Yahya Düzenli
Üstad Necip
Fazıl’ın, 70 yıl önce, henüz daha şehirlerimiz bugünkü gibi bütünüyle kirletilmemiş,
bozulmamış, tahrip edilmemiş, kendinden bir şeylere sahip olduğu zamanlarda,
1946 yılının Büyük Doğu’larında “Otel ve Belediye Reisi” başlığıyla yazdığı
yazıda Belediye Reisliği’nin nasıl bir şehir idraki istediğine ilişkin öyle bir
paragrafı var ki, bugünün belediye başkanlarının idrak edebilmesi zor
görünüyor… Üstadın, ısrarla mücerret bir belediye başkanına hitap ettiği o
paragraf şöyle:
“Belediye Reisi!
Belediye Reisi!
Belediye Reisi!
Acaba hangi vatan bucağımızın bir belediye reisi, belediye
reisliğinin ne demek olduğu üzerinde; meselâ mahkeme mübaşirliğiyle bu iş
arasında nasıl bir fark olduğu üzerinde bir nebze düşünmüştür?”
Bugünlerde yaklaşan
yerel seçimler nedeniyle bu cümlenin/sorunun önemini daha iyi anlıyoruz.
Belediye başkanlığının
nasıl bir idrak ve mükellefiyet gerektirdiği konusunda o derece fikir
yoksunluğu yaşıyoruz ki, yaklaşan yerel seçimlerde belediye başkan adayı olmak
için müptezel bir biçimde ortalığı ‘kifayetsiz
muhteris’ler istilâ ediyor.
Büyükşehir, il ve
ilçe belediye başkanlarından hangisi böyle bir soruyu kendisine sorabilmiştir,
sorma cesaretini gösterebilmiştir? Veya, böyle bir temel soruyu kendilerine
sorma ihtiyacını hangisi hissetmiştir?
“Şehreminliği”
gibi bir müthiş emaneti taşımaya talip olunduğunun idrakinde midirler? Asla!
Bunların kahir
ekseriyeti için belediye başkanlığı, bilinç
altlarındaki narsist, şizofren, megalomanik, mazoşist duygularının açığa
çıkıp tatmin edileceği bir tatmin yeridir.
Belediye
başkanlığına talip olanların şehirleri kaplayan reklamlarındaki portrelerine ve
iptidai sloganlarına bakınca mitolojideki Aşil kompleksi veya Herkül psikozu
içindeki ‘insancıklar’ı hatırlamamak mümkün değil!
Yaşadığı şehrin ne
olduğu, hangi tarihsel ve genetik derinliğe sahip olduğu, bugün ne anlam ifade
ettiği, şehirde yaşamış, şehirden gelip geçmiş tarihî şahsiyetlerin kimler
olduğu üzerinde asla kafa yormamış, şehrin ‘yaşanmaya değer’ bir kimlik taşıyıp
taşımadığının cevabından önce böyle bir soruyu sorabilme rüşdüne ermemiş
olanların tuhaf bir yüzsüzlük ve
cesaretle belediye başkanı olmak için ‘meydan muharebesi’ verdiği bugünlerde,
Üstad’ın bu tespitinin/sorusunun cevabını verebilecek ne bir belediye başkan
adayına, ne de bir belediye başkanına rastlayabiliyoruz.
Adeta “Belediye başkanı olmak için asla tarihî
derinliğe, medeniyet tasavvuruna ve şehir idrakine sahip olunmaması” öncelikli
ve gerekli şart imişçesine bir yarış var. Ortaya çıkan tablodan da bu şartlara
haiz (!) olanların aday veya belediye başkanı nasbedildiklerine şahit oluyoruz.
Şehir yönetmeye
talip olmanın ontolojik bir varoluş-yokoluş sürecinin aktörü olmak manasına
geldiği şuurundan nasipsizliğin verdiği idraksizlikle ortalığın virütik bir
siyasi atmosfere çevrildiği şehirlerimizin haline sadece acıyoruz.
Gene Üstad’ın 1950
yılındaki muhteşem bir tespitini hatırlıyoruz: “Bu dünyada öyle unsurlar vardır ki, birinin hakimiyeti, mutlaka
öbürünün mahkûmiyetiyle kaimdir. Işığın girdiği yerde karanlığa hiçbir hisse
yoktur. Işığın doldurduğu odada, karanlığın fırsat kollama ve nöbet bekleme
hakkı düşünülemez…”
Üstad’ın bu
cümlesinden yola çıkarak, diyoruz ki; mevcut veya seçilecek belediye başkanlarına
baktığımızda, genellikle derinliğine ve genişliğine bir şehir idrak ve
inşasından nasibini almamış tiplere şehirlerimizin emanet edildiğini gördükçe;
şehir, tarih, medeniyet, idrak, ihya ve inşaya yer olmadığı ve bu tiplerin
doldurduğu yerde şehirden bahsetmenin başka bir galaksiden bahsetmek kadar
yabancı ve tuhaf olduğunu rahatça söyleyebiliriz.
Ortalığı istilâ eden
belediye başkan adayları ve başkanlarının sayıca çok fazla ve fakat vasıfça o
derece kifayetsiz olmasına bakarak, Üstad’ın 1939 yılında yazdığı o meşhur
“Belediye Reisi” başlıklı yazısından bir cümleyi daha hatırlatarak ve
muhataplarına aktararak bitirelim:
“Bana, gözü
olmayan şoför mü, bediî idraki bulunmayan belediye reisi mi zararlı diye sorsalar
ikincisini gösteririm.”
Bu tablo karşısında
tarihin, coğrafyanın, medeniyetin, mimarinin, estetiğin… topyekûn idrak ve
irfanın şehirlerimizi terk ettiği tuhaf zamanların yaşandığı demlerdeyiz,
diyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder