ve hem de asıl olarak yayınladığımız telif eserimizi
karalama gayretine karşı cevap vermek zorundaydık” demekle ‘mecburi bir
savunmaya mahkûm olduklarını belirtiyorlar. Üstelik eleştirilerimin hiç
birisine cevap veremiyor, (eski deyimle) mugalata yapıyorlar. Hz. Mevlâna’nın
bir sözünü de benim bakış açıma cevap olarak gösteriyorlar.
Tebrikler!
Kitabın
bütünüyle ilgili analitik eleştirisine bile girmedim. Bu yazdıklarım sadece
“mukaddime” bâbındadır. Eleştiri yazımdaki bütün iddia ve ispatlarımın arkasındayım.
Bunların hiç birisine cevap veremeyen söz konusu yazarlar, gene şecaat gösterilerine devam etmişler.
Ol
pazarda sipariş usulû kitap böyle yazılıyor demek ki. Trabzon
Büyükşehir Belediyesi de muradına uygun sipariş adresini
böylece bulmuş oldu.
Nâdim
olup hatalarını kabul edecekleri yerde, mahalle
ağzıyla dalaşmayı tercih eden yazarlar yerine keşke Trabzon Büyükşehir
Belediyesi yetkilileri ücretsiz dağıttıkları 6 bin kitaptan dolayı Trabzon
halkından ve Ali Şükrü Bey’in ruhaniyetinden özür dileyen bir açıklama
yapsalardı. Böylece seyyiâtlarını belki hasenâta dönüştürebilirlerdi. Ama
olmadı. Büyükşehir Belediyesi bakalım bu derin lekeyi nasıl temizleyecek.
“Tarihin, kendini tarihçi nasbedenlere bırakılamayacak kadar
ciddî bir iş olduğu”nun altını çizerek, öncelikle kendilerini “tarihçi
nasbeden” yazarlara bir daha tarihî hadiselere yaklaşırken sahip
olmaları gereken usûl ölçülerine dair bir hatırlatma yapalım:
Tarih; geçmişe ait olayları istif
etme tezgâhtarlığı veya olayları keyfince kesip biçme marangozluğu değil,
geçmişe derin bir idrak, doğru ve berrak bir bakışla yanaşma, değerlendirme ve
yorumlamayı gerektiren bir ilim veya disiplindir. Ancak tarihçiliği değil de tarih
marangozluğunu kendinize meslek edinmişseniz önünüze hangi malzeme
gelirse kesip biçmeye çalışırsınız ve yorgun düşerek malzeme yığını karşısında
şaşılaşırsınız. Tarihî olaylara zaman olarak ne kadar yakın
iseniz, yorum ve hükümde o derece isabet edersiniz. Ama bu tarihçi geçinen
yazarların yaptığı gibi, hadiselerin zaman dilimlerine yakın olduğunuz halde,
bunları doğru görebilecek, okuyabilecek ve değerlendirebilecek ciddi bir ölçü
ve usûle malik değilseniz, bakışınız miyoplukla mâlûl ise, işte böyle kırıp
dökersiniz.
Şehir tarihine geçecek bir
skandal…
Ali
Şükrü Bey kitabının yazarları, bu büyük şehidin hayatına ve şehadetine
dair bütün belge ve bilgiler ortada olmasına rağmen ne belgeleri okuma, ne de
doğru bir sonuç çıkarma basiret, liyakat, ehliyet ve kabiliyetine sahip olmadıklarını
bir kez daha gösterdiler. Böyle iken hakkını veremeyecekleri bu işe girişmeleri
kendilerinin olduğu kadar Trabzon Büyükşehir Belediyesi’nin de affedilemeyecek,
şehir tarihine geçecek bir skandalıdır.
Açıklamalarında
“TBMM arşivi ve Türkiye (Burada bir
düzeltme yapalım; ‘Türkiye’ değil, sözü edilen kurumun adı ‘Türk İnkılâp Tarihi
Enstitüsü’dür) İnkılâb Tarihi Enstitüsü Arşivi vesikaları, TBMM Zabıt Ceridesi,
Meslis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, hatırat, dönemin gazeteleri, dergileri ve
araştırma eserleri gibi zengin Osmanlıca ve Türkçe kaynakları görmemezlikten
gelmenin akılla ve mantıkla bir izahı yoktur.” diyen söz konusu kitabın yazarları
acaba hangi arşive girmişlerdir? Hangi
mahkeme kararlarını görmüşlerdir? Hangi polis zabıtlarını okumuşlardır?
Kitaplarındaki
özensizlikten de anlaşılıyor ki; maalesef Ali Şükrü Bey hakkında yayınlanmış
kitapları ve birçoğu sırf akademik unvan almak için hazırlanan tezleri masa
üzerine yayıp ‘makaslayarak’ bir kitap ortaya koymuşlardır.
Anlayamadıysanız
açıklayayım: Ali Şükrü Bey’in şehadetinden sonra hadiseyle ilgili birinci elden
arşiv çalışması mı yaptınız? Zanlıların
yargılandığı mahkeme kararlarına mı ulaştınız? Hayır!
Bu
arada kitaba yönelik tenkitlerimizin Necmettin Alkan ve Uğur Üçüncü’ye yönelik
olduğunu da belirtmek durumundayım. Beş kişinin kaleme aldığı anlaşılan bu kitapta
her ne hikmetse hazırlayanlardan 3’ünün adı kitabın kapağına, jenerik
sayfasına, teşekkür edilenler arasına girememiş. Bunlardan Muzaffer Başkaya’nın
yazısı, muhteva yönünden, Türkçe yönünden, ciddiyet yönünden kitaba en uygunu
ve takdire şayandır. Diğer ikisinin yazılarının ise, kendilerini kitabın
yazarları, hazırlayanları ve dahi editörleri olarak gösterenlerden daha az
hatalı olduklarını da söylemek gerekir.
Büyükşehir Belediyesi’ni
ağır itham…
Benim,
Trabzon Büyükşehir Belediyesi’ni eleştirmemi de hazmedemeyerek “Trabzon’lu olan Düzenli’nin, Trabzon’lu Ali
Şükrü Bey’e sahip çıkan Trabzon Büyükşehir Belediyesi’ni böylesine ağır bir
şekilde ithâm etmesi oldukça mânidardır.”
Neyin
ve niçin manidar olduğunu anlayamadım doğrusu.
“Skandal”
olarak adlandırdığım kitapta birinci derecede sorumlu tabii ki Trabzon Büyükşehir Belediyesi’dir.
Demek ki sayın yazarlar belediyeyi savunmayı da üzerlerine almışlar. Çünkü
Belediye ile ilgili ifadelerimden kendileri daha çok rahatsız olmuşlar!
Galiz yanlışları örtbas
etme çabaları…
Cevapta
yazarların bir dedektif ve polis müfettişi tarzıyla yazılarımda
yanlış bulma telaşına düştükleri anlaşılıyor. Bula bula Ali Şükrü Bey ile
ilgili yazdığım yazılardan birinde kullandığım bir fotoğrafın arkasındaki
Osmanlıca nottaki tarihi bulan bu sözde tarihçilere
boşuna zaman ve emek harcadıklarını hatırlatalım. Çünkü Ali Şükrü Bey’in
cenazesinin Trabzon’a götürülürken İnebolu’da çekilmiş söz konusu fotoğrafın
arkasına not yazan Lazistan Mebusu Dr.
Abidin Bey, 5 Nisan 1923 yazacakken sehven 5 Mayıs 1923 yazmıştı. Yahut da
5 Mayıs 1923, Dr. Abidin Bey tarafından Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey’e
fotoğrafın gönderilme tarihi olabilir.
Ben
Osmanlıca transkripsiyonu değiştirmediğim için 14.1.2015 tarihli söz konusu
yazıma olduğu gibi aldım ve doğrusunu “Ali Şükrü Bey’in vefatından bir hafta sonra
çekilmiş” notunu düşerek belirttim. Bir çuval pirincin içinde taş
arayan hamaratlık ve kendi
garabetlerini ve galiz yanlışlarını örtbas etmek için nafile bir çaba bu.
Çok
şükür ki iki konuda o da sehven yanlışa
düştüklerini kabul ediyorlar.
·
Birincisi;
Ali Şükrü Bey’in cenazesinin İnegöl’den değil İnebolu’dan Trabzon’a
gönderildiği,
·
İkincisi
de; Ali Şükrü Bey’in gene “öldürülme” diye bahsettikleri şehadet tarihinin 27
Nisan değil, 27 Mart olduğu…
Bu
nedametten dolayı tebrikler!
Gelelim
Batum’da çekildiğini söyledikleri ve Ali Şükrü Bey’in Enver Paşa’nın adamı ve
ittihatçı olduğuna dair “en önemli
kanıt” olarak gösterdikleri fotoğrafa…
Ali Şükrü Bey’e İttihatçı
itham ve bühtanları…
Yazarlar
Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti yönetiminin, ne hikmetse, İttihatçılardan
oluştuğunu, Cemiyetin İttihat ve Terakki’nin merkezi olduğunu ispat gayretine
düştüler. Bunun içinde Ali Sait Paşa Tahkik Heyeti’nin Ergun Aybars ve bazı
araştırmacıların TİTE arşivinden alarak kullandıkları rapora sarıldılar.
Raporda yer alan İttihat ve Terakki Trabzon Merkez Heyeti azaları ile Hürriyet
ve İtilaf’ın Trabzon Merkez azaları 4 sayfa olarak kitaba derc edildi. Ancak
İttihatçılıkla vasıflandırdığı Cemiyetin ne kurucularının, ne de
yöneticilerinin listesi yok. (s.257-261)
Bunun
iyi niyetle telifi mümkün mü? Millî Mücadeleyi başlatan, vatanın kurtulması
için İttihaçısıyla İtilafçısıyla tek yumruk hale gelen ecdadımıza bu haksızlık
değil mi? İttihatçı olan Barutçuzâde Ahmet’in yanında bu fırkadan olmayan Şehit
Eyüpzâde İzzet yok mu? Ömer Fevzi yok mu? İbrahim Cûdi yok mu? Trabzon Muhaza-i
Hukuk Cemiyeti’nin (daha sonra Müdafa-i Hukuk) kurucu ve yöneticilerinin her
meslekten, her düşünceden hamiyetperver, vatansever Trabzonlular olduğu malûm.
Yazrların bu iddialarında samimi olduklarını, iyi niyet taşıdıklarını nasıl
söyleyebiliriz?
Kendileri
kaynak gösterdiklerini söylüyorlar. Zengin kaynak kullanarak en bilimsel
çalışmayı yaptıklarını söylüyorlar. Öyleyse neden o dönemi, Sivas Kongresi’nden
itibaren kitaplaştıran ve dönemle ilgili hemen her çalışmaya kaynaklık eden Mahmut
Goloğlu’nun kitaplarına, özellikle de serinin 5. Kitabı olan Türkiye
Cumhuriyeti adlı eserine bakılmadı? Ahmet Demirel’in, konuyla birebir alâkalı
doktora tezi ‘Birinci Meclis’te Muhalefet/İkinci
Grup’ adlı eseri mehazlar arasında neden yok? Millî Mücadele’ye çok önemli
katkıları olan İstikbal Gazetesi’ni ‘İttihatçıların yayın organı’ (s. 263)
olarak gösterirken neden sahibinin hatıralarına bakılmadı? Prof. Mesut Çapa’nın
bu husustaki ‘Faik Ahmet Barutçu’ kitabı da bilimsel bulunmamış olunacak ki göz
ardı edilmiş!..
Biz bu tarihlerde İttihat ve
Terakki’nin faaliyetlerine son verildiğini, yöneticilerinin mahkeme
edildiklerini biliyorduk. Tarihçilerimizden öğreniyoruz ki Trabzon’da yayın
organları da varmış! Müthiş tarihçilerimizden istirhamımız bu ilmi (!) ve dahi
bilimsel bilgileri lütfedip ‘Milli Mücadele’de İttihatçılar’ kitabı yazarı Erik
Jan Zührer ile de paylaşsınlar! Sanırım çok memnun olur! Tarihçilerimizin bu
müthiş bilimsel çalışmalarından mutlaka istifade edecektir!..
Bırakınız
olayları okumayı, önündeki tarihi fotoğraftaki şahısları bile tanıyamayıp mal
bulmuş mağribi saikiyle -bir alzeimer’li hasta gibi- Bakû Konsolosu İbrahim Tali Bey’i Ali Şükrü Bey’e benzetip eline şeker
verilmiş çocuk gibi, “Oooooh şimdi Ali Şükrü Bey’in Enver Paşacı
ve İttihatçı olduğunu ispat ettim” yaveleriyle
coşkuya kapılanların sevinçleri hâlâ
kursaklarında duruyor! Bu nasıl bir hazımdır, anlaşılır şey değil!
Tarihçi geçinenler değil de tarihçi olanlar fotoğrafların da önemli bir tarihî malzeme olduğunu
bilmeleri gerekir. Bu fotoğrafı ilk defa yayınlayan General Sami Sabit Karaman “İstiklal Mücadelesi ve Enver Paşa”
kitabının 31. sayfasında fotoğrafın altında “Enver
Paşa ve Rüfekasının Batum’da çekilmiş fotoğrafları” ifadesini kullanmıştır.
Kadir Mısıroğlu’nun da bu fotoğrafı muhtemelen buradan Ali Şükrü Bey isimli kitabına alıp altına yanlış bir ifade olarak “Enver Paşa’nın Batum’da bir kısım
arkadaşları ile çektirdiği fotoğraf. Sağdaki Ali Şükrü Bey merhum, sol baştaki
İzmir suikasdinde asılan Lazistan Meb’usu Ziya Hurşid Bey’dir.” yazmasından
yola çıkan sayın yazarlar kesin bir delil
olarak bu fotoğrafa sarılmış olmalılar.
Kitap
yazarları “…eğer fotoğraf hatalıysa
yukarıda zikrettiğimiz kitaplarda da hatalı kullanılmıştır. Düzenli, çok daha
önce bu kitaplarda kullanılmış olan fotoğrafı ne için eleştirmemiştir,
kendisine sormak isteriz. Bununla
beraber sanki sadece bir fotoğraftan yola çıkarak Ali Şükrü Bey’in İttihadçı
olabileceği yorumuna ulaştığımız algısı oluşturma çabasını kötü niyetine
bağlıyoruz.” diyorlar.
Yani öyle
bir itirafta bulunuyorlar ki sormayın!
KitapTa
(s. 266) “Ali Şükrü Bey’in bu ifadelerde belirttiği ‘Enver Paşa ile görüşmedim’
iddiası gerçek dışı gözükmektedir. Zira Ali Şükrü Bey’in Enver Paşa ile çekilmiş
bir fotoğrafı bulunmaktadır. Bu fotoğraf onun Enver Paşa ile ilişkisinin olduğunun
KANITIDIR. Batum’da çekilen fotoğrafta Ali Şükrü Bey ile birlikte, Ziya Hurşit,
Enver Paşa ve birkaç arkadaşı bulunmaktadır. Ali Şükrü Bey’in Enver Paşa’yı
yurda sokma düşüncesinde olan Trabzon’daki ittihatçı erkan lehine faaliyetleri,
Mustafa Kemal Paşa’nın sıkı muhaliflerinden olması ve Enver Paşa ile Batum’da
çektirdiği fotoğraf düşünüldüğünde böyle bir mektubun doğru olması ihtimal dahilindedir….
Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere Ali Şükrü Bey, Trabzon’da Enver
Paşa ile ilişki içine girmiş ve Enver Paşa Batum’a geldiğinde, yanına gidip
görüşmüştür.”
Kitapta
bunları yazanların, bana verdikleri cevapta ise;
“Ali Şükrü Bey kitabında Yahya
Düzenli’yi en fazla kızdıran bölüm Ali Şükrü Bey’in İttihâdçı olup olmamasıyla
alakalı tartışmalardır. Burada özellikle bir fotoğraf meselesini ön plana
çıkarmıştır. Fotoğraf, Ali Şükrü Bey’in İttihatçılarla yakın işbirliği içinde
olduğu düşüncesini belirtmek için kullanılmıştır. Kullanılan fotoğraf Ali Şükrü
Bey’in İttihâdçı olabileceğini gösteren verilerden sadece biridir. Fotoğrafın
Batum’da değil de Bakü’de çekildiği, Ali Şükrü Bey değil de İbrahim Tali olduğu
iddialarının zaten farkındayız.”
Bu ifadeler karşısında akıl, vicdan,
insaf, tarih çıldırmasın da ne yapsın!
Bu
ifadeler skandal değil de nedir?
Ali
Şükrü Bey’i ittihatçı gösterme aşkıyla kitaplarına “makaslama” olarak
koydukları (sh 258-261.) heyet listelerinin kitaba niçin alındığı, neyi ispat
etmek istedikleri sorgulanmalı değil mi? Acaba bu listelerde Ali Şükrü Bey’in ismini bulabilmek
ümidi olabilir mi? Bulamadılar, bulsalardı “mal
bulmuş mağribî” sevinciyle gözleri yaşaracaktı, ama olmadı.
İstikbal
Gazetesi ile ilgili yorumlar ve yönlendirmeler de baştan aşağa yanlış ve saptırma.
İdman Gazetesi’nin Enver Paşa fotoğraflı kapağının seçilmesi de görüşlerine uygun ‘muhkem’ bir delil arama niyetinin
ürünü.
Daha
önce de belirttim, tekrar söylüyorum: Enver Paşa ile ilgili ortada birçok
kitap, kendi mektupları, hatıratı ve diğer hatıratlar bulunmaktadır. Bunların hiç birisinde Enver Paşa’nın Ali
Şükrü Bey ile ilişkisinden söz eden birbilgi ve belge yoktur.
Bu
konuda kendilerine yeni bir delil de şudur:
Bir
hafta önce (23 Mart 2015) söz konusu kitapla ilgili kendisiyle istişare ettiğim
Prof. Dr. Ali Birinci, Murat BARDAKÇI ile
görüştüğünü ve Bardakçı’nın kendisine “ENVER PAŞA’NIN 750 SAYFA CİVARINDA
MEKTUPLARINI YAYINA HAZIRLADIĞI”nı ve “BU MEKTUPLARIN HİÇ BİRİSİNDE ALİ ŞÜKRÜ BEY’İN
İSMİNİN BİR KEZ DAHİ GEÇMEDİĞİ”ni
söylediğini belirtti. Önümüzdeki
aylarda yayınlanacak mektuplar acaba söz konusu yazarların bu konuda Ali Şükrü
Bey’e bühtan ve iftiralarından dolayı yüzlerini kızartabilecek midir?
Önümüzdeki
aylarda yayınlanacak mektuplar, acaba söz konusu yazarların bu konuda Ali Şükrü
Bey’e bühtan ve iftiralarından dolayı yüzlerini kızartabilecek midir?
Kaynak Kullanma ve
Tarihçiler…
Ali Şükrü Bey’le ilgili bugüne kadar hazırlanan kitapları-çalışmaları
okumadıklarından veya miyopluktan olsa
gerek yazarların şu iddiasına bakın: “Bugüne kadar Ali Şükrü Bey hakkında
yapılan hangi çalışmada böylesine zengin bir kaynakçadan istifade edilmiştir!
Kendisini, elini vicdanına koyup; Ali Şükrü Bey hakkında yapılan diğer çalışmaların
kaynaklarıyla bizim kaynaklarımızı bir mukayeseye davet ediyoruz.”
Kitaplarında
akademik formatta dipnot bile veremeyen söz konusu kitap yazarları’nın ‘kendinden menkul kerametleri’yle hâlâ
nasıl savunma yapabiliyorlar hayret ediyorum.
Bir haksızlık yapmayalım diye
kitabın kaynaklarına yenden baktık. Karşımıza iki ayrı başlık altında, mükerrer
kaynaklarla şişirilmiş alışılmadık bir kaynakça çıktı. Yazıldıktan sonra
okunmadığı, kitap ciddiyetinden uzak kaynakçadan ‘Millî Mücadelede Trabzon’
kitabının Sabahattin Özel’in değil de Selâhattin Özçelik’in olduğunu öğreniyoruz!..
Ali Şükrü Bey’i Vakfıkebir’lilerin
mebus olarak istemedikleri meğerse bir güvenilir kaynağa, 1925 doğumlu Mustafa
Kemal Sayıl’ın 1919 yılı hatıralarına dayanıyormuş!... Kendileri katiyen, ama
katiyen kötü niyetli asla olamaz değil mi? Pek ciddi kaynaklarından biri de
Serezli Hamdi Ülkümen’in ‘Hümanit Atatürk’ü… Bu kişi yerine seçildiği kişiyi
şehit edilen Mehmet İzzet Bey olarak değil de Serhat Bey diye verse de (s. 15),
Milli Müdafaa Vekilini Köprülü Kâzım (Özalp), değil de Kazım Karabekir olarak belirtse
de içeriği yazarların görüşlerine uygun olduğu için olsa gerek son derece ciddi
bir kaynak sayılmış ve azami şekilde istifade edilmiş. Karabekir’in İstiklal
Harbimiz, İstiklal Harbimizde İttihat ve Terakki Kitapları ise bu süper
tarihçilerimizce ciddiye alınmamış(!)
Ali Şükrü Bey’i itibarsızlaştırma
için ileri sürülen bir başka husus, Meclis-i Mebusan’da seçime itiraz edildiği,
soruşturma heyeti gönderildiği hususudur. (s. 176) Trabzon seçimlerine
itirazlar olduğu, baskı yapıldığına dair şikâyetler bulunduğu ve soruşturma
heyeti gönderildiği doğrudur. Ancak bununla ilgili kişi Trabzon’dan mebus
seçilen Kurmay Binbaşı Hüsrev Beyle alakalıdır.
Halit Bey’in baskısıyla seçildiği iddiaları tahkik heyetinin raporunda,
Karabekir’in kitaplarında olmasına rağmen yazar bunları görmüyor, görmek
istemiyor. Hatta Hüsrev Bey (Gerede)’nin günlüklerine dahi itibar etmiyor.
Çarpık kaynaklarla Ali Şükrü
Bey’in hatırasına gölge düşüren bu yazarlar ilim haysiyeti adına bir kez daha
sesleniyorum:
Yanlış yaptınız, büyük vebale girdiniz. Lütfen bunu kabul edin.
Yapacağınız çalışmada önce sağlıklı bir şekilde lütfen kaynakları taramayı
öğrenin. Hatıraların hisleri barındırdığını unutmayın. Dünyaya gelmeden önceki
olayları anlatan hatıraları(!) mehaz gösterip komik duruma düşmeyin. Kitabın
ciddi iş olduğunu, ciddiyet istediğini unutmayın.
Tezat ve tenakuzlarının
farkında bile değiller…
Kitaptaki
şu ifadeler (Uğur Üçüncü) ancak kendini tarihçi zanneden birisinin kaleminden
çıkabilir:
“Ali Şükrü Bey’in İttihat ve Terakki’ye
katılıp katılmadığını ortaya koyan kesin verilere sahip değiliz. Bunanla
beraber İttihat ve Terakki Cemiyeti ve yan kuruluşlarına mensup kişilerle yakın
ilişkiler kurmuş, hatta kendisi de bu kuruluşlar içinde çalışmıştır. Aslında
askerlik hayatını yaşadığı süreçte zabitler arasında İttihat Terakki’ye girmek
kaçınılmazdı. O da bu rüzgâra
kapılmıştır. Devrin modası haline
gelmiş İttihatçı/Enver Paşa bıyığı bırakanlardan biri de oydu. Uçları yukarı
doğru bükülen bıyığı ile ittihatçılığın alamet-i farikalarından biriydi.” (s. 256)
Bir
bilim adamının paragrafın başında “kesin verileri sahip değiliz” deyip
ilerleyen cümlelerde bıyıktan yola çıkarak “Uçları yukarı doğru bükülen bıyığı ve
ittihatçılığın alamet-i farikalarından biriydi” ifadelerini kullanması
akılları donduran bir tezattır!
Eleştiri yazımdaki iki paragrafımı
aynen tekrarlıyorum: “İlmin, idrakin,
insafın, vicdanın ve tarihin çarpıtılmaktan da öte yerle bir edildiği böyle bir
hüküm nasıl verilebilir? Ali Şükrü Bey’in İttihatçı olduğuna dair ortada hiçbir
belge olmamasına rağmen bu satırları yazabilen adamlara ne yazık ki tarih
profesörü, doçenti ünvanı verilebiliyor ve kendilerine yazı/kitap hazırlattırılabiliyor!”
Tarihî bir
fotoğraftan bir skandal hüküm çıkaran bu bilim adamları(!)nın Üniversite
kürsülerinde hâlâ nasıl tarih dersleri verebildiklerine hayret ediyoruz!”
Şuur altlarındaki
Ali Şükrü Bey’i ısrarla ittihatçı
gösterme sendromlarının tedavi olmaz
bir hastalık olduğu anlaşılıyor. Çünkü; “Düzenli’ye şu sualleri de sormaktan kendimizi alamıyoruz:
Velev ki Ali Şükrü Bey İttihâdçı idi. Onun İttihâdçı olması suç mudur? Ali
Şükrü Bey’in İttihâdçılarla birlikte hareket etmesi hatta -naçizane görüşüme göre- İttihâdçı olması onun vatanı için yaptıklarına
gölge mi düşürecek? Onu Trabzon’un bir büyük şahsiyeti olarak görmekten vaz
mı geçeceğiz?”
Ali
Şükrü Bey’i “İttihatçıların ve Enver
Paşa’nın adamı” ve Meclisteki temsilcisi-tetikçisi; Enver Paşa’nın Mustafa Kemal’le olan mücadelesinin/muhalefetinin
bir aracı gibi göstermeleri ve sonuçta benim çıkarımımla “öldürülmeyi hak etti!”
noktasına getirmelerini de bir “niyet okuması” olarak görebilirler.
Ali Şükrü Bey’in Trabzon’da
futbol takımı kadar önemi yok..
Benim
“kitaplarına
yönelik itham ve iftiralarımın çeşitli nedenleri olabilir”miş. “Niyet
okuyucusu olmadıkları için bir şey söyleyemiyorlarmış ama ben bu karalama
metninde bir tanesini itiraf ediyormuşum. O da, bir arkadaşım (Ali İhsan
Kartal) vasıtasıyla kendilerinin talep ettiği Ali Şükrü Bey’le ilgili
yazılarıma müdahale etmeleri imiş.
Ben,
söz konusu yazımda bu hususu zaten ifade etmiştim. Yazılarımı kendilerine göre
kesip ortada “benim olmayan metin” kalması üzerine “asla yayınlamayın”
demiştim. Bu benim talebim idi. Beni böylesine kızdıran da bu müdahaleleri imiş.
Yalan
ve bühtanın böylesi demek ki tarihçi geçinenlere mahsusmuş!
Benim
yazılarımdan örnekler de vermişler. Hepsinin altını tekrar çiziyor ve sahipleniyorum.
Kendilerinin seçtiği birkaç kesiti örnek vereyim:
“[…] Trabzon; bir çok gereksiz etkinliklerle, “dostlar alışverişte görsün”
türünden toplantılarla gününü gün ede dursun, aşağılık kompleksi kokan
“olimpiyat şehri”, “futbol şehri”, “marka şehir” komedileriyle varoluş
gösterileri yapadursun, Boztepe’deki büyük kabri tanıyamadığı, anlayamadığı ve
ona sahip çıkmadığı sürece sadece “bakterilere mahsus” hayatını devam
edecektir. […]”
“[…] Yazık bugünkü Trabzon’un haline! Yazık siyasilerin şu hallerine! Şehrin
futbol takımı için seferberlik ilan eden, takımı yenildiğinde sanki meydan
muhaberesi kaybetmişçesine kriz geçirenlerin Ali Şükrü Bey’den habersiz
olmaları veya O’ndan bahsetmemeleri tabii… Söyledik ya; bir genetik başkalaşma
söz konusu …[…]”
“[…] Trabzon’la birlikte adeta “protez”leştirilen siyasiler, aydınlar,
kültür-sanat –iş çevreleri de Ali Şükrü Bey’i ve davasını unuttu[…]”
Kitap yazarlarını tebrik ediyorum!
Söylemek istediklerimi mükemmel bir
biçimde özetlemişsiniz!
Ali Şükrü Bey’in şahsiyet ve hatırası
ile bugünkü Trabzon ilişkisi işte budur!
Devam etmişler: “Bu alıntılardan da anlaşılacağı üzere, Yahya Düzenli bu şehrin temel
dinamikleri ve insanıyla alay etmektedir. Tamamen kendi vehmini ve anlayışını
gösteren bu ifadelerini, bu kitabımızın kurgusuna ve üslubuna uygun olmadığı
için çıkarmak zorunda kaldık. Kendisi de bu müdahalemizden memnun kalmayarak,
makalesini geri çekti. Fakat bu kararımızda ne kadar isabet ettiğimizi şimdi
bir kez daha anlamış olduk.”
Şehrin
temel dinamikleriyle ve insanıyla alay edilmesi…Temel dinamikler: şehrin futbol
cinneti ve siyasileri… Öyle mi?
Siyasilere
ve futbol tüccarlarına çaktığınız selam ve temennadan dolayı tebrikler!
Ali Şükrü Beye bir türlü
şehîd diyemeyenler…
“Kitabın
hiçbir yerinde Ali Şükrü Bey için “şehid denilemediği” ve sürekli ‘öldürüldü’
ifadelerini kullandıklarına yönelik eleştirilerimden yola çıkarak, şöyle bir
mantık yürütmüşler: “Ali Şükrü Bey için ‘şehid’ kelimesini kullanılmaması, onun şehit olmadığına
mı delalet eder. Veya öldürüldüğünü yazmak onun şehit edilmediği anlamına mı
gelir?” şeklindeki tuhaf ve ucuz
savunmalarına ne demeli…
Bilinç
altlarındaki dökemedikleri ifrazat işte bu!
Kitabı
hazırlayanlar Ali Şükrü Bey’e şehidliği
niçin yakıştıramazlar?
Kitap
baştan sona incelendiğinde yazarların Ali Şükrü Bey merhuma şehit demekden
azamî surette kaçtıkları, katiyen şehit
demedikleri görülecektir. Hayatını şehadetin kemâliyle/en güzeliyle
taçlandıran bu güzel insana hak ettiği bu sıfatı vermemenin sebebi acaba ulemamızın
bilimsel(!) endişeleri midir? Bilemiyorum.
Şehadet,
şehitlik İslamî bir kavram, onun için belki tarihçiyi değil de teoloğu alâkadar
edebilir. Acaba onun için mi bu sıfat
fazlasıyla hak etmesine rağmen Ali Şükrü Bey’den esirgendi? Ancak, özensiz,
dikkatsiz, gelişi güzel cümlelerden oluşan
‘Giriş’ kısmında, bu anlayışla tezat teşkil eden bir ifadeye
rastlıyoruz. O da ‘Gâzi’ sıfatı… Şehitliği kıskanan (!), hak ettiği halde
vermeyen yazar/yazarlar, ‘İstiklâl Harbi
Gâzi’si Ali Şükrü Bey’ ifadesiyle bugüne kadar Ali Şükrü Bey için
kullanılmayan bir dinî sıfatı kullandılar. (s. 17). Oysa bu sıfatın kendileri
için şehit ifadesinden daha riskli olduğunu eğer tarihçi iseler bilmeleri gerekirdi. Kendisini seçim broşüründe ‘Gazi Nurettin Paşa’ diye ifade ettiğinden dolayı
Sakallı Nurettin Paşa’nın Nutuk’ta yediği fırçalar ilgililerin malûmudur.
Yazarların
son derece kararlı bir şekilde şehit dememelerinin sebebi anlaşıldığı kadarıyla
bilimsellik(!) endişesi... Beni ve benim gibileri, -belki kendilerini ve işi
veren kuruluşu- rahatsız etse de bilim aşkına tarihçi olan yazarlarımız böyle
diyorlar. Anlıyoruz ki böylesi bir ölüm, bilim disiplinleri arasında farklı
adlandırılabiliyor. Meselâ teologlar şehit diyebilir, tarihçiler ise ölü!..
Yine
de onlara teşekkür ediyorum. İyi ki kendileri tıpçı değiller. Yoksa ‘eks oldu’
da diyebilirlerdi. Hatta, Allah korusun, Ali Şükrü Bey’i, uysa da uymasa da,
mensup yapmak istedikleri İttihatçıların fedai kanadının kullandığı itlâfı
kullanır ve ‘itlâf edildi’ de diyebilirlerdi!... Malûm İttihatçılar ilk
infazlarını Trabzon’da yapmışlardı. Trabzon Kumandanı Hamdi Paşa’nın infazına
karar vermişler, bir mülâzımın gerçekleştirdiği infaz Paris’teki merkeze ve
aralarındaki yazışmalara ‘Hamdi Paşa
itlâf edildi’ ifadesiyle yansımıştı.
Yetkin isimlere müracaat
edilmemesi…
Benim
yazılarımın kitaba konmamasından dolayı öfkelendiğimi söyleyen kitap yazarlarına
şunu soralım:
Peki Ali Şükrü Bey konusunda en yetkin
isimlerden olan Mehmet DOĞAN ve İsmail HACIFETTAHOĞLU’ndan istediğiniz yazıları
niçin kitabınıza koymadınız? Veya koymaya niçin cesaret edemediniz?
Ayrıca
ilk Meclis ve Ali Şükrü Bey konusunda kitaplık çapta ciddi çalışmalar yapmış,
Prof.Dr. Ahmet DEMİREL’e niçin müracaat edilmemiştir?
Bu
arada Mehmet DOĞAN Bey’in söz konusu skandal kitapla ilgili Vahdet Gazetesindeki
“Ali Şükrü Bey’i Trabzon’da Öldürmek” (24.3.2015) ve “İkinci Ali Şükrü Bey
Cinayeti” başlıklı (25.3.2015) yazılarını okursanız belki biraz nâdim olup özür dilersiniz…
Bu vesileyle Mehmet Doğan’ın her iki yazısından
paragraflar aktaralım: “Böyle bir değerin
hatırasına yayınlanan kitabı alkışlarla karşılamamız gerekmez miydi? Biz her
şeye rağmen bu emeği sarfedenlere teşekkür ediyoruz, fakat merhumun şanına
yakışır bir eser olacakken, bazı noktalardan alil olmasından da üzüntü
duyuyoruz. En önemlisi, Ali şükrü Bey’in ısrarla “İttihatçı” olarak yaftalanmaya
çalışılmasıdır.” (Ali Şükrü Bey’i Trabzon’da Öldürmek, Vahdet Gazetesi
24.3.2015)
Doğan, kitapta “Ali
Şükrü Bey’in ısrarla ittihatçı olarak yaftalanmaya çalışıldığı”nın altını
çizerek metin yazarının düştüğü hali
istihza ile anlatmış: “Kitapta Ali Şükrü
Bey’in İttihatçılığı önce bıyığına bakılarak ispata çalışılıyor. Onun bıyığı
İttihatçı/Enver Paşa bıyığı imiş! Bıyıklara bakarsak, kimler İttihatçı sayılmaz
ki? Mesela Millî Mücadele’nin ve İttihatçılığın en meşhur muhaliflerinden Ali
Kemal! İsterseniz işi yurt dışına kadar taşıralım: Alman Kayzeri Vilhelm de
İttihatçı/Enverî bıyığı bırakmış olmalı! Yoksa tersi mi doğru? Enver
Vilhelmvari bıyık bırakmış olabilir mi?”
“….Ali Şükrü Bey’in öldürülmesine Trabzon
İttihatçıları tepki göstermiş; böyle hunhar bir cinayete insan olan tepki
göstermezmiş gibi! Yazar Ali Şükrü Bey’in ittihatçı hem de Enver Paşa
fraksiyonuna bağlı İttihatçı olduğunu ispatlıyor! Yazarı hayıflandıran şu:
Ellerinde İttihat Terakkiye resmen üye olduğuna dair belge bulunmaması!
Diyeceksiniz ki, bu ispat neye yarar? Onun
öldürtülmesini meşrulaştırmaya! Ankara’da ipleri elinde tutanlar, Enver
Paşa’nın gelip işe vaziyet etmesinden çekiniyorlar. O yüzden Enver Paşa
taraftarı Kâhya Yahya’yı öldürtüyorlar. Bu normalse, Ali Şükrü’nün katli de
normaldir!
Mehmet Doğan yazısının sonunda “Maalesef 2. Ali Şükrü Cinayeti ile karşı karşıyayız.” diyerek kitabın özetini vermiş.
NETİCE:
“Mesnetsiz ifadelerle şahıslarını
hedef alarak itibarsızlaştırmak istemem”, “böylesine geniş bir muhtevaya sahip
kitaplarını kağıt yığını olarak adlandırmam suretiyle “ tahkir etmem emeklerine saygısızlık
imiş. Kendilerine yönelttiğim sorulara ve yanlışlarına hiçbir tatmin edici
cevap bulamadığım açıklamalarının eksenini teşkil eden benim “kendilerini
itibarsızlaştırmak için hakaret ve tahkir” ettiğim iddialarını bu kitabı, benim
eleştirilerimi ve cevaplarını okuyanlara bırakıyorum.
Eleştirilerime
verdikleri 9 sayfalık cevapta tutarlı bir karşı eleştiriyi bulamamak bir
tarafa, kendilerine yönelttiğim hiçbir soru ve eleştiriye tutarlı bir cevap
veremeyip, sadece “habbeyi kubbe yaparak” kendilerine hakaret ettiğimi her
sayfada tekrarlayan söz konusu beyefendilere sadece şifa diliyorum!
Bu kitabı
hazırlayanları “önemli bir boşluğu doldurdukları ve maksatları hasıl olduğu
için” tekrar tebrik ediyoruz. Çok şükür ki ülkemizde kitaplar okunmak için
değil, vitrin süsü olarak alınıyor! Yoksa bu tarihçi geçinenlerin âmâl-i
seyyiatlarının ağırlığı çok daha fazla olacaktı.
Büyük
Şehîd Ali Şükrü Bey için “sipariş usulü” hazırlatılan bu eserin, bazı tarihi gerçeklerin
hakikatiyle gün ışığına çıkması için “gerekli
ârâz” olmasını temenni ediyoruz.
Bu
vesilesiyle Trabzon Büyükşehir Belediyesi’ne iş işten geçse de “neye sebep olduğu”nu
bir kez daha gözden geçirmesini tavsiye ediyoruz!
Ne
diyordu büyük şehid-i mağfur Ali Şükrü Bey: “Müddei tarih ve vatandır!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder