Yahya Düzenli
Ankara’dan iki günlüğüne geldiğim Trabzon/Çaykara’daki köyümde yazım üzerinde düşünürken, gözüm köydeki kütüphanemde bulunan Farabî’nin insan ve varlığa ilişkin “El-Medinetü’l Fâzıla” isimli küçük fakat önemli eserine ilişti. Hâlâ “klasik” olma özelliğini sürdüren bu eserin her satırı bugünün yöneticilerine, özellikle de şehir yöneticilerine önemli bir “yol haritası” niteliğinde.
Farabî’nin kitabı aslında model bir “şehir devleti” felsefesi niteliği taşıyor. “Medine”den kasdı “site devleti”dir. Sembolik ifade ve benzetmelerin derinliği ve yol göstericiliğinde sürüklendiğiniz kitaptan (isminin ötesinde) bugünün şehir yöneticilerinin haberi var mıdır bilemiyorum. Olsa bile bu eseri derinliğine okuyup kavrayabildiklerini hiç zannetmiyorum. Çünkü eğer okunup kavranabilseydi şehirlerimiz böylesine ifsat edilmezdi.
Bu yazımda Farabî’nin 1100 sene önce yazdığı kitabından “Fazıl ve Marîz şehrin yöneticisi”ne ilişkin birkaç paragrafla günümüz iklimine bakınca, “artık gelmesi mümkün olmayan fazıl şehir yöneticileri’yle mebzûl miktarda çoğalan marîz şehrin yöneticilerine dikkat çekmek istiyorum.
Medeniyet iklimimizde hikmet adamlarının, âriflerin, mutasavvıfların yâni varlığı kemaliyle kavrayanların “insan-kalp-şehir” benzetmesi ve aralarındaki organik ilişkiye dair önemli birikime sahibiz.
Farabî de Medinetü’l Fâzıla”sında (bugünkü karşılığıyla ‘Erdemliler Şehri’nde) insan ve şehir ilişkisini ontolojik ele alır.
İşte size Farabî’nin şehre ve şehir yöneticilerine dair o ‘eskimez tesbitleri’nden birkaç damla:
“Fazıl şehir, tam sıhhatte bir vücuda benzer. Bütün uzuvları onu hayat devresinin sonuna kadar muhafaza etmek hususunda yardımlaşırlar. Bir vücudun uzuvları nasıl çeşitli iseler, yaradılışı ve kuvvetleri bakımından nasıl birbirlerinden üstün iseler ve hepsinin başında başrolü oynayan kalb varsa ve bu hâkim uzva mertebece yakın olan uzuvlar ve bunların her biriyle sıkı münasebette bulunan diğer uzuvlar varsa ve bu son uzuvlarla ilgili olan ve emirleriyle hareket eden aşağı derecede uzuvlar varsa ve bu tâbî uzuvlara bağlı başka uzuvlar ve nihayet işleri güçleri yalnız başkalarına hizmet olan daha aşağı uzuvlar varsa, şehir de böyledir; yâni şehri teşkil eden unsurlar, yaradılışta çeşitli ve birbirlerinden üstün yapıdadırlar..”
“… Fazıl şehrin reisi gelişi güzel, herhangi bir adam olamaz… Fazıl şehirde reislik sanatı, gelişigüzel, herhangi bir sanat veya herhangi bir meleke olamaz.”
Soralım ve sorumuzu her paragraftan sonra tekrar edelim:
Şehrimizde böyle bir “Fâzıl şehir Reisi” görebiliyor muyuz?
“… Fazıl şehir reisinin sanatı öyle bir durumda olmalı ki, reise hizmet teklif edecek mahiyette bulunmasın ve o sanattan daha yüksek bir sanat mevcut olmasın. O sanat istihdaf ettiği (he-deflediği) gaye itibariyle diğer sanatlara rehberlik edecek mahiyette olmalıdır. Ve fazıl şehirdeki bütün işlerin hedefi, reisin bizzat kendisi olmalıdır. Onun başka kimselerin hükmü altına girmeyen bir insan olması lâzımdır. Fakat reis öyle mükemmel bir insan olmalı ki hem akıl olsun, hem bilfiil mâkul olsun ve muhayyile kuvveti tabiatiyle mükemmeliyetin en üstün derecesine ulaşmış olsun.”
“… Fevkinde hiçbir kimse bulunmayan Reis: o, fazıl şehrin önderidir”
Şehrinizde böyle bir “Fazıl şehir Reisi” görebiliyor musunuz?
Burada insanın aklına Üstad Necip Fazıl’ın o meşhur ve müthiş tesbiti geliyor: “Bana gözü olmayan şoför mü, bediî idraki bulunmayan belediye reisi mi zararlı diye sorsalar ikincisini gösteririm.”
Şehrinizde böyle bir Fazıl şehir reisi görebiliyor musunuz?
Farabî, Fazıl Şehrin Reisi’nin özelliklerini öylesine derinleştiriyor ki, bugünün Belediye Başkanlarında bu özelliklerden birini bile görmek mümkün değildir. Önemli bir özelliğe dikkat çeken Farabî kadîm şehir muhtevalarını kavrayıp“eskilerin izlerinden gitmeyi” şart koşuyor.
Farabî yaptığı şehir tasniflerinde “Fazıl Şehir”in karşısına Câhil şehri koyar. Ve bu şehrin insanlarının marîz yâni hastalıklı olduklarına vurgu yaparak“kötü istidatlar kazandıkları”nı söylüyor.
Bu tip şehir yöneticilerine ilişkin ilginç bir hususa da dikkat çekiyor: “Hastalar arasında derdini bilmediği için kendisini sıhhatli zanneden kimseler bulunduğu gibi, ruh hastaları ara-sında da hastalığını bilmeyen, bilakis kendini üstün ve ruhunu sahih zanneden, kendinden başkasına kulak asmayan kimseler vardır.”
Ruhen marîz yâni ‘hasta’ olan şehir yöneticilerine ilişkin ise “Ruhen marîz olanlar-irade ve alışkanlıkla kazandıkları bozuk tahayyüller yüzünden kötü işlere ve kötü temayüllere teşnedirler; güzel ve üstün şeylerden tiksinir, hatta onları tasavvur edemez olurlar” der.
Bu kez şöyle soralım: Şehrinizde acaba böyle bir “Cahil şehir reisi” görmemek için ne yapmalıyız?
Şehirlerimizin ve şehir yöneticilerinin hallerini görünce Farabî’nin şu cümlelerini de hatırlatmadan edemiyorum: “Zamanın ters, yarenliğin faydasız; her reisin bezgin ve her başın hasta olduğunu görünce; evime kapanıp şerefimi kayırmayı kâr bildim. Yanımda saklı duran ve avucumda ışıldayan, hikmet şarabından içerim. Sofra arkadaşlarım mürekkep şişeleridir; sazım onların şakırtısıdır. Bu arada dünyadan göçmüş hikmet erbabının sohbetiyle neşelenirim.”
Faziletli şehirle marazlı şehir (veya faziletler şehri ile marazlar şehri) arasındaki farkı Farabî’nin aynasından özetle böyle okuyoruz.
Şimdi, isterseniz bir de 10. Yüzyıl insanı Farabî’nin gördüğü şehir ve şehir yöneticileriyle 21. Yüzyıl insanları olarak bizim gördüğümüz şehir ve şehir yöneticilerini bir mukayeseye çalışa-lım, ne dersiniz!
(Günebakış, 25 Nisan 2012)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder