Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com
Toprağı münbit, coğrafyasında "kendine mahsus" oldukça özel şeyler üretebilen Trabzon, insan kalite ve kapasitesiyle de bir "değer havzası" kimliği taşıma potansiyeline sahiptir. Ancak bu potansiyeli gerçeğe dönüştürme becerisini gösterebiliyor mu? Bu genelleşmiş soruya toptan evet veya hayır demek zor. Ancak, önümüzdeki seçimlere yaklaşıldığı şu günlerde gerek iktidar partisi gerekse diğer partilerin bütün bir Trabzon halkını TBMM’de temsil için aday olanlar ve adaylığı “nasbedilen”lere bakınca Trabzon’un tarihsel, siyasal, kültürel, vs. birikimiyle örtüşmeyen bir “aday tablosu” görüyoruz.
Trabzon’u tanımak ve taşımanın büyük bir iddia olduğu bilinciyle söyleyelim ki; Vekil adaylarını nasbedenlerin tek kaygısı “ehilleştirilmiş” insan aramaları, nasbedilenlerin de “ben yeterince ehilleştirilmişim” psikolojisinde olduklarını ispata çalışmaları…
“Ehilleştirme”den kastımız; ‘kullanıma uygun hale gelme’dir.
Siyaset arenasında “kullanıma uygun eleman”lar varolduğuna göre, suyun her iki tarafı da halinden memnun, mes’ut bir şekilde karşılıklı meşk ediyorlar.
Adayların naspedilmek için geçtikleri süreçlere yakından şahit olmuş birisi olarak, nasıl bir “sorgu odası”ndan geçirildiklerini bilmesek, bu sorgu odasından “alnının akı”(!)yla çıkanları tebrik edesimiz gelir.
Liyakatin, ehliyetin, temsil kabiliyet ve kudretinin asla sözkonusu olmadığı, hatta bunların adeta suç unsuru addedildiği bir siyasal atmosferde yaşıyoruz.
Ne yazık ki diğer şehirler gibi Trabzon da önümüzdeki seçimde kendisini temsil etmek için ‘nasbedilen’leri ‘seçmeye mahkûm’ bir şehir halkı olarak sıradanlığını sürdürecek.
Demokrasi denilen yönetim biçiminde halk da böylece “kendi temsilcilerini seçtiğine” inandırılmış oluyor.
Sanıyorum Tolstoy’a ait bir muhteşem sözdü: “Mahkûmlara gardiyanlarını seçme hakkı vermek, onları hürriyete kavuşturmak mıdır?”
Bu söz, tam da seçimler öncesinde ülkemizin profilini yansıtıyor. Bildiğimiz klâsik soruları sormaya gerek var mı : Kim kimi seçiyor? Seçilenlerde ölçü ne? Vs. vs. Bunların önemi yok. Çünkü varolan sistem, seçilenlerle ilgili “temel soruları” sormayı engelliyor. Sorsanız bile sorunuz havada kalıyor, muhatabını bulamıyor.
Şüphesiz şehir bir hapishane değil, yaşayanlar da mahkûm değil. Ancak, şehrin iradesini elinde bulunduranların, şehrin sakinlerinin iradelerini, tercihlerini ‘mecburi’ hale getirmeleri insanın yukarıdaki sözü hatırlatıyor.
Trabzon, yakın siyasî tarihinde önemli olaylar yaşamış bir şehrimiz. Başta Ali Şükrü Bey’in şehadeti bize gösteriyor ki Trabzon muhtevası ve hedefi doğru bir “muhalif duruşu”yla da öne çıkabilmiş bir şehirdir. Şehrin böyle bir potansiyele sahip olduğu doğru. Ancak bu potansiyelin nasıl harekete geçeceğini sorduğumuzda cevap almak veya cevap vermek çok zor.
Vekil olacakların herşeyden önce başta sembol şahsiyet Ali Şükrü Bey’in şehri adına temsil ettiği mana ve değerleri iyi özümsemesi gerekiyor. Ali Şükrü Bey’i örnek göstermekten kastımız; inandığı değerler adına her şeyi göze alan bir siyasî cesaret ve dirayet sahibi olması…
Bugünkü siyasî temsil tablosuna baktığımızda; Trabzon’u öncelikle tarih, kültür ve medeniyet birikiminin farkındalığıyla yüklenebilecek bir temsilden yoksun olduğunu söylemek gerekiyor. Mutlak sahip olunması gereken “medeniyet idraki”, siyasilerimiz için gereksiz bir fantezi… Nereden mi biliyoruz? Tablo ortada…
Popülerliğin tek kaygı olduğu, imajların gerçeklere egemen olduğu bir siyasi tablo Trabzon’u da kuşatmış durumda. Bunu görmek için “derin keşif” sahibi olmak gerekmiyor.
Siyasî popülizmin herşeyi önüne katıp götürdüğü bir ortamda “şehri kim temsil edecek?” sorusu sıradan gibi görünse de temel soru olma özelliğini muhafaza ediyor.
Hangi soruları sorarsanız sorun, hangi cevapları alırsanız alın sonuç aynı.
Gene Trabzon için eski deyimle “veyl!” diyoruz.
Belki bir gün şehir kendisini “muhtevasıyla” doğrudan gösterir de (eski deyimle) “kifayetsiz muhteris”ler bu muhtevada kendilerine yer bulamazlar.
Teşhis değil gözlem ve olması gerekenler üzerindeyiz. Şehrimize duyduğumuz muhabbetin siyasî tablolara da yansımasını istiyoruz. Onun için eleştiriyor, onun için endişeleniyoruz.
Görünen o ki; Trabzon, bunca potansiyeline rağmen hakettiği “siyasî temsil”de kendisini layıkiyle ortaya koyamayacak gibi.
İnsanlar gibi şehirler de yarışırlar. Muhteva ve kaliteleriyle… Kültürü, sanatı, mimarisi, ekonomisiyle… Her alanda epey kan kaybeden ama buna rağmen “varoluş cehdi”ni kaybetmeyen Trabzon, önümüzdeki dönemde kendisini siyasî imajdan ibaret siluetlere emanet etmemeli, potansiyelini heba etmemeli.
Temel bir soru olarak yazımızın başlığı üzerinde düşünmeye çağırıyoruz:
Gardiyanlarını seçme hakkının hürriyet olmadığı anlaşılana kadar şehrimizin geleceği adına endişemiz sürecektir.
Kadîm tarihinde Roma’ya kafa tutabilen, klasik Osmanlı çağında medeniyet şehri olarak varolan, yakın tarihinde ise şahsiyetli muhalif duruşuyla dikkatleri üzerine çeken Trabzon, ne yazık ki bugün içerisinde bulunduğu “siyasî anestezi”yle varlığının idrakinde değil… Neye memur, neye mecbur olduğunun farkında değil…
Kime söylüyoruz? Kim dinler?
Kendi kendimize soruyor ve cevap arıyoruz.
(Günebakış, 20 Nisan 2011)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder