duzenliyahya@gmail.com
27 Mart 1923…
Birinci Meclis’te Trabzon Milletvekili olan Ali Şükrü Bey’in katledilişinin,
daha doğrusu şehid edilişinin 93. yılı..
Kadîm bir
medeniyetin Anadolu coğrafyasında XI. Yy.dan itibaren yeniden canlandığı ve
dünya tarihinde önemli-etkili bir kesit olarak “Pax Ottomana:Osmanlı
Barışı” veya “sulh-û ebed müddet” olarak geçen altıyüz
yıllık Osmanlı medeniyetinden ‘koparılıp’; halkın inanış, duyuş, anlayış, görüş
ve davranış biçimini kökünden değiştirmeye endeksli ‘yeni rejim’ kurma
çabalarının sonucu kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında, yakın siyasî
tarihimizin önemli sayfaları karanlık ‘bırakılan’, ‘doğru okunması istenmeyen’
satırlarla doludur. Bu satırlar arasında önemli suikastler ve cinayetler halâ
hafızalarımızda canlılığını muhafaza etmektedir. İttihatçı çete geleneğinden
tevarüs eden “siyasî cinayetler”, tarih literatürümüzde önemli bir deyim olarak
da yerini almıştır.
Cumhuriyetin
ilan edilişinden 8 ay önce işlenen en önemli siyasi cinayetlerden birisi
“muhalefet grubu”na mensup Trabzon Meb’usu Ali Şükrü Bey’in katlidir.
İlk Meclisin iman
ve celâdet sahibi en önemli sîmalarından birisi olan Ali Şükrü Bey; günümüzün siyasîleriyle asla mukayese
edilemeyecek bir irfan, idrak,
birikim, basiret, feraset, fedakarlık, cesaret ve gözükaralık, öfke, heyecan,
gelecek tasavvuru, ülke ve millet duyarlılıklarıyla dolu bir büyük mücadele
adamıdır.
Ali Şükrü Bey
1884 yılında Trabzon (Vakfıkebir)’li bir ailenin evlâdı olarak dünyaya gelir.
İlk çocukluk ve öğrencilik yıllarında bile fikrî münakaşalardaki irade, isabet
ve istikrarı daha o günlerde gelecekteki hayat çizgisinin de işaretleriydi.
Bu yazımız Ali
Şükrü Bey’in kronolojik hayatı olmadığı için, onun hayatının ayrıntılarına
girmiyoruz. Sadece hemşehrilerinin değil
“şahsiyet örneği” görmek isteyen bütün siyasîlerin “remz şahsiyet”i
niteliğindedir. Ali Şükrü Bey’in 39 yıllık kısa hayatı siyasî temsilin nasıl
bir şahsiyet istediğini ve bu şahsiyetin en zor zamanlarda nasıl bir duruş
heykeli olduğunu ortaya koyuyor.
39 yıllık kısa
fakat hakkıyle yaşanmış bir hayatın bugünlere kadar gelmesinin de sebebi olan gerek
askerlik hayatı, gerek fikir hayatı gerekse de Birinci Meclis’teki konuşmaları,
tutarlılığı, ahlâkî tavrı ve duruşu, bugünün milletvekillerinin davranış ve
tutarlılıklarını test etmeleri gereken bir örnektir. Özellikle de Trabzon
Milletvekillerinin…
Söyleyenini ve
okuduğum kitabı hatırlayamıyorum ama hafızamda flû olarak yer eden şöyle bir
söz var: “Bir insanın ömür boyunca kahraman diye hatırlanmasının sebebi
göstermiş olduğu bir ‘an’lık cesarettir…” Bu sözün manâsını, mücessem halini
Ali Şükrü Bey’in muhteşem ‘an’lardan ibaret hayatını okudukça daha iyi
anlıyoruz.
Birinci
Meclis’te “muhalif grub”ta gene kendisi gibi yerli duruş sahibi; fikirlerini
hiçbir endişe duymadan, çekinmeden ortaya koymuş, hayatları daimi bir mücadele
ile dolu milletvekilleri olan Erzurum Meb’usu Hüseyin Avni Bey, Mersin Meb’usu
Selâhattin Köseoğlu (Çolak Selahattin) ve isimlerini hatırlayamadığımız bu gibi
şahsiyetlerin hayatı bilinmeli ki bugünün ve yarının siyasî tarihî doğru ve
berrak yaşanabilsin, okunabilsin.
Bugün tamamı
elimizde olan ilk meclisin zabıtları incelendiğinde Ali Şükrü Bey’in
hitabetinin etkisi ve derinliği, birikimi, duruşu, en önemlisi de nasıl bir vatanperverlik taşıdığı görülecektir.
Erken cumhuriyet
yıllarındaki muhalefetin hangi boyutlarda olduğuna ve Ali Şükrü Bey’in
“birileri”ni nasıl tedirgin ettiğine dair Kazım Karabekir “14 Ocak 1923 günü
M.Kemal, Karabekir ve Fevzi Paşa ile trenle İzmir’e gider. Gazi o gün çok
öfkelidir. Öfkesinin nedeni de Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’in çıkaracağı
gazete için Ankara’ya matbaa makinası getirmesidir.” Dedikten sonra şu
hatırayı naklediyor:
“Gazi pek asabi
idi. Muhaliflerden Ali Şükrü Bey, ‘Ankara’ya matbaa makinası getirmiş… Tan
adında bir gazete çıkaracakmış, siz hâlâ uyuyorsunuz’ diye yaveri Hüseyin
Abbas Bey’e verdi, veriştirdi. Ve ‘yakın, yıkın’ diye çıkıştı. Yalnız
kalınca kendilerini teskin ettim. Bu tarzdaki beyanatının dışarıya aks
edebileceğini ve pek de doğru olmadığını anlattım.”
Üstad Necip
Fazıl, 10 Kasım 1950 tarihli “Büyük Doğu” mecmuasında “gerçek bir şehit”
dediği Ali Şükrü Bey’den şöyle bahseder: “Artık saffet devrini
kapayan ve başında bulunanların hakikî kast ve niyetleriyle tezahüre başlayan
Millî Mücadele çığırının, sadece iman ve mukaddesat safındaki bu kahraman
çocuğunu, sırf mahrem renkleri ve gizli mânâları sezdiği ve bu yüzden
muhalefete geçtiği için vahşice öldürttüler! Öldürtmediler, biri öldürttü; bu
kimdir???”
“Şehit Ali
Şükrü'yü, arkasından boynuna bir ip geçirtmek, hemen sağ kolunu kırdırtmak
ve başına bir balta indirtmek suretiyle öldürten şahıs, bu işde alet olarak
Giresun'lu Topal Osman'ı kullanmış; peşinden de aynı derecede korkunç bir
tertiple bedbaht aletine ölümü tattırmıştır. Hile ve tertip dehasına bakın
siz!”
Özetle… Ali
Şükrü Bey; Lozan’la ilgili görüşmelerin devam ettiği sırada 27 Mart 1923 Salı
günü akşamı aniden ortadan kaybolmuş, bütün aramalara rağmen bulunamamıştır.
Gazetelerin de yayınlarıyla olay bütün ülkede duyulmuştur. TBMM’de Erzurum Mv.
Hüseyin Avni Bey ciğeri yanarcasına yaptığı konuşmada “Demek ki bu
memlekette herhangi bir fikrin serdarı yaşamayacaktır, ölecektir!.. Bu elîm
cinayete içi sızlamayan, yüreği yanmayan bir ferd tasavvur edemem. Öyle bir
ferd varsa alçaktır!...”
Hüseyin Avni Bey
devam ediyor konuşmasına: “Bir meb'usun ağzı, kalemi, o milletin namusudur!
Bu namusa tecavüz eden eller kırılsın! (Kırılsın sesleri,
kahrolsun sesleri) Bu, milletin ismetidir; bir katre kan değildir. Tecavüz
arkadaşımıza değil, bir milletin namusunadır. Böyle namussuzlar yaşayamaz!
(Kahrolsun sesleri) Efendiler, Ali Şükrü bey iki gündür kayıptır. Efendiler,
memleketin sahibi azametli bir tarih sahibi, namusuna hâkim bir milletin mebusu
kayboluyor; hükümet bulmuyor! İki gündür kayıptır! Bulamıyor efendiler!
Allahtan çok isterim ki, memleketin elîm zamanlarında bu, adi bir netice olarak
zuhur etsin, evet adîyyen zuhur etsin. Efendiler, ya siyasî ise?”
Hüseyin Avni
Bey’in Birinci Mecliste yaptığı konuşmayla ilgili, Üstad Necip Fazıl Büyük
Doğu’da şunları yazar: “28-29 Mart 1923 tarihinde, Birinci Millet
Meclisinde, avaz avaz söylenen sözleri, kelimesi kelimesine, nazarlara
seriyoruz. İbretle bakın; hakikî muhalefet ve fazilet, bir zamanlar, hakikî
zulüm ve istibdada karşı nasıl bağırıyormuş; ne kelimeler kullanıyormuş, sonra
niçin ve nasıl tasfiye edilmiş, Cumhuriyetin ilânı ânından itibaren eşsiz zulüm
ve istibdat nasıl ve ne tarzda başlamış ve bu ilk örnekler nasıl ve ne şekilde
nikbet ve akamete mahkûm edilmiş??? İbret ve gayret, hakikî Türklük, ibret ve
gayret!!! Allahın lütuflarına müstağrak şehit ruhları, sizden sizi, sizden
kendi kendinizi, öz tarihinizi ve hakikati tanımanızı istiyor!!! Dünyanın en
kalpazan ve sahtekâr mâna tuzaklarında mahkûm ve esir yaşamakta ne güne kadar
devam edeceğiz???”
Birkaç gün sonra
(31.3.1923) Ali Şükrü Bey’in cesedi Mustafa Kemal’in muhafız kıtası komutanı
Topal Osman’ın evi civarında Çankaya’da bir tarlada çukura gömülü olarak
bulunur. Yapılan araştırmalarda Topal Osman ve çetesi tarafından
katledildiği anlaşılır ve Topal Osman da adamlarıyla birlikte girdikleri
çatışmada öldürülür. Cesedi Ankara Taşhan önündeki meydana asılır.
Ali Şükrü Bey,
“doğru yaşanmış” bir hayatın mükâfatı olarak da “şehadet” müjdesiyle ebedî
âleme çağrılmıştır. Cenaze namazı Ankara Hacıbayram camiinde kılınarak
Trabzon’a gönderilir. Topal Osman'ın akıbetini ise Falih Rıfkı Atay “Çankaya”da
şöyle anlatır:
“Karadeniz
kıyılarının bu destan kahramanı, sonuna kadar Mustafa Kemal'e bağlı kalan,
çetesinin adamlarına Çankaya'da ve köşkle şehir arasındaki yolda nöbet bekleten
Topal Osman da, en sonunda, nizamlı ordunun kıta komutanlarından İsmail Hakkı
Tekçe tarafından ve Mustafa Kemal'in emriyle Çankaya sırtlarında vurulmuştur…”
Şehadetinin 93.
yılında hatırlamaya çalıştığımız Ali Şükrü Bey; bugün kabrinin bulunduğu
Boztepe’den bize bakarak ne söyler acaba?
Ortadoğu’da yeni
tasarımların hızlandığı ve bu tasarımlarda Türkiye’nin belirleyici rolünün
öne çıktığı bugünlerde, Ali Şükrü Bey’in şu sözünü derinliğine kavramak,
anlamak zorundayız: “Biz, mazlum insanların halâ ümidiyiz, dün de, bugün
de, yarın da… Biz, esaret altında inleyen bütün alemin nasıl
kurtarılabileceğini isbat edeceğiz. Onun için bizim sesimizi kısmak istiyorlar.
Amma efendiler, göreceksiniz ki, biz onların sesini kısacağız.”(18.7.1920
Meclis konuşması’ndan)
Bir düşünce
adamının söylediği gibi “büyük mezarların üstünde, büyük vatanlar vardır !”
Düşmanlarına
dehşet, dostlarına muhabbet telkin eden bir hayatın sonunda “şehadet
bahşedilen” Büyük şehidimizi vefatının 93. yılında rahmetle
yâdediyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder