16 Nisan 2012 Pazartesi

ALİ ŞÜKRÜ BEY TRABZON’DA NİÇİN HATIRLANMAZ?

Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com

Şehirler, kendisini temsil edecek şahsiyetlerle anıldığı gibi, bu şahsiyetler de gittikleri yere şehirlerini taşırlar, temsil ederler, yâni şehirleriyle anılırlar. Son Osmanlı Mebusanında ve devamında Birinci Mecliste Trabzon Mebusu olan Ali Şükrü Bey de bu türden ismi şehriyle bütünleşmiş şahsiyetlerden birisidir.

Birinci meclisin bu “misyon sahibi” meb’usu (milletvekili)’nun 27 Mart 1923 tarihinde katledilmesinin üzerinden 89 yıl geçti. Neredeyse bir asra yakın bu süre içerisinde, Meclisteki birkaç yakın arkadaşı hariç, kendisiyle aynı düşünceleri paylaşan, aynı grup içinde bulunan milletvekilleri bile, katliamı karşısında sessiz kalmışlardır. Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey ve Lazistan Mebusu Mehmet Necati bey hariç, daha önce yanında olan hiçbir arkadaşı vahşice katledilmesinin ardından tek bir kelâm etmemiş, sessizliğe bürünmüşlerdir. Garip bir tecellidir ki yakın arkadaşları olan başta Mehmed Akif, Hasan Basri Çantay, Eşref Edip suskunluklarını hiçbir zaman bozmamışlardır!

Trabzon’un Boztepesi’ne defnedilen bu şecaat sahibi şahsiyet, ne yazık ki Trabzonlularca da ‘yok’ sayılmış, görmezden gelinmiştir. Hatta kabri yarım yüzyılı geçen bir süre mezbelelik içerisinde bırakılmıştır.

O; temsil ettiği misyon ve savunduğu “dava”dan taviz vermez tutumuyla kendisini şehadete götürecek kadar gözü kara ve basiret sahibiydi!

O; 39 yaşında genç ve kâmil bir şahsiyet olarak şehrini temsil için seçildiği gibi, şehadet için de seçilmişti!

Niçin mi? Onu Üstad Necip Fazıl söylesin:

“Artık saffet devrini kapayan ve başında bulunanların hakikî kast ve niyetleriyle tezahüre başlayan Millî Mücadele çığırının, sadece iman ve mukaddesat safındaki bu kahraman çocuğunu, sırf mahrem renkleri ve gizli mânaları sezdiği ve bu yüzden muhalefete geçtiği için vahşice öldürttüler! Öldürtmediler, biri öldürttü; bu kimdir??? Şehit Ali Şükrü'yü, arkasından boynuna bir ip geçirtmek, hemen sağ kolunu kırdırtmak ve başına bir balta indirtmek suretiyle öldürten şahıs, bu işde alet olarak Giresun'lu Topal Osman'ı kullanmış; peşinden de aynı derecede korkunç bir tertiple bedbaht aletine ölümü tattırmıştır. Hile ve tertip dehasına bakın siz!”

Meclis’te susturulması mümkün olmayan Ali Şükrü Bey, tasarlanmış bir katliâmla ancak susturulabildi! Falih Rıfkı’nın Çankayası’ndaki cümleleriyle “Ali Şükrü bir deniz kurmayı olduğu halde en azılı olanlardan biri idi. 26 yaşında Meclis’e gelmişti. Cüretli ve atılgandı. Bir sağlık kanunu tartışmasında: “Kadınlarımızdan ne ister bunlar? Yüzlerini açtırmayacağız!” diye haykırmıştı.” Falih Rıfkı devam ediyor: “Meclis’te sert çatışmalar oluyordu. Bir defasında Trabzon Milletvekili Ali Şükrü kürsüde konuşan Mustafa Kemal’e ağır sözler söyledi. Birbirlerinin üstlerine yürüdüler. Bu olaya çok sinirlenen Topal Osman bir adamını yollayarak Ali Şükrü’yü konuşmak üzere Çankaya tarafındaki evine çağırır ve karşısındaki iskemleye oturur oturmaz boğdurur…” Tarih: 27 Mart 1923. Cesedi 2 Nisan 1923 günü Çankaya sırtlarında bulunur. Fail-i meçhul değil fail-i malûm ve meşhur bir cinayet !

Bugün şehadetinin 89. yılında o Trabzon’un Boztepe’sinde münzeviliğini sürdürmekte ve bize o kabrinden (Tıpkı kendi çıkardığı Tan gazetesinde ölümünden iki ay önce yazdığı yazıda sanki bugünleri görür gibi) şöyle seslenmekte:

“Türkiye’nin maruz bırakıldığı müşkiller, suikastler arkasında hazırlanmış olan felaketlerin dehşeti, şark akvamının bize karşı olan tarihi, ananevi, milli duygularını canlandırdı. Türkiye, hürriyetin, istiklalin bir timsali, istikbalin bir kâfili ve İslam esasâtının, medeniyetinin fedakâr bir muhafızı suretinde bütün dimağlarda teressüm etti… Kökü vicdanlarda, dalları tarihin, ilmin lâyemut simalarında olan bu intibah ağacı elbette yaşayacaktır…”

O hayatıyla olduğu gibi ölümüyle de hatırlanması ve örnek alınması gereken bir dava adamı, bir şehid! Evet O; hayatı ve davasıyla verdiği mesaj kadar ölümüyle de “büyük mesaj” vermiştir ve vermektedir. Ama hafızasını ve dilini kaybeden bir şehir ne yazık ki onun mesajını okuyamıyor, anlayamıyor! Veya anlamak istemiyor !

Ali Şükrü Bey, asıl bugünlerde hatırlanması ve tıpkı Üstad Necip Fazıl’ın “İbret, Gayret!” başlığı altında (şehadetinin 27. yılında 1950’de) yazdığı gibi; “Azametli hesap ânı, bir gün, şafak vakti ufukların açılması gibi açılacaktır. Allah şehidi Ali Şükrü vakası, o zaman, belki bu hesaplardan birini teşkil edecektir.“ 1980’li, 1990’lı yıllarda TBMM’de onunla ilgili konuşanların, katlinin araştırılması için uğraşan milletvekillerinin başına neler geldiğini biliyoruz.

Şehid-i muazzez Ali Şükrü Bey’in cenazesi Ankara’dan Trabzon’a gönderilirken arkadaşı, onun gibi yürekli, cesur Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey kollarını açarak: “Âl-i Trabzon! Sana albayraklı bir gelin gönderiyoruz” demişti. Ali Şükrü Bey’in cenazesini Trabzon’a göndermek üzere orada bulunan Lazistan Mebusu Mehmet Necati Bey de toplanan kalabalığa şöyle hitap ediyordu:

“Elvedâ ey millet şehidi! Elvedâ ey hürriyet kurbanı! Bugün cismin ebediyen bizden ayrılıyor, aramızda bir aslan gibi, bir timsal-i hamiyet ve şecaat gibi dolaşan o mübarek vücudun bugün bizlere veda ediyor! Fakat mahzun olma! Ruhun nâm-ı mübarekin fenâpezir (ebedî olmayan) dünyada ebedî bir hayat kazandı.

Ey mübarek hürriyet şehidi ne mutlu sana ki, mezarın vatanın sinesi, milletin kalbi oldu. Sen kendin için ölmedin! Milletin uğrunda, hürriyet uğrunda kendini feda ettin! Milletin yaşaması için sen öldün, hürriyetin payidâr olması için sen can verdin!

Ey büyük şehid-i hürriyet, o kement sana değildi! O kement milletin boynuna atılmak istenmişti. Sen buna rıza gösterseydin ölmeyecektin!

Aç kefenini ey mübarek şehid! Bir kere daha o kahraman simanı görelim! Güzel gözlerinden bir kerecik daha olsun kalbinin elemlerini okuyalım. Hakkın lisanı olan mübarek diliniz, bir kerecik daha bize hürriyet ve istiklal ayetlerini okusun!...

Ey şehid-i hürriyet biz belki günahkârız, belki sana karşı hakkıyla vazifemizi yapamadık. Lakin sen bizi affeyle ve bize huzur-u hakta şefaat et. Senin payene elbette bizim gibi küçük kullar erişemez. Çünkü senin mekânın kalb-i millettir, arş-ı ilâhidir.

Ey Şükrü’nün matemli diyarı! Ey hüzünler içinde gözyaşı döken fedakar Trabzon! Sizin en kıymetli evladınızın cenazesini size gönderdiğimizden siz de bizi affediniz.”

Tan Gazetesi’nde 5 Nisan 1923 tarihinde yayınlanan bu hitabenin sonunda gazete şu notu ilâve eder: “Necati Beyefendi bu nutku irad ederken hem kendileri ağlıyor, hem de otomobildeki naaş-ı mübarekin etrafına toplanan bütün Ravli halkı ve şehid-i mağfurla birlikte giden Lazistan ve Trabzon mebusları Ziya Hurşid, Doktor Abidin, Nebizade Hamdi Beyler dahi hüngür hüngür ağlıyor idi…”

Ali Şükrü Bey’in 1923’teki matemli diyarı, bugün ondan habersiz! O; ölümü göze alan bir dava adamı olarak şehrine “şehadetle” geri döndü ama Trabzon bugün maalesef O’na yüzünü dönemiyor!

Veya şöyle düşünelim: Tarihimizde benzeri az görülecek malûm bir suikast’le ancak susturulabilen Ali Şükrü Bey’in kabrini bile ziyaret etmekten imtina ederek, ‘bir gören olur, başıma bir şey gelir’ endişesi var oldukça onun kabri önünden geçmeye, ona bakmaya bile yüzümüz olamayacaktır!

Ali Şükrü Bey’i katleden Topal Osman bunca cürmüne rağmen öldürülüşünün 89. yıldönümünde Giresun’da devlet töreniyle (Vali, Belediye Başkanı, Garnizon Komutanı, Üniversite Rektörü, Emniyet Müdürü, vs. ) bir “kahraman” gibi anılıyor. Anma töreninde konuşan Giresun Üniversitesi tarih bölümü öğretim üyesinin şu sözleri oldukça manidar: “"Dikkatle incelendiğinde kahramanların olayları nasıl yönlendirdiği görülebilir. Bu şekilde kahramanlar yaşadıkları döneme damgasını vururlar. İşte bugün ölümünün 89. yılında andığımız Topal Osman Ağa bu kahramanlardan biridir. Osman Ağa başardığı muazzam işlerle 20. Yüzyıl’ın ilk çeyreğine damgasını vurmuş ve hayatı günümüze kadar tartışma konusu olmuş eşsiz bir kahramandır..”

Topal Osman’a bu övgüler karşısında insanın nutku tutuluyor!

Trabzon’da ise Ali Şükrü Bey’in kabri önünde bütün bir şehir halkı ile birlikte resmî zevat ile üniversiteler, STÖ’ler, vs. herkes suskun.

Demek ki Ali Şükrü Bey’i anmak ve davasını anlamak bugün bile cür’et, cesaret istiyor! Peki Trabzon Ali Şükrü Bey’e vefa borcunu ne zaman ödeyecek? O’na vefasını ne zaman ve nasıl gösterecek?

Trabzon bugün futbol takımına sahip çıktığı kadar ne acıdır ki Ali Şükrü Beye sahip çıkamıyor. Hatta yeni nesiller onu hatırlamıyor bile! Niçin? Çünkü hafızasından yakın tarih bilinci silinmiş bir şehrin insanları için o, hatırlanamayan bir şahsiyet olarak şehrin zirvesinde duruyor.

Önümüzdeki yıl şehadetinin 90. yılını idrak edeceğimiz Ali Şükrü Bey için şimdiden “Mahkeme-i Tarih” çapında bir etkinliğe hazırlanmak, onu bütün yönleriyle ele alıp tanıtmak Trabzon olarak onun aziz hatırasına sahip çıkıldığını gösterecektir.

Ali Şükrü Bey bugünün siyasilerine gösterilmesi gereken bir “adam” örneğidir. Kendisine Cenab-ı Hak’tan rahmet diliyoruz.

İlgilenenlere konu ile ilgili okuma kitapları: Şehid-i Muazzez Ali Şükrü Bey, Kadir Mısıroğlu; Ali Şükrü Bey, İsmail Hacıfettahoğlu; Ali Şükrü Bey’in Tan Gazetesi, Ahmet Demirel; Yılların İzi, Mahir İz; Çankaya, Falih Rıfkı Atay; Trabzon’da Muhalefet, İsmail Akbal; Kazım Karabekir Anlatıyor, Uğur Mumcu; Ali Şükrü Bey Cinayeti, Ahmet Kekeç; Birinci Meclis’te Muhalefet, Ahmet Demirel; Birinci Mecliste Muhalefet İkinci Grup, Ahmet Demirel.

(Günebakış, 18 Nisan 2012)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder