14 Haziran 2011 Salı

ERDEMLİ BİR ŞEHİR SORUMLULUĞU...

Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com

Tarihî süreçte “şehir kitaplığı” diyebileceğimiz literatürümüz çok fazla öne çıkmamıştır. Şehir kitaplarına ilişkin birikimimizde adı ilk akla gelen Farabî’nin Medinet’ül Fâzıla’sı yâni, “Erdemli Şehir” kitabıdır. Farabî eserinde bugünkü anlamda bir şehrin değil; bir site devleti’nin, yöneticilerin, orada yaşayanların özelliklerinden, ilişkilerinden bahseder ve şehri bir organizmaya benzeterek, organların uyum içinde varlıklarını sürdürmelerinin aynı zamanda organizmanın hayatiyetinin devamını sağladığına vurgu yapar. Klasik “ütopya”lar arasında sayılan Medinet’ül Fâzıla’da Farabî iyilerin-doğruların hakîm olduğu bir şehir yönetimi kurgular.

Divan Edebiyatımızda ve büyük âriflerin, mutasavvıfların sözlerinde de insan vücudunun “şehr”e benzetilmesi, kalbin bu şehrin merkezi olması da böylesine “uyum içinde birliğe” vurgu yapmaktadır.

Şüphesiz ki, bir şehri erdemli kılan; şehri kuranlar, şehri yönetenler ve en önemlisi şehirde yaşayanlardır. Erdem, “fazilet”in karşılığı olarak seçkin, üstün anlamında… Buradaki üstünlük, seçkinlik sahip olunan ‘değer’leri ifade ediyor..

İnsanlık tarihî’nin aynı zamanda şehir kurma ve birlikte yaşama tarihî olduğunu düşündüğümüzde, ilk insandan günümüze şehirde yaşayanların sahip olmaları gereken ‘erdem’in bir şehri “erdemli” kıldığına şahit oluyoruz.

M.Ö. 469-399 arasında yaşayan büyük hikmet adamlarından Sokrat, ‘Atina Statükosu’nu sarsan fikirlerinden dolayı ölüme mahkûm edildiği mahkemede yaptığı ünlü savunmasını (apoloji) aradan 2 bin 500 yıl geçmesine rağmen bugün bile ilgi ile okuyoruz. Sokrat’ın zehirlenerek öldürülmesinden sonra öğrencisi Platon’un kaleme aldığı “Sokrates’in Müdafaası”nda şehir ve şehirlilerimize de önemli mesajlar vardır. Kendisini yargılayan Atina ‘Beş Yüzler Meclisi’nde yaptığı savunmasında, bugün için oldukça anlamlı ve düşündürücü bir cümlesi vardır. Sokrat, savunmasının ortalarına doğru beş yüz kişilik mahkeme heyetine şöyle seslenir: “Kim insana ve şehirliye yakışan erdemlerin farkında?”

Bu önemli cümle, bugün şehirlerimizi yönete/meye/n merkezî ve yerel yöneticilere bir şey söyler veya hatırlatır mı, bilemiyorum. Ancak, bize çok şey söylüyor. Bize, yani şehir idraki, şehir derdi olanlara…

Öncelikle, şehir yöneticilerinin farkında olmaları gereken ilk değerin “erdem” olduğunun idrakini taşımaları, sözün ötesinde bir büyük sorumluluk… Sokrat’ın bu cümlesini şehir yöneticilerinin “Acaba erdemli bir şehrin sorumluluğunu taşıyabiliyor muyum?” şeklinde kendilerine sormaları gerekir. Ülkenin parçalara ayrılmış büyük bir şehirler topluluğu olduğunu düşündüğümüzde, “erdemli şehirlerin sorumluluğunu taşıyabiliyor muyum?” sorusu iktidar sahiplerinin de kendilerine sormaları gereken bir temel sorudur.

Ancak ne böyle bir sorunun sorulduğu, ne de böyle bir sorumluluğun taşındığı bir dünyada yaşıyoruz. Buna rağmen içi doldurulmamış müthiş iddiaların havada uçuştuğunu görüyoruz: “Dünya Kenti”, “Marka kentler”, “Kentsel dönüşüm”, "Kent bilinci”… İddialı klişelerin dışında, yapılanlara baktıkça; şehirlerimizin giderek büyük bir mezarlığa, insanlarımızın da bu mezarlıkta yaşamaya mahkûm mikro canlılara dönüştüğünü söylemek çok da abartılı olmasa gerek.

Metabolizmasını canlı tutmaktan başka bir derdi olmayan mikroorganizmalar… Kafka’nın romanındaki Gregor Samsa gibi, sabah kalktığında kendisini bir böcek gibi gören mikroorganizmalar haline geliyoruz, getiriliyoruz.

Kentimize ve kendimize yabancılaşmanın, şehrin ve şehirlinin sahip olması gereken erdemlerin yitirilmesinin kaçınılmaz sonucu bu…

İnsan şehre, şehir de insana böylesine yabancılaşamaz. “Toplu komut”larla insanların “toplu konut”larda istiflendiği hangarlardan oluşan kamplara “şehir” diyebilir miyiz?

Bugün yaşadığım şehirleri toplu konutların sürekli boy verdiği böylesine bir “toplama kampları”ndan farklı olduğunu söyleyebilir miyiz?

Oysaki kültürümüzde “medinet-ül fâzıla: erdemliler şehri” olarak simgeleşen tarihî şehirlerimizden bugüne tevarüs eden ‘kalıntıları’nda, boş mekânlarında bile bir zamanlar taşıdıkları ‘erdem’i okuyabiliyor, hissedebiliyoruz. Çünkü hem şehrin hem de erdemin idrakinde olan şehir yöneticileri, şehirleriyle bütünleşmişlerdi. Onlar için erdem yoksa şehir, şehir yoksa erdem de yoktu.

Bir şehrin “erdem”li olabilmesi, yaşayanların erdemiyle kaimdir. Referanslarını kendi tarihsel ve yerli dinamiklerinden alamayan, bu dinamikleri göremeyen, görse de anlayamayan şehir yöneticileri şehirlerimizi istila etmiş durumda.

Şehrimiz Trabzon da bu istilâyı hızla yaşıyor. “Yaşanabilir ve yaşanabilecek şehir” imkânlarına sahipken, “yaşanamayan ve yaşanamayacak şehir” inşasında şehrimiz gururla (!) ilerliyor.

Muhakkik Mimar Turgut Cansever’in “feryâd külliyatı”ndan bir paragrafı aktaralım: “Allah’ın yarattığı dünyanın güzelliğini idrak etmeyen, kendisini bu dünyayı güzelleştirmekle yükümlü saymayan, toprağı kısa vadeli çıkar ve talan aracı olarak gören nesiller tarafından dünyanın kirletildiği 20. asırda insanın kendisine temiz ve güzel bir çevre, şehirler, mahalleler ve evler geliştirmesi de imkânsızdır.

Dolayısıyla bugün özellikle kendi temiz kültür temellerinden kopmuş ülkelerin bilinçsiz taklitçiliğin pençesindeki çevreler, ülkeyi kirletmekte ve gelecek nesillere cehennemi kirlilikleri hazırlamaktadırlar. Türkiye’mizde bu yanılgıyı paylaşmayan, bu yanılgıda payı olmayan toplum kesimi de adeta yok denecek kadar azalmış bulunmaktadır.”

Yazımızın başında aktardığımız Sokrat’ın “Kim insana ve şehirliye yakışan erdemlerin farkında?” sorusuna gene rahmetli Turgut Cansever ontolojik cevabı veriyor: “Varlığın yaradılıştan gelen yapısı hakkındaki bilgi ve inancımız olmadan her türlü tercihimizi ve kararlarımızı belirleyecek olan ‘önemlilik’ hususunda yani neyin, neden, ne kadar önemli olduğunu belirlemek ve hareketlerimizi yönlendirmek de mümkün olamaz. “

Aslında Sokrat’ın Beş Yüzler Meclisinin karşısında yaptığı savunmada onlara sorduğu soruyu biz bugünün şehir yöneticilerine ve ülkemizin bundan sonra “şehircilik”ten sorumlu olacak bakanlık yöneticilerine soruyoruz?

Sorsak da faydası yok ya… Ne işitecek kulak, ne anlayacak idrak, ne de muhatap bir şehir yöneticisi var.

Belki metruk alanlarda kazı-araştırma yapan bir arkeolog merakı gibi; birileri çıkar da, işaret etmiş olduğumuz, iktibas ettiğimiz cümlelerdeki Sokrat’ın, Cansever’in feryâdını anlar.

(Günebakış, 15 Haziran 2011)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder