Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com
Genel seçimler yaklaşmaya başlayınca, “adaylık psikozu”yla şehrini TBMM’de “temsil” etmek isteyenlerdeki cinnet derecesindeki ihtirası görünce, bu halin çok da sağlıklı bir durum olmadığını, siyasetin alanından çok psikiyatrinin alanına giren bir durum olduğunu gözlemli-yoruz.
Adeta yeni bir “Leyla ile Mecnun” kara sevdasının gözleri kör ettiği bir “siyasî ihtiras”a şahit oluyoruz. Bu durum sadece şehrimiz için değil, tüm şehirler için geçerli… Reel politik böyle bir ‘patolojik tablo’ ortaya çıkarıyor…
Bu vasatta, Vekil olmak isteyenlerin birçoğunda akıl ve idrak ölçülerinin yitirildiğini söylemek ise sıradan bir gözlem…
Kaynağını tam bilemediğim bir söz hatırlıyorum: “Şehvet anında insanın aklının üçte ikisi gider!” Buradaki “şehvet”, cinsel uzantısı da dahil, siyasi, ekonomik, statik konumlara işaret ediyor. Bu ‘yerinde’ sözün karşılıklarını bugünkü siyaset arenasında birebir görebiliyoruz. Önünüze aniden çıkan bir parti adayının size hemen üzerinde partisinin amblemi ve kendi adı soyadı-mesleği yazılı kartvizitini ve elinde “şehrine ve ülkesine nasıl hizmet edeceğini” anla-tan, grafikerin düzeltmesinden geçmiş zoraki tebessümle omuz öne eğik fotoğrafı bulunan broşürü uzatması karşısında tebessüm edebilir veya şaşırabilirsiniz. Bu aday spekülasyonun-da şehrin ve ülkemizin kendisine nasıl muhtaç olduğunu, kendisinin nasıl “sorun çözücü” ol-duğunu, şehrin problemlerini bildiğini ve çözüm projelerinin kendisinde olduğunu ifade eden ironik cümleler zincirinin destanlaştığını da görebilirsiniz.
Kendisinin liyakat ve ehliyette mesafesiz bir üstünlüğü olduğuna inanmaktan tutunuz da, aday olamadığı ve seçilemediği takdirde şehrin ve ülkenin neler kaybedeceğini de hem ‘duruş’undan hem de kendini tanıtan broşürden okuyabilirsiniz. “Halkın şiddetli ısrarı üzeri-ne” aday olduğunu da unutmayalım. “Hizmete adanmış bir hayata” talip olmak böyle bir şey olsa gerek (!) Ola ki listeye giremese veya seçilemese de seçim sonrasına hazır ‘yatırım’ları da ihmal etmez.
“Emaneti ehline verme” ile “Kifayetsiz muhteris” kavramlarının karşılıklarını görebileceğiniz bir siyaset arenasındayız. Bu günler tam bir çatışma ve birbirini yok ederek ancak hayatta kalınabileceklerin konuşlandığı arena !
Bu arenada rakiplerini yok ederek sağ kalanlar, “aşil kompleksi”yle ölümsüz yürüyüşlerini sürdürecekler! Topuklarındaki ‘zaaf’ı bilen, bu zaaflarıyla onları her an yokedecek güce sahip sadece İmparator! Yâni Parti Genel Başkanı !
Biliyorsunuz arenadaki gladyatörlerin önemli bir özelliği “imparator” önünde, “imparator için” savaşmak ! Yenenler imparatoru tazimle selamlayacak, öldürülenler de ‘onurlu bir vu-ruşma’da ölmenin huzuruyla arenayı terk edecekler (!)
İmparator ve Senato için bütün varlığımız feda olsun!
Roma İmparatoru Sezar’ın meşhur “Veni vidi vici: Geldim, gördüm, yendim!” sözünü de bu arada hatırlamakta fayda var! Çünkü adaylarımızın her birisi adeta bir Sezar!
Siyasi arenanın kuralı, antik dönemlerdeki gibi: Yaşamak için yok etmeye mecbursun ! Siyasî gladyatörlerimizin arenada rakiplerini yok etmeleri böylesi bir “ahlâki-etik” duruşun gereği ! Şehirleri, ülkeleri için yapamayacakları fedakârlık (!) yok !
Bu arenada, fedakarlık, liyakat, ehliyet, keyfiyet, muhteva, temsil gibi öncelikle ahlâki nitelikli kavramların “siyasi gladyatörlük” adına nasıl heba edildiğine de şahit olabiliyoruz.
Uzatmamız mümkün… Ancak giderek “nevrotik” bir sapmaya neden olan bu halin tez zamanda “normalleşmesi”ni diliyoruz.
Sözümüzün burasında, İsmail Hacıfettahoğlu ağabeyimizin notlarından bize aktardığı, gündemimizle alâkalı tarihî bir seçime değinmek istiyorum.
Parlamenter sistemin ilk adımlarından olan 1908’de ikinci meşrutiyetin ilânıyla birlikte yapılacak seçimlerle Trabzon da oldukça yakından ilgileniyordu. Seçimlerin nasıl yapılacağı, kimlerin mebus seçileceği, halkın iradesinin sandığa nasıl yansıyacağı gibi belirsizlikler ve en-dişeler halkın ve eşrafın zihinlerini meşgul ediyordu. Ayrıca “Halka zulmetmiş, nüfuz istismarı yapmış, yolsuzluk ve suiistimallerde bulunmuş kişilerin mebus olmasının önüne geçilebilecek miydi? “ gibi temel kaygılar da seçimler öncesi cevap aranan önemli sorulardı.
Dönemin oldukça güçlü olan Trabzon yerel basını da seçimlerle yakından ilgileniyordu. 29 Eylül 1908 tarihli Feyiz Gazetesi’nde Ahmet Namık “Maksadımız” başlıklı yazısında Trabzon’da kimlerin mebus olması ve olmaması konusunda görüşlerini şöyle dile getiriyordu:
“Meclis-i Mebusan’a intihap edeceğimiz zevatın, vatana, vatandaşlarına şiddetle muhabbeti ve muhabbet-i samimiyesi olan erbab-ı sadakat ve hamiyetten bulunmasını aramaktır. Mekatib-i aliye, maarif-i kafiye görmüş olanlarını seçmektir. Umur-u devlete, ihtiyacat-ı mem-lekete, ahval-i millete vakıf zevattan olmasını arzu etmektir. Mektep görmüş, maarif tanımış, evsaf-ı lazimeyi haiz olanların dahi intihabında tereddüt değildir. Şu kadar ki hükümet ile aha-li beyninde istimal-i nüfuz ile suret-i na-meşruda paralar tutan adamları Meclis-i Mebusan’a göndermek doğru değildir.”
Bugünkü Türkçeye çevrildiğinde kısırlaşan, maksadın tam olarak ifade edilemeyeceği bu cümlelerde Trabzon’da nasıl bir mükemmeliyetçi “siyasi kalite” arandığı görülüyor.
İttihatçı komitacılığın da önemli merkezlerinden de biri olan Trabzon’da 29 adayın katıldığı 1908 seçimlerindeki ilginç tabloyu göstermesi bakımından adaylar şunlar:
“Ali Naki Efendi, Hacıhamdizade Hacı Tevfik Efendi, Trabzon eski müftüsü İmadeddin Efendi, Eyüpzade İzzet Efendi, Müftü Emin Efendi, Matyo Kofidi Efendi, Giresunlu Apik Efendi, Nemlizade Hacı Osman Efendi, Hafız Mahir Efendi, Haznedarzade Mahmut Efendi, Davavekili Yorgo Polidi, Meclis-i İdare Başkatibi Arif Efendi, Tayyibzade Hafız Zühtü Efendi, Giresunlu Aristodiki Efendi, Karagözyan Ohannis Efendi, Hemşinli Hafız Mesut Efendi, Beşirzade Midhat Efendi, Rüsumat Nazırı Emin Efendi, Hartamaszade Baki Efendi, Andorya Miridis Efendi, Hacı İbrahim Cudi Efendi, Kazazzade Hasan Bey, Alemdarzade Emin Efendi, Alaybeyzade Naci Efendi, Kalcızade Mahmut Bey, Şehrikyan Artin Efendi, Antra Nişan Efendi, Velisoridi Dimistoki Efendi, Giresunlu Ahmed Avni Efendi.”
İkinci Meşrutiyetle birlikte yapılan seçimlerden 103 yıl sonra, siyasi partilerin milletvekili adaylarına baktığımızda bu özelliklerle donanmış “temsil” ehliyet ve liyakatine sahip kimleri görebiliyoruz? Veya görebiliyor muyuz?
Klasik deyimle “tarih tekerrür ediyor.” Ancak bir farkla: 103 yıl sonra kalitede geriye gidiş sözkonusu… Hoş, kalite arayan da pek yok, kalite de ortaya koyan da..
Trabzon, kendisini “temsil” edecekleri hakkıyle ortaya çıkaracak kadar idrak ve irfanı yüksek bir şehir iken, esefle söyleyelim ki siyasî tarihinde 1908’de aranan vasıflara haiz temsilci pek çıkaramadı! Önümüzdeki seçimlerde de çıkaracağından emin değiliz! Göreve talip olmanın nasıl müthiş bir sorumluluk gerektirdiğini düşündüğünüzde “yetkin” olanların bile ortaya çıkmaktan çekindikleri mes’uliyet günlerindeyiz.
Trabzon, aşağıya çekilmek istenen siyasi kalitesini başkalarına ihale etmeyecek, düşürmeyecek kadar irade sahibi olabilmelidir! Bu bünyeye, bu potansiyele sahiptir, ancak…
(Günebakış, 6 Nisan 2011)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder