13 Ocak 2014 Pazartesi

ŞEHİRLERİMİZDE ADAY İSTİLÂSI VE İDRAK-İRFAN YOKSUNLUĞU

Yahya Düzenli

Üstad Necip Fazıl’ın, 70 yıl önce, henüz daha şehirlerimiz bugünkü gibi bütünüyle kirletilmemiş, bozulmamış, tahrip edilmemiş, kendinden bir şeylere sahip olduğu zamanlarda, 1946 yılının Büyük Doğu’larında “Otel ve Belediye Reisi” başlığıyla yazdığı yazıda Belediye Reisliği’nin nasıl bir şehir idraki istediğine ilişkin öyle bir paragrafı var ki, bugünün belediye başkanlarının idrak edebilmesi zor görünüyor… Üstadın, ısrarla mücerret bir belediye başkanına hitap ettiği o paragraf şöyle:

“Belediye Reisi!
Belediye Reisi!
Belediye Reisi!

Acaba hangi vatan bucağımızın bir belediye reisi, belediye reisliğinin ne demek olduğu üzerinde; meselâ mahkeme mübaşirliğiyle bu iş arasında nasıl bir fark olduğu üzerinde bir nebze düşünmüştür?”

Bugünlerde yaklaşan yerel seçimler nedeniyle bu cümlenin/sorunun önemini daha iyi anlıyoruz.

Belediye başkanlığının nasıl bir idrak ve mükellefiyet gerektirdiği konusunda o derece fikir yoksunluğu yaşıyoruz ki, yaklaşan yerel seçimlerde belediye başkan adayı olmak için müptezel bir biçimde ortalığı ‘kifayetsiz muhteris’ler istilâ ediyor.

Büyükşehir, il ve ilçe belediye başkanlarından hangisi böyle bir soruyu kendisine sorabilmiştir, sorma cesaretini gösterebilmiştir? Veya, böyle bir temel soruyu kendilerine sorma ihtiyacını hangisi hissetmiştir?

“Şehreminliği” gibi bir müthiş emaneti taşımaya talip olunduğunun idrakinde midirler? Asla!

Bunların kahir ekseriyeti için belediye başkanlığı, bilinç altlarındaki narsist, şizofren, megalomanik, mazoşist duygularının açığa çıkıp tatmin edileceği bir tatmin yeridir.

Belediye başkanlığına talip olanların şehirleri kaplayan reklamlarındaki portrelerine ve iptidai sloganlarına bakınca mitolojideki Aşil kompleksi veya Herkül psikozu içindeki ‘insancıklar’ı hatırlamamak mümkün değil!

Yaşadığı şehrin ne olduğu, hangi tarihsel ve genetik derinliğe sahip olduğu, bugün ne anlam ifade ettiği, şehirde yaşamış, şehirden gelip geçmiş tarihî şahsiyetlerin kimler olduğu üzerinde asla kafa yormamış, şehrin ‘yaşanmaya değer’ bir kimlik taşıyıp taşımadığının cevabından önce böyle bir soruyu sorabilme rüşdüne ermemiş olanların  tuhaf bir yüzsüzlük ve cesaretle belediye başkanı olmak için ‘meydan muharebesi’ verdiği bugünlerde, Üstad’ın bu tespitinin/sorusunun cevabını verebilecek ne bir belediye başkan adayına, ne de bir belediye başkanına rastlayabiliyoruz.

Adeta “Belediye başkanı olmak için asla tarihî derinliğe, medeniyet tasavvuruna ve şehir idrakine sahip olunmaması” öncelikli ve gerekli şart imişçesine bir yarış var. Ortaya çıkan tablodan da bu şartlara haiz (!) olanların aday veya belediye başkanı nasbedildiklerine şahit oluyoruz.

Şehir yönetmeye talip olmanın ontolojik bir varoluş-yokoluş sürecinin aktörü olmak manasına geldiği şuurundan nasipsizliğin verdiği idraksizlikle ortalığın virütik bir siyasi atmosfere çevrildiği şehirlerimizin haline sadece acıyoruz.

Gene Üstad’ın 1950 yılındaki muhteşem bir tespitini hatırlıyoruz: “Bu dünyada öyle unsurlar vardır ki, birinin hakimiyeti, mutlaka öbürünün mahkûmiyetiyle kaimdir. Işığın girdiği yerde karanlığa hiçbir hisse yoktur. Işığın doldurduğu odada, karanlığın fırsat kollama ve nöbet bekleme hakkı düşünülemez…”

Üstad’ın bu cümlesinden yola çıkarak, diyoruz ki; mevcut veya seçilecek belediye başkanlarına baktığımızda, genellikle derinliğine ve genişliğine bir şehir idrak ve inşasından nasibini almamış tiplere şehirlerimizin emanet edildiğini gördükçe; şehir, tarih, medeniyet, idrak, ihya ve inşaya yer olmadığı ve bu tiplerin doldurduğu yerde şehirden bahsetmenin başka bir galaksiden bahsetmek kadar yabancı ve tuhaf olduğunu rahatça söyleyebiliriz.

Ortalığı istilâ eden belediye başkan adayları ve başkanlarının sayıca çok fazla ve fakat vasıfça o derece kifayetsiz olmasına bakarak, Üstad’ın 1939 yılında yazdığı o meşhur “Belediye Reisi” başlıklı yazısından bir cümleyi daha hatırlatarak ve muhataplarına aktararak bitirelim:

“Bana, gözü olmayan şoför mü, bediî idraki bulunmayan belediye reisi mi zararlı diye sorsalar ikincisini gösteririm.”

Bu tablo karşısında tarihin, coğrafyanın, medeniyetin, mimarinin, estetiğin… topyekûn idrak ve irfanın şehirlerimizi terk ettiği tuhaf zamanların yaşandığı demlerdeyiz, diyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder