26 Mart 2015 Perşembe

TRABZON BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ’NİN SKANDAL KİTABI “ALİ ŞÜKRÜ BEY”İN YAZARLARI’NA SON CEVABIMDIR!


Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com

Trabzon Büyükşehir Belediyesi’nin KTÜ Tarih Bölümü Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Necmettin ALKAN ve Doç. Dr. Uğur Üçüncü’ye hazırlattığı  “Ali Şükrü Bey-Hürriyet uğruna 39 yıl” İsimli kitapla ilgili Türkiye Yazarlar Birliği’nin internet sayfasındaki Trabzon Büyükşehir Belediyesi’nden Skandal Kitap: Ali Şükrü Beybaşlıklı yazıma söz konusu kitabın yazarları uzun bir açıklama göndermişler. Açıklama Büyükşehir Belediyesi ve yazarların ortak mahsulü olsa gerek. Çünkü “Eleştirilere cevap”larında Belediye’nin savunuculuğunu da üstlenmişler!

Cevaplarını okuyunca (yazarların çok alındıkları deyimle) “şecaat arzederken sirkatin söyledikleri” ibaresinden çok rahatsız oldukları anlaşılan yazarlara aslında cevap vermeyi düşünmemiştim. Daha önce de naklettiğim Üstad Necip Fazıl’ın hikmetli sözü gereği “ucuna sivrisinek kondu diye 35’lik top ateşlenmez”. Ancak, yaptıkları tarih marangozluğunu bu denli savunabilmelerinden anlaşılıyor ki; müthiş bir anestezi altında his iptaline yakalanmışlardır. Böylece tutarsızlıklarına, Ali Şükrü Bey’e (en hafif tabirle) saygısızlık, iftira ve bühtanlarına son bir cevap daha yazma gereği hasıl oldu.

Burada, kitabın tashih, indeks, kaynakça ve dipnotlardaki ciddiyetsizlik ve yanlışlıklar ile “kitabı yayınlanmasından sonra takriben 16 gün gibi kısa bir süre zarfında” nasıl okuyabildiğim”e değinmeyeceğim. 

Vehimler, ithamlar, iftiralar….

Öncelikle yazarların kitaba yönelik belgeli eleştirilerime ve galiz yanlış ve özensizliklerine makul gerekçeler ve belgelerle karşılık verme yerine, “cevap vermiş olmak için cevap vermek” ve düşmüş oldukları durumdan kurtulma paniğiyle benim vehimlerimden, ithamlarımdan, karalamalarımdan, su-i niyet’li oluşumdan bahisle; kendilerinin “kendi vehminden hareketle uydurduğu olmadık ithamlarla ve iftiralarla bizleri ve kitabımızı itibarsızlaştırmak istemesine sessiz kalamazdık.. Hem şahsımızı hem meslekî kariyerimizi ve hem de asıl olarak yayınladığımız telif eserimizi karalama gayretine karşı cevap vermek zorundaydık” demekle ‘mecburi bir savunmaya mahkûm olduklarını belirtiyorlar. Üstelik eleştirilerimin hiç birisine cevap veremiyor, (eski deyimle) mugalata yapıyorlar. Hz. Mevlâna’nın bir sözünü de benim bakış açıma cevap olarak gösteriyorlar.

Tebrikler!

Kitabın bütünüyle ilgili analitik eleştirisine bile girmedim. Bu yazdıklarım sadece “mukaddime” bâbındadır. Eleştiri yazımdaki bütün iddia ve ispatlarımın arkasındayım. Bunların hiç birisine cevap veremeyen söz konusu yazarlar, gene şecaat gösterilerine devam etmişler.

Ol pazarda sipariş usulû kitap böyle yazılıyor demek ki. Trabzon Büyükşehir Belediyesi de muradına uygun sipariş adresini böylece bulmuş oldu. 

Nâdim olup hatalarını kabul edecekleri yerde, mahalle ağzıyla dalaşmayı tercih eden yazarlar yerine keşke Trabzon Büyükşehir Belediyesi yetkilileri ücretsiz dağıttıkları 6 bin kitaptan dolayı Trabzon halkından ve Ali Şükrü Bey’in ruhaniyetinden özür dileyen bir açıklama yapsalardı. Böylece seyyiâtlarını belki hasenâta dönüştürebilirlerdi. Ama olmadı. Büyükşehir Belediyesi bakalım bu derin lekeyi nasıl temizleyecek.

“Tarihin, kendini tarihçi nasbedenlere bırakılamayacak kadar ciddî bir iş olduğu”nun altını çizerek, öncelikle kendilerini “tarihçi nasbeden” yazarlara bir daha tarihî hadiselere yaklaşırken sahip olmaları gereken usûl ölçülerine dair bir hatırlatma yapalım:

Tarih; geçmişe ait olayları istif etme tezgâhtarlığı veya olayları keyfince kesip biçme marangozluğu değil, geçmişe derin bir idrak, doğru ve berrak bir bakışla yanaşma, değerlendirme ve yorumlamayı gerektiren bir ilim veya disiplindir. Ancak tarihçiliği değil de tarih marangozluğunu kendinize meslek edinmişseniz önünüze hangi malzeme gelirse kesip biçmeye çalışırsınız ve yorgun düşerek malzeme yığını karşısında şaşılaşırsınız.  Tarihî olaylara zaman olarak ne kadar yakın iseniz, yorum ve hükümde o derece isabet edersiniz. Ama bu tarihçi geçinen yazarların yaptığı gibi, hadiselerin zaman dilimlerine yakın olduğunuz halde, bunları doğru görebilecek, okuyabilecek ve değerlendirebilecek ciddi bir ölçü ve usûle malik değilseniz, bakışınız miyoplukla mâlûl ise, işte böyle kırıp dökersiniz.

Şehir tarihine geçecek bir skandal…

Ali Şükrü Bey kitabının yazarları, bu büyük şehidin hayatına ve şehadetine dair bütün belge ve bilgiler ortada olmasına rağmen ne belgeleri okuma, ne de doğru bir sonuç çıkarma basiret, liyakat, ehliyet ve kabiliyetine sahip olmadıklarını bir kez daha gösterdiler. Böyle iken hakkını veremeyecekleri bu işe girişmeleri kendilerinin olduğu kadar Trabzon Büyükşehir Belediyesi’nin de affedilemeyecek, şehir tarihine geçecek bir skandalıdır.

Açıklamalarında “TBMM arşivi ve Türkiye (Burada bir düzeltme yapalım; ‘Türkiye’ değil, sözü edilen kurumun adı ‘Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü’dür) İnkılâb Tarihi Enstitüsü Arşivi vesikaları, TBMM Zabıt Ceridesi, Meslis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, hatırat, dönemin gazeteleri, dergileri ve araştırma eserleri gibi zengin Osmanlıca ve Türkçe kaynakları görmemezlikten gelmenin akılla ve mantıkla bir izahı yoktur.” diyen söz konusu kitabın yazarları acaba hangi arşive girmişlerdir? Hangi mahkeme kararlarını görmüşlerdir? Hangi polis zabıtlarını okumuşlardır?

Kitaplarındaki özensizlikten de anlaşılıyor ki; maalesef Ali Şükrü Bey hakkında yayınlanmış kitapları ve birçoğu sırf akademik unvan almak için hazırlanan tezleri masa üzerine yayıp ‘makaslayarak’ bir kitap ortaya koymuşlardır.

Anlayamadıysanız açıklayayım: Ali Şükrü Bey’in şehadetinden sonra hadiseyle ilgili birinci elden arşiv çalışması mı yaptınız? Zanlıların yargılandığı mahkeme kararlarına mı ulaştınız? Hayır!

Bu arada kitaba yönelik tenkitlerimizin Necmettin Alkan ve Uğur Üçüncü’ye yönelik olduğunu da belirtmek durumundayım. Beş kişinin kaleme aldığı anlaşılan bu kitapta her ne hikmetse hazırlayanlardan 3’ünün adı kitabın kapağına, jenerik sayfasına, teşekkür edilenler arasına girememiş. Bunlardan Muzaffer Başkaya’nın yazısı, muhteva yönünden, Türkçe yönünden, ciddiyet yönünden kitaba en uygunu ve takdire şayandır. Diğer ikisinin yazılarının ise, kendilerini kitabın yazarları, hazırlayanları ve dahi editörleri olarak gösterenlerden daha az hatalı olduklarını da söylemek gerekir. 

Büyükşehir Belediyesi’ni ağır itham…

Benim, Trabzon Büyükşehir Belediyesi’ni eleştirmemi de hazmedemeyerek “Trabzon’lu olan Düzenli’nin, Trabzon’lu Ali Şükrü Bey’e sahip çıkan Trabzon Büyükşehir Belediyesi’ni böylesine ağır bir şekilde ithâm etmesi oldukça mânidardır.”

Neyin ve niçin manidar olduğunu anlayamadım doğrusu.

“Skandal” olarak adlandırdığım kitapta birinci derecede sorumlu tabii ki Trabzon Büyükşehir Belediyesi’dir. Demek ki sayın yazarlar belediyeyi savunmayı da üzerlerine almışlar. Çünkü Belediye ile ilgili ifadelerimden kendileri daha çok rahatsız olmuşlar!

Galiz yanlışları örtbas etme çabaları…

Cevapta yazarların bir dedektif ve polis müfettişi tarzıyla yazılarımda yanlış bulma telaşına düştükleri anlaşılıyor. Bula bula Ali Şükrü Bey ile ilgili yazdığım yazılardan birinde kullandığım bir fotoğrafın arkasındaki Osmanlıca nottaki tarihi bulan bu sözde tarihçilere boşuna zaman ve emek harcadıklarını hatırlatalım. Çünkü Ali Şükrü Bey’in cenazesinin Trabzon’a götürülürken İnebolu’da çekilmiş söz konusu fotoğrafın arkasına not yazan Lazistan Mebusu Dr. Abidin Bey, 5 Nisan 1923 yazacakken sehven 5 Mayıs 1923 yazmıştı. Yahut da 5 Mayıs 1923, Dr. Abidin Bey tarafından Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey’e fotoğrafın gönderilme tarihi olabilir.

Ben Osmanlıca transkripsiyonu değiştirmediğim için 14.1.2015 tarihli söz konusu yazıma olduğu gibi aldım ve doğrusunu “Ali Şükrü Bey’in vefatından bir hafta sonra çekilmiş” notunu düşerek belirttim. Bir çuval pirincin içinde taş arayan hamaratlık ve kendi garabetlerini ve galiz yanlışlarını örtbas etmek için nafile bir çaba bu.

Çok şükür ki iki konuda o da sehven yanlışa düştüklerini kabul ediyorlar.

·        Birincisi; Ali Şükrü Bey’in cenazesinin İnegöl’den değil İnebolu’dan Trabzon’a gönderildiği,
·        İkincisi de; Ali Şükrü Bey’in gene “öldürülme” diye bahsettikleri şehadet tarihinin 27 Nisan değil, 27 Mart olduğu…

Bu nedametten dolayı tebrikler!

Gelelim Batum’da çekildiğini söyledikleri ve Ali Şükrü Bey’in Enver Paşa’nın adamı ve ittihatçı olduğuna dair “en önemli kanıt” olarak gösterdikleri fotoğrafa…

Ali Şükrü Bey’e İttihatçı itham ve bühtanları…

Yazarlar Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti yönetiminin, ne hikmetse, İttihatçılardan oluştuğunu, Cemiyetin İttihat ve Terakki’nin merkezi olduğunu ispat gayretine düştüler. Bunun içinde Ali Sait Paşa Tahkik Heyeti’nin Ergun Aybars ve bazı araştırmacıların TİTE arşivinden alarak kullandıkları rapora sarıldılar. Raporda yer alan İttihat ve Terakki Trabzon Merkez Heyeti azaları ile Hürriyet ve İtilaf’ın Trabzon Merkez azaları 4 sayfa olarak kitaba derc edildi. Ancak İttihatçılıkla vasıflandırdığı Cemiyetin ne kurucularının, ne de yöneticilerinin listesi yok. (s.257-261)

Bunun iyi niyetle telifi mümkün mü? Millî Mücadeleyi başlatan, vatanın kurtulması için İttihaçısıyla İtilafçısıyla tek yumruk hale gelen ecdadımıza bu haksızlık değil mi? İttihatçı olan Barutçuzâde Ahmet’in yanında bu fırkadan olmayan Şehit Eyüpzâde İzzet yok mu? Ömer Fevzi yok mu? İbrahim Cûdi yok mu? Trabzon Muhaza-i Hukuk Cemiyeti’nin (daha sonra Müdafa-i Hukuk) kurucu ve yöneticilerinin her meslekten, her düşünceden hamiyetperver, vatansever Trabzonlular olduğu malûm. Yazrların bu iddialarında samimi olduklarını, iyi niyet taşıdıklarını nasıl söyleyebiliriz?

Kendileri kaynak gösterdiklerini söylüyorlar. Zengin kaynak kullanarak en bilimsel çalışmayı yaptıklarını söylüyorlar. Öyleyse neden o dönemi, Sivas Kongresi’nden itibaren kitaplaştıran ve dönemle ilgili hemen her çalışmaya kaynaklık eden Mahmut Goloğlu’nun kitaplarına, özellikle de serinin 5. Kitabı olan Türkiye Cumhuriyeti adlı eserine bakılmadı? Ahmet Demirel’in, konuyla birebir alâkalı doktora tezi ‘Birinci Meclis’te Muhalefet/İkinci Grup’ adlı eseri mehazlar arasında neden yok? Millî Mücadele’ye çok önemli katkıları olan İstikbal Gazetesi’ni ‘İttihatçıların yayın organı’ (s. 263) olarak gösterirken neden sahibinin hatıralarına bakılmadı? Prof. Mesut Çapa’nın bu husustaki ‘Faik Ahmet Barutçu’ kitabı da bilimsel bulunmamış olunacak ki göz ardı edilmiş!..

Biz bu tarihlerde İttihat ve Terakki’nin faaliyetlerine son verildiğini, yöneticilerinin mahkeme edildiklerini biliyorduk. Tarihçilerimizden öğreniyoruz ki Trabzon’da yayın organları da varmış! Müthiş tarihçilerimizden istirhamımız bu ilmi (!) ve dahi bilimsel bilgileri lütfedip ‘Milli Mücadele’de İttihatçılar’ kitabı yazarı Erik Jan Zührer ile de paylaşsınlar! Sanırım çok memnun olur! Tarihçilerimizin bu müthiş bilimsel çalışmalarından mutlaka istifade edecektir!..   

Bırakınız olayları okumayı, önündeki tarihi fotoğraftaki şahısları bile tanıyamayıp mal bulmuş mağribi saikiyle -bir alzeimer’li hasta gibi- Bakû Konsolosu İbrahim Tali Bey’i Ali Şükrü Bey’e benzetip eline şeker verilmiş çocuk gibi, “Oooooh şimdi Ali Şükrü Bey’in Enver Paşacı ve İttihatçı olduğunu ispat ettim” yaveleriyle  coşkuya kapılanların sevinçleri hâlâ kursaklarında duruyor! Bu nasıl bir hazımdır, anlaşılır şey değil!

Tarihçi geçinenler değil de tarihçi olanlar fotoğrafların da önemli bir tarihî malzeme olduğunu bilmeleri gerekir. Bu fotoğrafı ilk defa yayınlayan General Sami Sabit Karaman “İstiklal Mücadelesi ve Enver Paşa” kitabının 31. sayfasında fotoğrafın altında “Enver Paşa ve Rüfekasının Batum’da çekilmiş fotoğrafları” ifadesini kullanmıştır. Kadir Mısıroğlu’nun da bu fotoğrafı muhtemelen buradan Ali Şükrü Bey isimli kitabına alıp altına yanlış bir ifade olarak “Enver Paşa’nın Batum’da bir kısım arkadaşları ile çektirdiği fotoğraf. Sağdaki Ali Şükrü Bey merhum, sol baştaki İzmir suikasdinde asılan Lazistan Meb’usu Ziya Hurşid Bey’dir.” yazmasından yola çıkan sayın yazarlar kesin bir delil olarak bu fotoğrafa sarılmış olmalılar.

Kitap yazarları “…eğer fotoğraf hatalıysa yukarıda zikrettiğimiz kitaplarda da hatalı kullanılmıştır. Düzenli, çok daha önce bu kitaplarda kullanılmış olan fotoğrafı ne için eleştirmemiştir, kendisine sormak isteriz.  Bununla beraber sanki sadece bir fotoğraftan yola çıkarak Ali Şükrü Bey’in İttihadçı olabileceği yorumuna ulaştığımız algısı oluşturma çabasını kötü niyetine bağlıyoruz.” diyorlar.

Yani öyle bir itirafta bulunuyorlar ki sormayın!

KitapTa (s. 266) “Ali Şükrü Bey’in bu ifadelerde belirttiği ‘Enver Paşa ile görüşmedim’ iddiası gerçek dışı gözükmektedir. Zira Ali Şükrü Bey’in Enver Paşa ile çekilmiş bir fotoğrafı bulunmaktadır. Bu fotoğraf onun Enver Paşa ile ilişkisinin olduğunun KANITIDIR. Batum’da çekilen fotoğrafta Ali Şükrü Bey ile birlikte, Ziya Hurşit, Enver Paşa ve birkaç arkadaşı bulunmaktadır. Ali Şükrü Bey’in Enver Paşa’yı yurda sokma düşüncesinde olan Trabzon’daki ittihatçı erkan lehine faaliyetleri, Mustafa Kemal Paşa’nın sıkı muhaliflerinden olması ve Enver Paşa ile Batum’da çektirdiği fotoğraf düşünüldüğünde böyle bir mektubun doğru olması ihtimal dahilindedir….

Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere Ali Şükrü Bey, Trabzon’da Enver Paşa ile ilişki içine girmiş ve Enver Paşa Batum’a geldiğinde, yanına gidip görüşmüştür.”

Kitapta bunları yazanların, bana verdikleri cevapta ise;

“Ali Şükrü Bey kitabında Yahya Düzenli’yi en fazla kızdıran bölüm Ali Şükrü Bey’in İttihâdçı olup olmamasıyla alakalı tartışmalardır. Burada özellikle bir fotoğraf meselesini ön plana çıkarmıştır. Fotoğraf, Ali Şükrü Bey’in İttihatçılarla yakın işbirliği içinde olduğu düşüncesini belirtmek için kullanılmıştır. Kullanılan fotoğraf Ali Şükrü Bey’in İttihâdçı olabileceğini gösteren verilerden sadece biridir. Fotoğrafın Batum’da değil de Bakü’de çekildiği, Ali Şükrü Bey değil de İbrahim Tali olduğu iddialarının zaten farkındayız.”

Bu ifadeler karşısında akıl, vicdan, insaf, tarih çıldırmasın da ne yapsın!

Bu ifadeler skandal değil de nedir?

Ali Şükrü Bey’i ittihatçı gösterme aşkıyla kitaplarına “makaslama” olarak koydukları (sh 258-261.) heyet listelerinin kitaba niçin alındığı, neyi ispat etmek istedikleri sorgulanmalı değil mi? Acaba bu listelerde Ali Şükrü Bey’in ismini bulabilmek ümidi olabilir mi? Bulamadılar, bulsalardı “mal bulmuş mağribî” sevinciyle gözleri yaşaracaktı, ama olmadı.

İstikbal Gazetesi ile ilgili yorumlar ve yönlendirmeler de baştan aşağa yanlış ve saptırma. İdman Gazetesi’nin Enver Paşa fotoğraflı kapağının seçilmesi de görüşlerine uygun ‘muhkem’ bir delil arama niyetinin ürünü.

Daha önce de belirttim, tekrar söylüyorum: Enver Paşa ile ilgili ortada birçok kitap, kendi mektupları, hatıratı ve diğer hatıratlar bulunmaktadır. Bunların hiç birisinde Enver Paşa’nın Ali Şükrü Bey ile ilişkisinden söz eden birbilgi ve belge yoktur.

Bu konuda kendilerine yeni bir delil de şudur:

Bir hafta önce (23 Mart 2015) söz konusu kitapla ilgili kendisiyle istişare ettiğim Prof. Dr. Ali Birinci, Murat BARDAKÇI ile görüştüğünü ve Bardakçı’nın kendisine “ENVER PAŞA’NIN 750 SAYFA CİVARINDA MEKTUPLARINI YAYINA HAZIRLADIĞI”nı ve “BU MEKTUPLARIN HİÇ BİRİSİNDE ALİ ŞÜKRÜ BEY’İN İSMİNİN BİR KEZ DAHİ GEÇMEDİĞİ”ni söylediğini belirtti. Önümüzdeki aylarda yayınlanacak mektuplar acaba söz konusu yazarların bu konuda Ali Şükrü Bey’e bühtan ve iftiralarından dolayı yüzlerini kızartabilecek midir?

Önümüzdeki aylarda yayınlanacak mektuplar, acaba söz konusu yazarların bu konuda Ali Şükrü Bey’e bühtan ve iftiralarından dolayı yüzlerini kızartabilecek midir?

Kaynak Kullanma ve Tarihçiler…

Ali Şükrü Bey’le ilgili bugüne kadar hazırlanan kitapları-çalışmaları okumadıklarından veya  miyopluktan olsa gerek yazarların şu iddiasına bakın: Bugüne kadar Ali Şükrü Bey hakkında yapılan hangi çalışmada böylesine zengin bir kaynakçadan istifade edilmiştir! Kendisini, elini vicdanına koyup; Ali Şükrü Bey hakkında yapılan diğer çalışmaların kaynaklarıyla bizim kaynaklarımızı bir mukayeseye davet ediyoruz.”

Kitaplarında akademik formatta dipnot bile veremeyen söz konusu kitap yazarları’nın ‘kendinden menkul kerametleri’yle hâlâ nasıl savunma yapabiliyorlar hayret ediyorum.

Bir haksızlık yapmayalım diye kitabın kaynaklarına yenden baktık. Karşımıza iki ayrı başlık altında, mükerrer kaynaklarla şişirilmiş alışılmadık bir kaynakça çıktı. Yazıldıktan sonra okunmadığı, kitap ciddiyetinden uzak kaynakçadan ‘Millî Mücadelede Trabzon’ kitabının Sabahattin Özel’in değil de Selâhattin Özçelik’in olduğunu öğreniyoruz!..

Ali Şükrü Bey’i Vakfıkebir’lilerin mebus olarak istemedikleri meğerse bir güvenilir kaynağa, 1925 doğumlu Mustafa Kemal Sayıl’ın 1919 yılı hatıralarına dayanıyormuş!... Kendileri katiyen, ama katiyen kötü niyetli asla olamaz değil mi? Pek ciddi kaynaklarından biri de Serezli Hamdi Ülkümen’in ‘Hümanit Atatürk’ü… Bu kişi yerine seçildiği kişiyi şehit edilen Mehmet İzzet Bey olarak değil de Serhat Bey diye verse de (s. 15), Milli Müdafaa Vekilini Köprülü Kâzım (Özalp), değil de Kazım Karabekir olarak belirtse de içeriği yazarların görüşlerine uygun olduğu için olsa gerek son derece ciddi bir kaynak sayılmış ve azami şekilde istifade edilmiş. Karabekir’in İstiklal Harbimiz, İstiklal Harbimizde İttihat ve Terakki Kitapları ise bu süper tarihçilerimizce ciddiye alınmamış(!)

Ali Şükrü Bey’i itibarsızlaştırma için ileri sürülen bir başka husus, Meclis-i Mebusan’da seçime itiraz edildiği, soruşturma heyeti gönderildiği hususudur. (s. 176) Trabzon seçimlerine itirazlar olduğu, baskı yapıldığına dair şikâyetler bulunduğu ve soruşturma heyeti gönderildiği doğrudur. Ancak bununla ilgili kişi Trabzon’dan mebus seçilen Kurmay Binbaşı Hüsrev Beyle alakalıdır.  Halit Bey’in baskısıyla seçildiği iddiaları tahkik heyetinin raporunda, Karabekir’in kitaplarında olmasına rağmen yazar bunları görmüyor, görmek istemiyor. Hatta Hüsrev Bey (Gerede)’nin günlüklerine dahi itibar etmiyor.

Çarpık kaynaklarla Ali Şükrü Bey’in hatırasına gölge düşüren bu yazarlar ilim haysiyeti adına bir kez daha sesleniyorum:

Yanlış yaptınız, büyük vebale girdiniz. Lütfen bunu kabul edin. Yapacağınız çalışmada önce sağlıklı bir şekilde lütfen kaynakları taramayı öğrenin. Hatıraların hisleri barındırdığını unutmayın. Dünyaya gelmeden önceki olayları anlatan hatıraları(!) mehaz gösterip komik duruma düşmeyin. Kitabın ciddi iş olduğunu, ciddiyet istediğini unutmayın.

Tezat ve tenakuzlarının farkında bile değiller…

Kitaptaki şu ifadeler (Uğur Üçüncü)  ancak kendini tarihçi zanneden birisinin kaleminden çıkabilir:

“Ali Şükrü Bey’in İttihat ve Terakki’ye katılıp katılmadığını ortaya koyan kesin verilere sahip değiliz. Bunanla beraber İttihat ve Terakki Cemiyeti ve yan kuruluşlarına mensup kişilerle yakın ilişkiler kurmuş, hatta kendisi de bu kuruluşlar içinde çalışmıştır. Aslında askerlik hayatını yaşadığı süreçte zabitler arasında İttihat Terakki’ye girmek kaçınılmazdı. O da bu rüzgâra kapılmıştır. Devrin modası haline gelmiş İttihatçı/Enver Paşa bıyığı bırakanlardan biri de oydu. Uçları yukarı doğru bükülen bıyığı ile ittihatçılığın alamet-i farikalarından biriydi.” (s. 256)

Bir bilim adamının paragrafın başında “kesin verileri sahip değiliz” deyip ilerleyen cümlelerde bıyıktan yola çıkarak “Uçları yukarı doğru bükülen bıyığı ve ittihatçılığın alamet-i farikalarından biriydi” ifadelerini kullanması akılları donduran bir tezattır!

 Eleştiri yazımdaki iki paragrafımı aynen tekrarlıyorum: İlmin, idrakin, insafın, vicdanın ve tarihin çarpıtılmaktan da öte yerle bir edildiği böyle bir hüküm nasıl verilebilir? Ali Şükrü Bey’in İttihatçı olduğuna dair ortada hiçbir belge olmamasına rağmen bu satırları yazabilen adamlara ne yazık ki tarih profesörü, doçenti ünvanı verilebiliyor ve kendilerine yazı/kitap hazırlattırılabiliyor!”

Tarihî bir fotoğraftan bir skandal hüküm çıkaran bu bilim adamları(!)nın Üniversite kürsülerinde hâlâ nasıl tarih dersleri verebildiklerine hayret ediyoruz!”

Şuur altlarındaki Ali Şükrü Bey’i ısrarla ittihatçı gösterme sendromlarının  tedavi olmaz bir hastalık olduğu anlaşılıyor. Çünkü; “Düzenli’ye şu sualleri de sormaktan kendimizi alamıyoruz: Velev ki Ali Şükrü Bey İttihâdçı idi. Onun İttihâdçı olması suç mudur? Ali Şükrü Bey’in İttihâdçılarla birlikte hareket etmesi hatta -naçizane görüşüme göre- İttihâdçı olması onun vatanı için yaptıklarına gölge mi düşürecek? Onu Trabzon’un bir büyük şahsiyeti olarak görmekten vaz mı geçeceğiz?”

Ali Şükrü Bey’i “İttihatçıların ve Enver Paşa’nın adamı” ve Meclisteki temsilcisi-tetikçisi;  Enver Paşa’nın Mustafa Kemal’le olan mücadelesinin/muhalefetinin bir aracı gibi göstermeleri ve sonuçta benim çıkarımımla “öldürülmeyi hak etti!” noktasına getirmelerini de bir “niyet okuması” olarak görebilirler.

Ali Şükrü Bey’in Trabzon’da futbol takımı kadar önemi yok..

Benim “kitaplarına yönelik itham ve iftiralarımın çeşitli nedenleri olabilir”miş. “Niyet okuyucusu olmadıkları için bir şey söyleyemiyorlarmış ama ben bu karalama metninde bir tanesini itiraf ediyormuşum. O da, bir arkadaşım (Ali İhsan Kartal) vasıtasıyla kendilerinin talep ettiği Ali Şükrü Bey’le ilgili yazılarıma müdahale etmeleri imiş.

Ben, söz konusu yazımda bu hususu zaten ifade etmiştim. Yazılarımı kendilerine göre kesip ortada “benim olmayan metin” kalması üzerine “asla yayınlamayın” demiştim. Bu benim talebim idi. Beni böylesine kızdıran da bu müdahaleleri imiş.

Yalan ve bühtanın böylesi demek ki tarihçi geçinenlere mahsusmuş!

Benim yazılarımdan örnekler de vermişler. Hepsinin altını tekrar çiziyor ve sahipleniyorum. Kendilerinin seçtiği birkaç kesiti örnek vereyim:

“[…] Trabzon; bir çok gereksiz etkinliklerle, “dostlar alışverişte görsün” türünden toplantılarla gününü gün ede dursun, aşağılık kompleksi kokan “olimpiyat şehri”, “futbol şehri”, “marka şehir” komedileriyle varoluş gösterileri yapadursun, Boztepe’deki büyük kabri tanıyamadığı, anlayamadığı ve ona sahip çıkmadığı sürece sadece “bakterilere mahsus” hayatını devam edecektir. […]”

“[…] Yazık bugünkü Trabzon’un haline! Yazık siyasilerin şu hallerine! Şehrin futbol takımı için seferberlik ilan eden, takımı yenildiğinde sanki meydan muhaberesi kaybetmişçesine kriz geçirenlerin Ali Şükrü Bey’den habersiz olmaları veya O’ndan bahsetmemeleri tabii… Söyledik ya; bir genetik başkalaşma söz konusu …[…]”

“[…] Trabzon’la birlikte adeta “protez”leştirilen siyasiler, aydınlar, kültür-sanat –iş çevreleri de Ali Şükrü Bey’i ve davasını unuttu[…]”

Kitap yazarlarını tebrik ediyorum!

Söylemek istediklerimi mükemmel bir biçimde özetlemişsiniz!

Ali Şükrü Bey’in şahsiyet ve hatırası ile bugünkü Trabzon ilişkisi işte budur!

Devam etmişler: “Bu alıntılardan da anlaşılacağı üzere, Yahya Düzenli bu şehrin temel dinamikleri ve insanıyla alay etmektedir. Tamamen kendi vehmini ve anlayışını gösteren bu ifadelerini, bu kitabımızın kurgusuna ve üslubuna uygun olmadığı için çıkarmak zorunda kaldık. Kendisi de bu müdahalemizden memnun kalmayarak, makalesini geri çekti. Fakat bu kararımızda ne kadar isabet ettiğimizi şimdi bir kez daha anlamış olduk.”

Şehrin temel dinamikleriyle ve insanıyla alay edilmesi…Temel dinamikler: şehrin futbol cinneti ve siyasileri… Öyle mi?

Siyasilere ve futbol tüccarlarına çaktığınız selam ve temennadan dolayı tebrikler!

Ali Şükrü Beye bir türlü şehîd diyemeyenler…

“Kitabın hiçbir yerinde Ali Şükrü Bey için “şehid denilemediği” ve sürekli ‘öldürüldü’ ifadelerini kullandıklarına yönelik eleştirilerimden yola çıkarak, şöyle bir mantık yürütmüşler: “Ali Şükrü Bey için ‘şehid’ kelimesini kullanılmaması, onun şehit olmadığına mı delalet eder. Veya öldürüldüğünü yazmak onun şehit edilmediği anlamına mı gelir?”  şeklindeki tuhaf ve ucuz savunmalarına ne demeli…

Bilinç altlarındaki dökemedikleri ifrazat işte bu!

Kitabı hazırlayanlar Ali Şükrü Bey’e şehidliği niçin yakıştıramazlar?

Kitap baştan sona incelendiğinde yazarların Ali Şükrü Bey merhuma şehit demekden azamî surette kaçtıkları, katiyen şehit demedikleri görülecektir. Hayatını şehadetin kemâliyle/en güzeliyle taçlandıran bu güzel insana hak ettiği bu sıfatı vermemenin sebebi acaba ulemamızın bilimsel(!) endişeleri midir? Bilemiyorum.

Şehadet, şehitlik İslamî bir kavram, onun için belki tarihçiyi değil de teoloğu alâkadar edebilir.  Acaba onun için mi bu sıfat fazlasıyla hak etmesine rağmen Ali Şükrü Bey’den esirgendi? Ancak, özensiz, dikkatsiz, gelişi güzel cümlelerden oluşan  ‘Giriş’ kısmında, bu anlayışla tezat teşkil eden bir ifadeye rastlıyoruz. O da ‘Gâzi’ sıfatı… Şehitliği kıskanan (!), hak ettiği halde vermeyen yazar/yazarlar, ‘İstiklâl Harbi Gâzi’si Ali Şükrü Bey’ ifadesiyle bugüne kadar Ali Şükrü Bey için kullanılmayan bir dinî sıfatı kullandılar. (s. 17). Oysa bu sıfatın kendileri için şehit ifadesinden daha riskli olduğunu eğer tarihçi iseler bilmeleri gerekirdi. Kendisini seçim broşüründe ‘Gazi Nurettin Paşa’ diye ifade ettiğinden dolayı Sakallı Nurettin Paşa’nın Nutuk’ta yediği fırçalar ilgililerin malûmudur.

Yazarların son derece kararlı bir şekilde şehit dememelerinin sebebi anlaşıldığı kadarıyla bilimsellik(!) endişesi... Beni ve benim gibileri, -belki kendilerini ve işi veren kuruluşu- rahatsız etse de bilim aşkına tarihçi olan yazarlarımız böyle diyorlar. Anlıyoruz ki böylesi bir ölüm, bilim disiplinleri arasında farklı adlandırılabiliyor. Meselâ teologlar şehit diyebilir, tarihçiler ise ölü!..

Yine de onlara teşekkür ediyorum. İyi ki kendileri tıpçı değiller. Yoksa ‘eks oldu’ da diyebilirlerdi. Hatta, Allah korusun, Ali Şükrü Bey’i, uysa da uymasa da, mensup yapmak istedikleri İttihatçıların fedai kanadının kullandığı itlâfı kullanır ve ‘itlâf edildi’ de diyebilirlerdi!... Malûm İttihatçılar ilk infazlarını Trabzon’da yapmışlardı. Trabzon Kumandanı Hamdi Paşa’nın infazına karar vermişler, bir mülâzımın gerçekleştirdiği infaz Paris’teki merkeze ve aralarındaki yazışmalara ‘Hamdi Paşa itlâf edildi’ ifadesiyle yansımıştı.

Yetkin isimlere müracaat edilmemesi…

Benim yazılarımın kitaba konmamasından dolayı öfkelendiğimi söyleyen kitap yazarlarına şunu soralım:

Peki Ali Şükrü Bey konusunda en yetkin isimlerden olan Mehmet DOĞAN ve İsmail HACIFETTAHOĞLU’ndan istediğiniz yazıları niçin kitabınıza koymadınız? Veya koymaya niçin cesaret edemediniz?

Ayrıca ilk Meclis ve Ali Şükrü Bey konusunda kitaplık çapta ciddi çalışmalar yapmış, Prof.Dr. Ahmet DEMİREL’e niçin müracaat edilmemiştir?

Bu arada Mehmet DOĞAN Bey’in söz konusu skandal kitapla ilgili Vahdet Gazetesindeki “Ali Şükrü Bey’i Trabzon’da Öldürmek” (24.3.2015) ve “İkinci Ali Şükrü Bey Cinayeti” başlıklı (25.3.2015) yazılarını okursanız belki biraz nâdim olup özür dilersiniz

Bu vesileyle Mehmet Doğan’ın her iki yazısından paragraflar aktaralım: “Böyle bir değerin hatırasına yayınlanan kitabı alkışlarla karşılamamız gerekmez miydi? Biz her şeye rağmen bu emeği sarfedenlere teşekkür ediyoruz, fakat merhumun şanına yakışır bir eser olacakken, bazı noktalardan alil olmasından da üzüntü duyuyoruz. En önemlisi, Ali şükrü Bey’in ısrarla “İttihatçı” olarak yaftalanmaya çalışılmasıdır.” (Ali Şükrü Bey’i Trabzon’da Öldürmek, Vahdet Gazetesi 24.3.2015)

Doğan, kitapta “Ali Şükrü Bey’in ısrarla ittihatçı olarak yaftalanmaya çalışıldığı”nın altını çizerek metin yazarının düştüğü hali istihza ile anlatmış: “Kitapta Ali Şükrü Bey’in İttihatçılığı önce bıyığına bakılarak ispata çalışılıyor. Onun bıyığı İttihatçı/Enver Paşa bıyığı imiş! Bıyıklara bakarsak, kimler İttihatçı sayılmaz ki? Mesela Millî Mücadele’nin ve İttihatçılığın en meşhur muhaliflerinden Ali Kemal! İsterseniz işi yurt dışına kadar taşıralım: Alman Kayzeri Vilhelm de İttihatçı/Enverî bıyığı bırakmış olmalı! Yoksa tersi mi doğru?  Enver Vilhelmvari bıyık bırakmış olabilir mi?” 

“….Ali Şükrü Bey’in öldürülmesine Trabzon İttihatçıları tepki göstermiş; böyle hunhar bir cinayete insan olan tepki göstermezmiş gibi! Yazar Ali Şükrü Bey’in ittihatçı hem de Enver Paşa fraksiyonuna bağlı İttihatçı olduğunu ispatlıyor! Yazarı hayıflandıran şu: Ellerinde İttihat Terakkiye resmen üye olduğuna dair belge bulunmaması! 

Diyeceksiniz ki, bu ispat neye yarar? Onun öldürtülmesini meşrulaştırmaya! Ankara’da ipleri elinde tutanlar, Enver Paşa’nın gelip işe vaziyet etmesinden çekiniyorlar. O yüzden Enver Paşa taraftarı Kâhya Yahya’yı öldürtüyorlar. Bu normalse, Ali Şükrü’nün katli de normaldir! 

Mehmet Doğan yazısının sonunda “Maalesef 2. Ali Şükrü Cinayeti ile karşı karşıyayız.”  diyerek kitabın özetini vermiş.

NETİCE:

“Mesnetsiz ifadelerle şahıslarını hedef alarak itibarsızlaştırmak istemem”, “böylesine geniş bir muhtevaya sahip kitaplarını kağıt yığını olarak adlandırmam suretiyle “ tahkir etmem emeklerine saygısızlık imiş. Kendilerine yönelttiğim sorulara ve yanlışlarına hiçbir tatmin edici cevap bulamadığım açıklamalarının eksenini teşkil eden benim “kendilerini itibarsızlaştırmak için hakaret ve tahkir” ettiğim iddialarını bu kitabı, benim eleştirilerimi ve cevaplarını okuyanlara bırakıyorum.

Eleştirilerime verdikleri 9 sayfalık cevapta tutarlı bir karşı eleştiriyi bulamamak bir tarafa, kendilerine yönelttiğim hiçbir soru ve eleştiriye tutarlı bir cevap veremeyip, sadece “habbeyi kubbe yaparak” kendilerine hakaret ettiğimi her sayfada tekrarlayan söz konusu beyefendilere sadece şifa diliyorum!  

Bu kitabı hazırlayanları “önemli bir boşluğu doldurdukları ve maksatları hasıl olduğu için” tekrar tebrik ediyoruz. Çok şükür ki ülkemizde kitaplar okunmak için değil, vitrin süsü olarak alınıyor! Yoksa bu tarihçi geçinenlerin âmâl-i seyyiatlarının ağırlığı çok daha fazla olacaktı.

Büyük Şehîd Ali Şükrü Bey için “sipariş usulü” hazırlatılan bu eserin, bazı tarihi gerçeklerin hakikatiyle gün ışığına çıkması için “gerekli ârâz” olmasını temenni ediyoruz. 

Bu vesilesiyle Trabzon Büyükşehir Belediyesi’ne iş işten geçse de “neye sebep olduğu”nu bir kez daha gözden geçirmesini tavsiye ediyoruz!

Ne diyordu büyük şehid-i mağfur Ali Şükrü Bey: “Müddei tarih ve vatandır!”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder