28 Nisan 2017 Cuma

“BİZ NEYİZ?”

Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com

Yazımızın başlığı Üstad Necip Fazıl’ın 1952 yılında yazdığı bir yazısının başlığı. Üstad’ın günümüzden 65 yıl önce o günün medyasının ruh röntgenini veren manifesto niteliğindeki yazısının üstünden yarım yüzyıldan fazla zaman geçmesine rağmen “acaba ne değişti?” diye sorduruyor. Bu soruya vereceğimiz cevap, 65 yılın geçmesinden başka bir şeyin değişmediği hakikatidir. Eskilerin “efkâr-ı kadîm” dediği, yazıldığı zaman dilimini aşan, zaman üstü nitelikteki Üstad’ın bu yazısından ne olduğumuz, ne olmadığımız ve ne olmamız gerektiğine dair sonuçlar çıkarabiliyor muyuz, bütün mesele budur.

Üstad’ın,”tarihî muhasebe” ihtiva eden her yazısında olduğu gibi bu mühim yazısından bazı kesitleri okuyalım ve O’nun yakıcı tespitler ihtiva eden ve mes’uliyet yükleyen haykırılışlarına kulak verelim.

Üstad yazısına medya ve patronlarına dair, içerisinde cevabını da barındıran temel bir soru ile başlar:

“Tarihi Tanzimatla başlayan ve örneklerinin çoğunluğu bakımından millî kök ve içtimaî ruha zıt, gizli tesirlerin mikrop vasatını teşkil eden gazeteciliğimizde, bugüne kadar alıştığımız, ister istemez alıştırıldığımız patron vasıflar veya patronluk vasıfları acaba nelerdir?”

Bu temel soruya “Ve İlimsizdir! Ve fikirsizdir! Ve esersizdir! Ve imansızdır! Ve ihlassızdır! Ve ahlâksızdır!” cevabını verdikten sonra şu tespiti yapar:

“Gerçekten, Tanzimattan bu yana, şark ve garba doğru esen kasırgalar arasında yalpalaya yalpalaya harap olmuş Türk varlık ağacının kökündeki lif hummasından, dallarındaki tomurcuk hasretine kadar, hiçbir patron kalem, bu milletin nefs muhasebesine nisbet belirtmemiştir. Zira bizde gazetecilik, hayıflar olsun ki, Tanzimattan beri bu dilsiz milletin öz hakikatine her ân biraz daha uzak ve ters bir aksülâmel mihrakı etrafında kurulmuş ve hep o çıkış noktasına göre yol almıştır. Bizzat gazete, bizde aslında vasıta ve âletlerin en azizi olduğu halde, teftişsiz ve murakabesiz, hazımsız ve temsilsiz garp taklitçiliğinin ilk ve menfi eseri olmuştur. İşte size, kökü nimet, yemişi zehir, matbuat ağacımızın röntgeni!”

Devam ediyor Üstad:

“Onun içindir ki, bu mesleğin ‘esbak’ ve ‘sabık’ları, millî tefekkür ve tahassüs teknesinde yoğurulmuş büyük ‘entelektüel’ler yerine çeyrek münevverler, günübirlik açıkgözler, basit heves ve küçük teşebbüs adamlarıdır; onları takip eden dünküler ve bugünkülerse, züppelikte, sahtelikte, kışırcılıkta, istismarcılıkta, riyakârlıkta, eyyamgüderlikte şehinşah rütbesindedirler.”

Üstad, bu satırların hemen arkasından “Eyvâh!” der ve “Bu hazîn geliş ve gidiş içinde biz neyiz öyleyse?” diye sorar ve yeni bir nesil ihtiyacını hatırlatır:

“Şuyuz: Bütün bu geliş ve gidişin, topyekûn millî geliş ve gidişimizle beraber muhasebe ve murakabesine bağlı; ve çile, eser, hak, hakikat, kök ve dayanak sahibi, bir iç davranış ve fışkırış nesli!.. Bir asırlık akıntıya ters cereyan açmaya savaşan ve aziz gazetecilik mefhumunu gerçek mevzuuna kavuşturmak isteyen, dokuz köyün koğulmuşu bir isyan kolu!..

Nefsimizi hesabını görmekle mükellef tuttuğumuz dâvaların başında, belki herşeyden evvel, kendisine Türk umumî efkârının mümessili adını veren işte bu köksüz ve sahte matbuat örnekleri vardır.”

Bir kimlik ve dünya görüşü derinliği kuşatıcılığında devam ediyor Üstad:

“Hicap ve tevazu oyunlarına düşmeden müşahhas vasıflarımıza geçelim:

Biz pazarlıksız Müslümanız!
Su katılmamış Anadolu Türküyüz!
Bütün şark ve garbı inbikten geçirmiş bir dünya görüşünün bayraktarıyız!
Yaşımız kadar eser sahibiyiz!
Canhıraş nispette samimî ve vecd içindeyiz!

Ele aldığı hangi mevzu olursa olsun, o mevzuyu “üstün bir kök telâkki”ye bağlayan ve olması gereken yeri işaret eden Üstad, “gazetecilik ahlâkı”nı temellendirip istikamet gösterirken, hayatın hangi zaman, mekan ve mesleğinde bulunursa bulunsun, bir dâvâ ve mücadele adamında olması gereken ‘dâvâ ahlâkı’nı heykelleştiriyor:

“Hiçbir zaman ve mekânda hiçbir ivaz karşılığı dâvamızdan tek zerre feda etmemiş ve bu uğurda her çileye katlanmış olmak şuurunun mutlak temsilcisiyiz!

Bütün bunlardan başka, zıdlarımıza nispetle daha nelere mâlik ve daha nelerden mahrum bulunduğumuzu takdirinize bırakırız.”

Üstad’ın 65 yıl önceki bu tespit, analiz ve tekliflerinden günümüze ne değişti?

Üstad, halâ farkedilmeyen ve anlaşılamayan, kendisine müthiş bir mes’uliyet ve mükellefiyet yüklenen “dünya görüşü inşacısı fikir adamı” misyonuyla bugünün ve yarının nesline seslenen, her kelimesi kalplere ve idraklere kazınması gereken şu cümlelerle yazısını bitiriyor:

“Gerçek Türk münevveri! Biz, seni sana müjdeleyen ve yüz seneden beri beklenen, dalla kök arası bir hayat cereyanının ilk habercisiyiz! Daldan köke doğru inmek isteyen zehir aşısına, kökten dala doğru yükselmek hamlesinde bir iç bünye özüyle karşı çıkıyoruz!

Bizi buna göre anla ve ona göre tut!”

Sorumluluk sahibi her insanı titretmesi gereken bu müthiş haykırış kime ne anlatır?

Üstad’ın eserleri genç nesilleri bekliyor, anlamaya çağırıyor.

“Ey genç adam, yolumu adım adım bilirsin!

Erken gel, beni evde bulamayabilirsin! “ 

(Hüküm Dergisi, Nisan 2017)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder