Yahya
DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com
Yazımızın başlığı Üstad Necip Fazıl’ın
1952 yılında yazdığı bir yazısının başlığı. Üstad’ın günümüzden 65 yıl önce o
günün medyasının ruh röntgenini veren manifesto niteliğindeki yazısının
üstünden yarım yüzyıldan fazla zaman geçmesine rağmen “acaba ne değişti?” diye sorduruyor. Bu soruya vereceğimiz cevap,
65 yılın geçmesinden başka bir şeyin değişmediği hakikatidir. Eskilerin “efkâr-ı kadîm” dediği, yazıldığı zaman
dilimini aşan, zaman üstü nitelikteki Üstad’ın bu yazısından ne olduğumuz, ne olmadığımız ve ne olmamız
gerektiğine dair sonuçlar çıkarabiliyor muyuz, bütün mesele budur.
Üstad’ın,”tarihî muhasebe” ihtiva eden
her yazısında olduğu gibi bu mühim yazısından bazı kesitleri okuyalım ve O’nun
yakıcı tespitler ihtiva eden ve mes’uliyet yükleyen haykırılışlarına kulak
verelim.
Üstad yazısına medya ve patronlarına
dair, içerisinde cevabını da barındıran temel bir soru ile başlar:
“Tarihi
Tanzimatla başlayan ve örneklerinin çoğunluğu bakımından millî kök ve içtimaî
ruha zıt, gizli tesirlerin mikrop vasatını teşkil eden gazeteciliğimizde,
bugüne kadar alıştığımız, ister istemez alıştırıldığımız patron vasıflar veya
patronluk vasıfları acaba nelerdir?”
Bu temel soruya “Ve İlimsizdir! Ve fikirsizdir! Ve esersizdir! Ve imansızdır! Ve
ihlassızdır! Ve ahlâksızdır!” cevabını verdikten sonra şu tespiti yapar:
“Gerçekten,
Tanzimattan bu yana, şark ve garba doğru esen kasırgalar arasında yalpalaya
yalpalaya harap olmuş Türk varlık ağacının kökündeki lif hummasından,
dallarındaki tomurcuk hasretine kadar, hiçbir patron kalem, bu milletin nefs
muhasebesine nisbet belirtmemiştir. Zira bizde gazetecilik, hayıflar olsun ki,
Tanzimattan beri bu dilsiz milletin öz hakikatine her ân biraz daha uzak ve
ters bir aksülâmel mihrakı etrafında kurulmuş ve hep o çıkış noktasına göre yol
almıştır. Bizzat gazete, bizde aslında vasıta ve âletlerin en azizi olduğu
halde, teftişsiz ve murakabesiz, hazımsız ve temsilsiz garp taklitçiliğinin ilk
ve menfi eseri olmuştur. İşte size, kökü nimet, yemişi zehir, matbuat
ağacımızın röntgeni!”
Devam ediyor Üstad:
“Onun
içindir ki, bu mesleğin ‘esbak’ ve ‘sabık’ları, millî tefekkür ve tahassüs
teknesinde yoğurulmuş büyük ‘entelektüel’ler yerine çeyrek münevverler,
günübirlik açıkgözler, basit heves ve küçük teşebbüs adamlarıdır; onları takip
eden dünküler ve bugünkülerse, züppelikte, sahtelikte, kışırcılıkta,
istismarcılıkta, riyakârlıkta, eyyamgüderlikte şehinşah rütbesindedirler.”
Üstad, bu satırların hemen arkasından “Eyvâh!”
der ve “Bu hazîn geliş ve gidiş içinde biz neyiz öyleyse?” diye sorar
ve yeni bir nesil ihtiyacını hatırlatır:
“Şuyuz:
Bütün bu geliş ve gidişin, topyekûn millî geliş ve gidişimizle beraber muhasebe
ve murakabesine bağlı; ve çile, eser, hak, hakikat, kök ve dayanak sahibi, bir
iç davranış ve fışkırış nesli!.. Bir asırlık akıntıya ters cereyan açmaya
savaşan ve aziz gazetecilik mefhumunu gerçek mevzuuna kavuşturmak isteyen,
dokuz köyün koğulmuşu bir isyan kolu!..
Nefsimizi
hesabını görmekle mükellef tuttuğumuz dâvaların başında, belki herşeyden evvel,
kendisine Türk umumî efkârının mümessili adını veren işte bu köksüz ve sahte
matbuat örnekleri vardır.”
Bir kimlik ve dünya görüşü derinliği
kuşatıcılığında devam ediyor Üstad:
“Hicap
ve tevazu oyunlarına düşmeden müşahhas vasıflarımıza geçelim:
Biz
pazarlıksız Müslümanız!
Su
katılmamış Anadolu Türküyüz!
Bütün şark ve garbı inbikten geçirmiş
bir dünya görüşünün bayraktarıyız!
Yaşımız
kadar eser sahibiyiz!
Canhıraş nispette samimî ve vecd
içindeyiz! “
Ele aldığı hangi mevzu olursa olsun, o
mevzuyu “üstün bir kök telâkki”ye bağlayan ve olması gereken yeri işaret eden Üstad,
“gazetecilik ahlâkı”nı temellendirip istikamet gösterirken, hayatın hangi
zaman, mekan ve mesleğinde bulunursa bulunsun, bir dâvâ ve mücadele adamında
olması gereken ‘dâvâ ahlâkı’nı
heykelleştiriyor:
“Hiçbir zaman ve mekânda hiçbir ivaz
karşılığı dâvamızdan tek zerre feda etmemiş ve bu uğurda her çileye katlanmış
olmak şuurunun mutlak temsilcisiyiz!
Bütün
bunlardan başka, zıdlarımıza nispetle daha nelere mâlik ve daha nelerden mahrum
bulunduğumuzu takdirinize bırakırız.”
Üstad’ın 65 yıl önceki bu tespit, analiz
ve tekliflerinden günümüze ne değişti?
Üstad, halâ farkedilmeyen ve anlaşılamayan,
kendisine müthiş bir mes’uliyet ve mükellefiyet yüklenen “dünya görüşü inşacısı fikir adamı” misyonuyla bugünün ve yarının
nesline seslenen, her kelimesi kalplere ve idraklere kazınması gereken şu
cümlelerle yazısını bitiriyor:
“Gerçek Türk münevveri! Biz, seni sana
müjdeleyen ve yüz seneden beri beklenen, dalla kök arası bir hayat cereyanının
ilk habercisiyiz! Daldan köke doğru inmek isteyen zehir aşısına, kökten dala
doğru yükselmek hamlesinde bir iç bünye özüyle karşı çıkıyoruz!
Bizi buna göre anla ve ona göre tut!”
Sorumluluk sahibi her insanı titretmesi
gereken bu müthiş haykırış kime ne anlatır?
Üstad’ın eserleri genç nesilleri
bekliyor, anlamaya çağırıyor.
“Ey genç adam, yolumu adım adım
bilirsin!
Erken gel, beni evde bulamayabilirsin! “
(Hüküm Dergisi, Nisan 2017)