Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com
Geçtiğimiz hafta Ankara’dan 3 günlüğüne geldiğim Trabzon’da gazetemizin sahibi Ali Öztürk’le birlikte bir saatlik Trabzon turumuzda, bazı tarihî mekân ve alanları dolaştığımızda, “tarihî şehirlerin konservasyonu”nun mutlak gerekliliğine bir kez daha şahit olduk. Şehrin tarihselliğini kavrayabilmek için “nereleri görmek gerektiği”ni bilenler bir dakikalık bakışın bile önemli ve yeterli olduğunun farkındadırlar. Veya nazarlarınıza muhatap olan küçük bir tarihî mekân şehrin tarihselliğini size ihtar eder. Trabzon; bu ihtarın farkında olanlara (yıllarca müthiş tahribatlara rağmen) tarihî mekân ve malzemelerini bugüne tevarüs ettiren bir şehir olduğu gerçeğini size gösteriyor, idrak ettiriyor ve şehri size önemsettiriyor. Coğrafyasının tarihi mekânlara sahiplik etmek için “iklim ve yıkım şartları”na direnmesi de tarihî şehir niteliğinin bir gereği olarak bu şehirleri günümüze taşıyor. Ne adına olursa olsun eski tarihî şehri terk edemiyorsunuz. En sadist işgalcinin, en vahşi terminatörün bile tahrip ettiği, yıktığı tarihî şehrin dışında bir şehir kurulamıyor. Gene eski ayakları üzerinde, eski sınırları içerisinde bir şehir inşa etmekten başka çare bulunamıyor.
Onun için “tarihî aidiyet icbar edicidir” diyoruz. Tarihî aidiyet sizi, şehrinizi takip eder. Hem kültürel olarak, hem mekân ve yaşama alanları olarak. Tarihî şehirleri diğer şehirlerden farklı kılan özellik; yaşanabilirliğinin ‘test’ edilmeye muhtaç olmamasıdır, tarihselliğinden kaynaklanan farklılığıdır. Bu konuda Graeme Shaukland’ın “Tarihî değeri olan kentlere neden el atmalıyız?” başlıklı son derece önemli yazısına devam ediyoruz.
Shaukland “Bugün psikologlar bireylere ve gruplara, sosyal ve ekonomik gelişmelerin sağladığı fiziki-konfor, güven ve ucuz ürün karşılığında şahsiyetlerini korumanın ne denli önemli olduğunu vurgulayarak belirtiyor. Bunların kişilik yitirme bahasına olmaması gerektiğini savunuyor. Çünkü her ülkede bir kenti bir başkasından ayırt eden tek şey çevresi, dizaynı ve tarihidir. Bunların dışındaki özelliklerin çoğu ortak özelliklerdir. Benzer büyüklükteki kentlerde hizmetler birbiriyle karşılaştırılabilir. Madencilik yapılan bir köy aynı işle uğraşan başka bir köye tıpatıp benzeyebilir, bu benzerlik banliyölerde de aynın geçerlidir.
Tarihin bıraktığı etki ise farklıdır. Kentler, kentlerin değişik yerleri, caddeler, hatta bireylere ait evlerin her biri belirli birer tarihi damga taşır. Örnek olarak Britanya’da yıllar boyu aşamalardan geçerek oluşmuş, çoğuna hayran kaldığımız kentleri alalım. Bunlar birbirinden farklı mimari formları içeren eşsiz birer açık müzedir. Bina stilleri aynı olsa bile aynı cadde üzerinde aynı aralıkta numaralanmış değillerdir. Her ikisi de kendi bireysel tasarımcısının ve yapımcısının becerisini ve kentte peşpeşe otorite olmuş kişilerin karar ve idiosinkretiklerini yansıtır.”
Shaukland, tarihî şehirlerden bahsederken, belki de hiç görmediği, üzerinde araştırma yapmadığı Anadolu-Osmanlı şehirlerinin özelliklerinden bahsediyor sanki. Benzerlik mekânlarda değil tarihî şahsiyetlerinde. Şehirdeki evlere kadar “kendine özgü” bir karakter taşıyan mekânlardaki tarihsellik, günümüz mimarisine miras teşkil ediyor ama ne o mirasın farkında olan var, ne de tarihselliğin ne olduğunun…
Şehrimiz Trabzon’un eski genel panoramik fotoğraflarına, mahalle fotoğraflarına, cadde ve sokaklarının kenarında sıralanmış evlerine baktığımızda, bu tarihî mekânlar günümüz insanına “niçin korunmak zorunda oldukları”nı ihtar ediyor, hatta icbar ediyor. Tarihi süreklilikle mimarî sürekliliğin kuşaklar boyunca devam etmesi, şehrin şahsiyetini sürdürmesini de sağlıyor. Bu anlamda Trabzon’da tarihselliğini koruyup sürdürecek birkaç istisna dışında şehir içi yaşama alanlarının kalmaması, olanların da “kentsel dönüşüm cinneti”ne yakalanan yerel yöneticilerce “korunması” adına “katledilmesi” şehrin şahsiyetine indirilmiş yok edici darbelerden birisidir.
Bugünlerde “kentsel dönüşüm” projelerine kilitlenen Trabzon’da Shaukland’ın önemli tesbit ve tekliflerinin okunmasını diliyoruz.
Shaukland, nesiller ve şehir arasındaki şahsiyet çizgisine ilişkin de şunları söyler: “Her kuşakta, kişilik ifade eden bir geçmiş öteki geçmişlerle arasında bir iletişim çizgisi taşır; yaşayan kuşak, ölmüş kuşak, ileride doğacak kuşak arasında iletişim vardır; bu geçmiş deneyimlere alıntı sağlar. İnsanın nasıl uygar bir çevre yarattığını anlatır; bu o kişi için tarihi bir keyif –deposu ve sonsuz keyif- kaynağıdır. Kabul edilmesi, tadili, dışlanması, yeniden yorumlanması veya yeniden keşfi gereken bir kültürdür. “
Şehirlerin “geçmişi”nin ne olduğunu keskin bir biçimde ifade ediyor Shaukland:
“Geçmişi olmayan bir ülkede kısır bir kıtanın boşluğu vardır; eski binalardan yoksun bir kentse anılardan yoksun bir adam gibidir.”
Korkarız ki şehrimiz Trabzon giderek “hatıralardan yoksun”, geçmişini unuttuğu için geçmişi olmadığını “zanneden” bir şehir haline gelecek. Çünkü, gelecek nesillerin idraklerine sunması gereken tarihî mekanlarını bir bir kaybediyor. Mekânların idraklere düşüreceği imajın niteliği şehirle insanımızın şahsiyetini güçlendirecektir.
Eski ile yeninin bir arada, birbirlerini yaşayan mekânlar olarak yaşadığı şehir, tarihî silüetini ve şahsiyetini devam ettirecek şehirdir.
Dileriz ki şehrimizin geleceğinin bugün verilecek kararlarla şekilleneceğinin idrakinde olanlar, şehirlerini “mensup olan mes’uldür” bilinciyle sahiplenirler.
Bugünler, gelecek nesillerin şehrimiz için “yaşayamıyoruz” diye feryâd edeceği-kaçacağı veya, “yaşanmaya değer” diye huzurla sahipleneceği tarihî karar ve inşalara gebe…
“Nerede yaşadığınızın farkında olun!” tarihî uyarısı hepimizi ürpertmeli !
(Günebakış, 23 Haziran 2010)
duzenliyahya@gmail.com
Geçtiğimiz hafta Ankara’dan 3 günlüğüne geldiğim Trabzon’da gazetemizin sahibi Ali Öztürk’le birlikte bir saatlik Trabzon turumuzda, bazı tarihî mekân ve alanları dolaştığımızda, “tarihî şehirlerin konservasyonu”nun mutlak gerekliliğine bir kez daha şahit olduk. Şehrin tarihselliğini kavrayabilmek için “nereleri görmek gerektiği”ni bilenler bir dakikalık bakışın bile önemli ve yeterli olduğunun farkındadırlar. Veya nazarlarınıza muhatap olan küçük bir tarihî mekân şehrin tarihselliğini size ihtar eder. Trabzon; bu ihtarın farkında olanlara (yıllarca müthiş tahribatlara rağmen) tarihî mekân ve malzemelerini bugüne tevarüs ettiren bir şehir olduğu gerçeğini size gösteriyor, idrak ettiriyor ve şehri size önemsettiriyor. Coğrafyasının tarihi mekânlara sahiplik etmek için “iklim ve yıkım şartları”na direnmesi de tarihî şehir niteliğinin bir gereği olarak bu şehirleri günümüze taşıyor. Ne adına olursa olsun eski tarihî şehri terk edemiyorsunuz. En sadist işgalcinin, en vahşi terminatörün bile tahrip ettiği, yıktığı tarihî şehrin dışında bir şehir kurulamıyor. Gene eski ayakları üzerinde, eski sınırları içerisinde bir şehir inşa etmekten başka çare bulunamıyor.
Onun için “tarihî aidiyet icbar edicidir” diyoruz. Tarihî aidiyet sizi, şehrinizi takip eder. Hem kültürel olarak, hem mekân ve yaşama alanları olarak. Tarihî şehirleri diğer şehirlerden farklı kılan özellik; yaşanabilirliğinin ‘test’ edilmeye muhtaç olmamasıdır, tarihselliğinden kaynaklanan farklılığıdır. Bu konuda Graeme Shaukland’ın “Tarihî değeri olan kentlere neden el atmalıyız?” başlıklı son derece önemli yazısına devam ediyoruz.
Shaukland “Bugün psikologlar bireylere ve gruplara, sosyal ve ekonomik gelişmelerin sağladığı fiziki-konfor, güven ve ucuz ürün karşılığında şahsiyetlerini korumanın ne denli önemli olduğunu vurgulayarak belirtiyor. Bunların kişilik yitirme bahasına olmaması gerektiğini savunuyor. Çünkü her ülkede bir kenti bir başkasından ayırt eden tek şey çevresi, dizaynı ve tarihidir. Bunların dışındaki özelliklerin çoğu ortak özelliklerdir. Benzer büyüklükteki kentlerde hizmetler birbiriyle karşılaştırılabilir. Madencilik yapılan bir köy aynı işle uğraşan başka bir köye tıpatıp benzeyebilir, bu benzerlik banliyölerde de aynın geçerlidir.
Tarihin bıraktığı etki ise farklıdır. Kentler, kentlerin değişik yerleri, caddeler, hatta bireylere ait evlerin her biri belirli birer tarihi damga taşır. Örnek olarak Britanya’da yıllar boyu aşamalardan geçerek oluşmuş, çoğuna hayran kaldığımız kentleri alalım. Bunlar birbirinden farklı mimari formları içeren eşsiz birer açık müzedir. Bina stilleri aynı olsa bile aynı cadde üzerinde aynı aralıkta numaralanmış değillerdir. Her ikisi de kendi bireysel tasarımcısının ve yapımcısının becerisini ve kentte peşpeşe otorite olmuş kişilerin karar ve idiosinkretiklerini yansıtır.”
Shaukland, tarihî şehirlerden bahsederken, belki de hiç görmediği, üzerinde araştırma yapmadığı Anadolu-Osmanlı şehirlerinin özelliklerinden bahsediyor sanki. Benzerlik mekânlarda değil tarihî şahsiyetlerinde. Şehirdeki evlere kadar “kendine özgü” bir karakter taşıyan mekânlardaki tarihsellik, günümüz mimarisine miras teşkil ediyor ama ne o mirasın farkında olan var, ne de tarihselliğin ne olduğunun…
Şehrimiz Trabzon’un eski genel panoramik fotoğraflarına, mahalle fotoğraflarına, cadde ve sokaklarının kenarında sıralanmış evlerine baktığımızda, bu tarihî mekânlar günümüz insanına “niçin korunmak zorunda oldukları”nı ihtar ediyor, hatta icbar ediyor. Tarihi süreklilikle mimarî sürekliliğin kuşaklar boyunca devam etmesi, şehrin şahsiyetini sürdürmesini de sağlıyor. Bu anlamda Trabzon’da tarihselliğini koruyup sürdürecek birkaç istisna dışında şehir içi yaşama alanlarının kalmaması, olanların da “kentsel dönüşüm cinneti”ne yakalanan yerel yöneticilerce “korunması” adına “katledilmesi” şehrin şahsiyetine indirilmiş yok edici darbelerden birisidir.
Bugünlerde “kentsel dönüşüm” projelerine kilitlenen Trabzon’da Shaukland’ın önemli tesbit ve tekliflerinin okunmasını diliyoruz.
Shaukland, nesiller ve şehir arasındaki şahsiyet çizgisine ilişkin de şunları söyler: “Her kuşakta, kişilik ifade eden bir geçmiş öteki geçmişlerle arasında bir iletişim çizgisi taşır; yaşayan kuşak, ölmüş kuşak, ileride doğacak kuşak arasında iletişim vardır; bu geçmiş deneyimlere alıntı sağlar. İnsanın nasıl uygar bir çevre yarattığını anlatır; bu o kişi için tarihi bir keyif –deposu ve sonsuz keyif- kaynağıdır. Kabul edilmesi, tadili, dışlanması, yeniden yorumlanması veya yeniden keşfi gereken bir kültürdür. “
Şehirlerin “geçmişi”nin ne olduğunu keskin bir biçimde ifade ediyor Shaukland:
“Geçmişi olmayan bir ülkede kısır bir kıtanın boşluğu vardır; eski binalardan yoksun bir kentse anılardan yoksun bir adam gibidir.”
Korkarız ki şehrimiz Trabzon giderek “hatıralardan yoksun”, geçmişini unuttuğu için geçmişi olmadığını “zanneden” bir şehir haline gelecek. Çünkü, gelecek nesillerin idraklerine sunması gereken tarihî mekanlarını bir bir kaybediyor. Mekânların idraklere düşüreceği imajın niteliği şehirle insanımızın şahsiyetini güçlendirecektir.
Eski ile yeninin bir arada, birbirlerini yaşayan mekânlar olarak yaşadığı şehir, tarihî silüetini ve şahsiyetini devam ettirecek şehirdir.
Dileriz ki şehrimizin geleceğinin bugün verilecek kararlarla şekilleneceğinin idrakinde olanlar, şehirlerini “mensup olan mes’uldür” bilinciyle sahiplenirler.
Bugünler, gelecek nesillerin şehrimiz için “yaşayamıyoruz” diye feryâd edeceği-kaçacağı veya, “yaşanmaya değer” diye huzurla sahipleneceği tarihî karar ve inşalara gebe…
“Nerede yaşadığınızın farkında olun!” tarihî uyarısı hepimizi ürpertmeli !
(Günebakış, 23 Haziran 2010)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder