Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com
Başta 1939 Erzincan ile 1999 Marmara depremleri ve diğer kısmî depremler olmak üzere depreme maruz kalan şehirlerimizin yeniden yapılandırılmasında/inşasında eskiye göre değişen çok bir şey olmadığı için başlığımız -iddialı görünse de- artık iddia taşımıyor. Sadece bundan sonraki durumlar için ‘tesbit’ niteliği taşıyor.
“Değişen bir şey yok”tan kastımız: Depremin sarsıntısı unutulmaya başlar başlamaz, şehirler gene aynı yere, aynı malzeme ve belki biraz daha denetim altında hızla kurulmaya başlıyor. Asla yeni bir “şehir idraki” yok! Eski usûl şehirkondulara berdevam..
Yaşadığımız Van depreminden sonra ülkemizin deprem kuşağında olduğuna, depremle birlikte yaşamamızın kaçınılmaz olduğuna sürekli vurgu yapıldı, yapılıyor. Bir yönüyle baktığımızda; depremlerin büyük boyutta insan kaybı ve şehir yıkımlarına sebep olmalarının kaçınılmazlığı yanında ‘yeni bir şehir inşası’ için bir imkân ve fırsat olduğu da bir gerçek. Van depreminin hemen arkasından Devlet erkânının sarfettiği ‘büyük sözler’e baktığınızda zannedersiniz ki şehirlerimizde yeni bir inşa ve ihya seferberliği başlıyor. Oysa, ortada birtakım ‘mevzuat düzenlemeleri’nin dışında hiçbir şey yok.
Değişen; biraz daha fazla demir ve beton, belki daha az katlı apartmanlar. Biraz da tabii müteahhitlere ‘gözdağı’…
Her ne kadar Şair; “Şehir Gazeli”nde “Ey deprem gel yetiş bu şehirlerin; Doğayı çarpıtan konumlarına” dese de, deprem bile insanların tabiatı çarpıtan, topoğrafyayı bozan, coğrafyayı tahrip eden yıkıcılığına karşı bir şey yapamıyor! Yâni, deprem bile insanoğlunun bu ‘yıkıcı karakteri’yle başa çıkamıyor.
Ülkemiz Van depremiyle önemli bir fırsat yakalamıştır. İnsanların kötüyü yıkıp yerine güzeli inşa etmek için bir şey yapmadığı bir zamanda, depremin müthiş uyarıcılığıyla şehirlerimizin “yeniden inşa”sı için yol açılmıştır.
Rahmetli muhakkik Mimar Turgut Cansever’in bir ömür “insan, şehir ve medeniyet”le ilgili feryâdlarını duymayanlara son yaşadığımız Van depremi acaba bir şeyler söyler mi?
Söyleyeceği kanaatinde değiliz. Ama gene de yazıyoruz.
Depremden sonra Çevre ve Şehircilik Bakanlığı “Kentsel dönüşüm”le ilgili bir kanun taslağı hazırlıyor. Bu taslağa göre mevcut şehirlerimize 400 milyar dolarlık bir kaynak ayrılarak müthiş bir “kentsel dönüşüm” gerçekleştirilecekmiş (!)
Maddî kaynak müthiş. Ancak bu “kentsel dönüşüm”ün TOKİ zihniyetinin inşa ettiği şehirlerden farklı olacağını düşünmüyoruz. Onun için de eyvâh! diyoruz. Ayağımıza kadar gelen imkan ve fırsat gene heba olacak!
Çevre ve Şehircilik Bakanı bu konuda şunları söylüyor: “Artık insanlarımız ölmesin, canlar yok olmasın, şehirlerimiz böyle büyük felaketler yaşamasın; bedeli ne olursa olsun artık biz Türkiye’de depreme dayanıksız yapıları, salaş yapıları, kaçak yapıları mutlaka rehabilite etmek durumundayız.” Bakan ayrıca; bu kentsel dönüşüm projeleri sayesinde istihdam artışı sağlanacağını, inşaat sektörüne katkı sağlanacağını söylüyor.
Bir trajedinin sonucundan ancak böyle bir komedi çıkarılabilir!
İşte size, hâlâ “neyi yıkacağı”nı da “neyi inşa edeceği”ni de idrak edemeyen bir zihniyet örneği!
Öncelikle Van’dan başlayarak “yeni bir şehir ve medeniyet idraki”yle ülkemizin tüm şehirlerine örnek olabilecek şehir modelleri ve yaşama alanları oluşturulabilecekken, işin sadece depreme dayanıklı konutlarla sınırlı olması, mevcut bakanlığın da şehir idrakinin sınırlarını gösteriyor.
Peki ne yapılmalı?
İşte tam da rahmetli Muhakkik Mimar Turgut Cansever’in HABITAT II Konferansı için hazırladığı “Şehir ve Konut Üzerine Düşünceler” rapor-kitabı’nın gündeme gelmesi, uygulamaya geçirilmesi fırsatı doğmuş iken, bundan habersizliğin verdiği şaşırmışlık, panik ve dağınıklıkla işin sadece bir “mevzuat” işi olduğunda odaklaşılması… Demiş ya şâir: “ne ararsan bulunur, derde devâdan gayrı!”
Şehirlerimizin yeniden inşası için öncelikle yeniden “şehir idraki” gerekli !
Cansever’in sözkonusu rapor-kitabının “öncelikli konu” başlığı altında 14 ara başlıkları bile nasıl bir “şehir kılavuzu” olduğunu göstermeye yeter: “Konut üretimi için tercihler; Ülke yerleşme sisteminin kurulması; Ülke yerleşme sistemi; Şehirleşme ve konutta israf; Şehir ve çevre; Kaynakların doğru kullanımı; Toplumsal hayat ve işsizlik; Sürdürülebilir gelişme; Tarihî mimarlık mirası; Konut güvenliği; Çevre ve sağlıklı şehir; Güzel bir dünya inşa etmek; Kentsel rantın dağılımı; Adaletin Tesisi”
Her ne kadar dikkate alınmayacağına emin olsak da, Cansever’in Habitat II raporundan “ev ve mahalle” inşasıyla ilgili birkaç paragrafı aktaralım: “.. Bugüne kadar Türkiye’de uygulanan imar
planları ise var olan bütün iki üç katlı evlerden oluşan şehirleri ve mahalleleri yok ederek, yerine apartmanlar inşa etmeyi emreden düzenlemeler getirmiştir.
Sermayenin kıt olduğu Türkiye’de bugün, 10-12 katlı apartman inşasına ayrılan sermaye harcamaları yapı maliyeti içinde çok büyük bir pay işgal etmektedir. Zahirde kişilerin ortak, tasarım katılımını amaçlayan konut kooperatiflerinin hemen hepsi; kullanıcının içinde yaşayacağı konutların tasarımı ve biçimlenmesine müdahale imkânı vermeyen süreçler ile konut üretimine hakim bulunmaktadır.
Ev, insan ölçeğinde bir ürün ve bir çevre unsurudur. İnsan ölçeğinde olmayan apartmanların aileler arasına tekdüze fizikî mesafeler koyması, insanların kolektif davranışlarını geliştirmek yerine, insanlar arası gayr-î insanî mükellefiyetlerin ve münasebet şekillerinin oluşmasına yol açmıştır.
Mahalle ile apartman, birbirine zıt iki iskân birimidir. Mahalle kolektif, davranışın gönüllü katılım, idrak ve sorumluluk duygusuyla oluşan ürünü iken; apartman, teknokratik despotizm ürünü ve spekülatif kararlara hizmet eden bir alet durumundadır…”
Cansever’in bu satırları, deprem sonrası yeni şehir yapılanmalarında can alıcı nitelikte uyarı ve tekliflerdir. Ancak duyması gerekenlerin kulakları iltihaplı olunca kime ne söylüyoruz?
İlgilere duamız: Cansever’i ve onun yukarıdaki paragraflarını inşallah idrak edersiniz.
Depremin açtığı yıkım arsasında “yeni bir şehir” kurabilmenin ‘gerekli idrak şartları’na dair hiçbir belirti göremediğimiz devletlûlarımız Cansever’in sesine kulak verebilir mi? Ümid ediyoruz ama nafile!
Deprem, bütün yıkıcılığıyla bir “inşa arsası” açmışken, bu arsayı “şehir ve medeniyet idraki”yle inşa edememek, ancak bize mahsus bir maharet olsa gerek!
(Günebakış, 4 Ocak 2012)
duzenliyahya@gmail.com
Başta 1939 Erzincan ile 1999 Marmara depremleri ve diğer kısmî depremler olmak üzere depreme maruz kalan şehirlerimizin yeniden yapılandırılmasında/inşasında eskiye göre değişen çok bir şey olmadığı için başlığımız -iddialı görünse de- artık iddia taşımıyor. Sadece bundan sonraki durumlar için ‘tesbit’ niteliği taşıyor.
“Değişen bir şey yok”tan kastımız: Depremin sarsıntısı unutulmaya başlar başlamaz, şehirler gene aynı yere, aynı malzeme ve belki biraz daha denetim altında hızla kurulmaya başlıyor. Asla yeni bir “şehir idraki” yok! Eski usûl şehirkondulara berdevam..
Yaşadığımız Van depreminden sonra ülkemizin deprem kuşağında olduğuna, depremle birlikte yaşamamızın kaçınılmaz olduğuna sürekli vurgu yapıldı, yapılıyor. Bir yönüyle baktığımızda; depremlerin büyük boyutta insan kaybı ve şehir yıkımlarına sebep olmalarının kaçınılmazlığı yanında ‘yeni bir şehir inşası’ için bir imkân ve fırsat olduğu da bir gerçek. Van depreminin hemen arkasından Devlet erkânının sarfettiği ‘büyük sözler’e baktığınızda zannedersiniz ki şehirlerimizde yeni bir inşa ve ihya seferberliği başlıyor. Oysa, ortada birtakım ‘mevzuat düzenlemeleri’nin dışında hiçbir şey yok.
Değişen; biraz daha fazla demir ve beton, belki daha az katlı apartmanlar. Biraz da tabii müteahhitlere ‘gözdağı’…
Her ne kadar Şair; “Şehir Gazeli”nde “Ey deprem gel yetiş bu şehirlerin; Doğayı çarpıtan konumlarına” dese de, deprem bile insanların tabiatı çarpıtan, topoğrafyayı bozan, coğrafyayı tahrip eden yıkıcılığına karşı bir şey yapamıyor! Yâni, deprem bile insanoğlunun bu ‘yıkıcı karakteri’yle başa çıkamıyor.
Ülkemiz Van depremiyle önemli bir fırsat yakalamıştır. İnsanların kötüyü yıkıp yerine güzeli inşa etmek için bir şey yapmadığı bir zamanda, depremin müthiş uyarıcılığıyla şehirlerimizin “yeniden inşa”sı için yol açılmıştır.
Rahmetli muhakkik Mimar Turgut Cansever’in bir ömür “insan, şehir ve medeniyet”le ilgili feryâdlarını duymayanlara son yaşadığımız Van depremi acaba bir şeyler söyler mi?
Söyleyeceği kanaatinde değiliz. Ama gene de yazıyoruz.
Depremden sonra Çevre ve Şehircilik Bakanlığı “Kentsel dönüşüm”le ilgili bir kanun taslağı hazırlıyor. Bu taslağa göre mevcut şehirlerimize 400 milyar dolarlık bir kaynak ayrılarak müthiş bir “kentsel dönüşüm” gerçekleştirilecekmiş (!)
Maddî kaynak müthiş. Ancak bu “kentsel dönüşüm”ün TOKİ zihniyetinin inşa ettiği şehirlerden farklı olacağını düşünmüyoruz. Onun için de eyvâh! diyoruz. Ayağımıza kadar gelen imkan ve fırsat gene heba olacak!
Çevre ve Şehircilik Bakanı bu konuda şunları söylüyor: “Artık insanlarımız ölmesin, canlar yok olmasın, şehirlerimiz böyle büyük felaketler yaşamasın; bedeli ne olursa olsun artık biz Türkiye’de depreme dayanıksız yapıları, salaş yapıları, kaçak yapıları mutlaka rehabilite etmek durumundayız.” Bakan ayrıca; bu kentsel dönüşüm projeleri sayesinde istihdam artışı sağlanacağını, inşaat sektörüne katkı sağlanacağını söylüyor.
Bir trajedinin sonucundan ancak böyle bir komedi çıkarılabilir!
İşte size, hâlâ “neyi yıkacağı”nı da “neyi inşa edeceği”ni de idrak edemeyen bir zihniyet örneği!
Öncelikle Van’dan başlayarak “yeni bir şehir ve medeniyet idraki”yle ülkemizin tüm şehirlerine örnek olabilecek şehir modelleri ve yaşama alanları oluşturulabilecekken, işin sadece depreme dayanıklı konutlarla sınırlı olması, mevcut bakanlığın da şehir idrakinin sınırlarını gösteriyor.
Peki ne yapılmalı?
İşte tam da rahmetli Muhakkik Mimar Turgut Cansever’in HABITAT II Konferansı için hazırladığı “Şehir ve Konut Üzerine Düşünceler” rapor-kitabı’nın gündeme gelmesi, uygulamaya geçirilmesi fırsatı doğmuş iken, bundan habersizliğin verdiği şaşırmışlık, panik ve dağınıklıkla işin sadece bir “mevzuat” işi olduğunda odaklaşılması… Demiş ya şâir: “ne ararsan bulunur, derde devâdan gayrı!”
Şehirlerimizin yeniden inşası için öncelikle yeniden “şehir idraki” gerekli !
Cansever’in sözkonusu rapor-kitabının “öncelikli konu” başlığı altında 14 ara başlıkları bile nasıl bir “şehir kılavuzu” olduğunu göstermeye yeter: “Konut üretimi için tercihler; Ülke yerleşme sisteminin kurulması; Ülke yerleşme sistemi; Şehirleşme ve konutta israf; Şehir ve çevre; Kaynakların doğru kullanımı; Toplumsal hayat ve işsizlik; Sürdürülebilir gelişme; Tarihî mimarlık mirası; Konut güvenliği; Çevre ve sağlıklı şehir; Güzel bir dünya inşa etmek; Kentsel rantın dağılımı; Adaletin Tesisi”
Her ne kadar dikkate alınmayacağına emin olsak da, Cansever’in Habitat II raporundan “ev ve mahalle” inşasıyla ilgili birkaç paragrafı aktaralım: “.. Bugüne kadar Türkiye’de uygulanan imar
planları ise var olan bütün iki üç katlı evlerden oluşan şehirleri ve mahalleleri yok ederek, yerine apartmanlar inşa etmeyi emreden düzenlemeler getirmiştir.
Sermayenin kıt olduğu Türkiye’de bugün, 10-12 katlı apartman inşasına ayrılan sermaye harcamaları yapı maliyeti içinde çok büyük bir pay işgal etmektedir. Zahirde kişilerin ortak, tasarım katılımını amaçlayan konut kooperatiflerinin hemen hepsi; kullanıcının içinde yaşayacağı konutların tasarımı ve biçimlenmesine müdahale imkânı vermeyen süreçler ile konut üretimine hakim bulunmaktadır.
Ev, insan ölçeğinde bir ürün ve bir çevre unsurudur. İnsan ölçeğinde olmayan apartmanların aileler arasına tekdüze fizikî mesafeler koyması, insanların kolektif davranışlarını geliştirmek yerine, insanlar arası gayr-î insanî mükellefiyetlerin ve münasebet şekillerinin oluşmasına yol açmıştır.
Mahalle ile apartman, birbirine zıt iki iskân birimidir. Mahalle kolektif, davranışın gönüllü katılım, idrak ve sorumluluk duygusuyla oluşan ürünü iken; apartman, teknokratik despotizm ürünü ve spekülatif kararlara hizmet eden bir alet durumundadır…”
Cansever’in bu satırları, deprem sonrası yeni şehir yapılanmalarında can alıcı nitelikte uyarı ve tekliflerdir. Ancak duyması gerekenlerin kulakları iltihaplı olunca kime ne söylüyoruz?
İlgilere duamız: Cansever’i ve onun yukarıdaki paragraflarını inşallah idrak edersiniz.
Depremin açtığı yıkım arsasında “yeni bir şehir” kurabilmenin ‘gerekli idrak şartları’na dair hiçbir belirti göremediğimiz devletlûlarımız Cansever’in sesine kulak verebilir mi? Ümid ediyoruz ama nafile!
Deprem, bütün yıkıcılığıyla bir “inşa arsası” açmışken, bu arsayı “şehir ve medeniyet idraki”yle inşa edememek, ancak bize mahsus bir maharet olsa gerek!
(Günebakış, 4 Ocak 2012)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder