21 Ocak 2014 Salı

ŞEHRİN KARAKTERİNİ “KAPİTAL SAHİPLERİ” BELİRLİYOR!

Yahya Düzenli

Geç kapitalizm dönemi hariç, tarih boyunca şehir kurucuları hiçbir zaman para ve rant sahipleri olmamıştır. Onun için de dünya görüşü ne olursa olsun, hangi medeniyetten neş’et ederse etsin tüm şehirler, insanların tercihlerine göre yaşayabilecekleri, kendi iradeleriyle veya temsilcilerinin verdiği kararlarla kurulmuşlar, gelişmişler ve devam ettirilmişlerdir.

Her ne kadar kapitalizmin doğuşu batı kaynaklı da olsa, çok kötü ve vahşi uygulamalarının yansıdığı doğu şehirlerine baktığımızda “güç” olarak kapitale/paraya sahip olan egemen bir sınıfın şehirlerin kaderinde, akıbetinde mutlak söz sahibi olduklarını görüyoruz.

Batı’da da doğuda da şehir insan için ve insanca kurulur, yaşatılırdı. Şimdilerde ise asla “yeni şehir” kurulmuyor, sadece var olan şehirlerin topoğrafyası ve kimyası bozularak içlerine ‘virüs yayıcı aygıtlar’ şeklinde mekânlar inşa ediliyor ve içerisinde insanın mı yoksa ne idüğü belirsiz biyolojik canlıların mı yaşayacağı belli olmayan “toplu tabutluklar” yükseliyor.

Filozof Nietzche “Böyle buyurdu Zerdüşt”te sanki bugünleri görmüş gibi konuşuyor: “Bu evler ne anlama gelmekteler? Gerçekte, onları anlam vermek için inşa eden büyük bir ruh değil! Onları oyuncak kutusundan çıkaran aptal bir çocuk mu?... Ya bu odalar ve barınaklar? İnsanlar bunlarda nasıl yaşayabilir?”

Nietzche’nin bu tespit ve sorusunu ülkemize yönelterek söyleyelim ki; Osmanlı’nın klasik çağından (XV-XVI.yy.) beri hiçbir orijinal şehir kuramadık! Var olan şehirlerimizi de Tanzimat’tan itibaren batıcılık ukdesi altında taklitçi bir klonlamayla mahvettik!

Katliam aygıtları müsterih olsun! Çünkü mahvedecek bir şey kalmadı. Bütün şehirlerimizin organizması çürüme halinde. Tüm organları enfekte olmuş, kansere yakalanmış bir organizma gibi ölüm sürecine girmiş. Hiçbir terapi artık şehirlerimizi kurtaramaz!

Medeniyet ruhu şehirleri terk ettikten sonra şehir cesetlerinin bir değeri var mıdır?

Ülkemizin son yıllarda cinnet halinde yaşadığı “kentsel dönüşüm” nöbetleri, istenilen sonucu verdi. Can çekişen şehirlerimiz “gecekondulardan temizleyip insanca konutlarla donatacağız” gerekçesiyle terminatörlere teslim edildi.

Şehvete dönüşmüş kâr ve rant hırsıyla bu terminatörlerin gözü şehri görmüyor. Bunların gözünde şehir; parsellenerek metrekare fiyatı yükseltilmiş emlâkten ibarettir.  

Şehrin karakterini, bugününü, geleceğini belirleyen, şehir idrakine sahip olanlar değil “satınalma gücü”ne sahip olanlar. Şehri şirketler, konsorsiyumlar, holdingler dönüştürüyor, değiştiriyor, yıkıyor, yapıyor. Eskiden şehirleri hükümdarlar, hanedanlar ve halk kuruyordu. Şimdi hanedanların yerini şirketler, konsorsiyumlar, holdingler aldı. Güç onlarda..

Bir kent felsefecisinin modern zaman şehirleri ve insanın trajedisine ilişkin satırlarını okuyoruz: ““Modernlikle birlikte kent, üretilen, biriktirilen, malların yığıldığı, dağıtıldığı endüstriyel işlevlerin merkezi olur… Günün her saati kentten dumanlar yükselir; kent, üretim odaklı bir yaşamın kirini, artıklarını, çöplerini biriktirir… Kentlinin yaşam tarzına cevap vermek için değil de, üretim koşulları için düzenlenmiş kentlerdir bunlar… Zaten iş adamları, çalışanlar, tüccarlar dışında pek fazla dışarıdan geleni de olmaz bu kentlerin. .. İşi olandan başkasının yolunun pek düşmeyeceği, işini bitirenin çekip gideceği yerlerdir. Fazladan ne bir ağaç dikilir, ne bir çiçek. Endüstriyel üretimin kentleri, çelik ve betonun şekil verdiği geometrik bloklar yığınıdır. Özellikle işçi mahalleleri, tümüyle işlevsel yerler olarak inşâ edilirler. Aralıksız çalışan işçiler gibi, kentin de üstü başı yağ, çamur, is olur. Kentin kendisi de üzerine bir tulum geçirip iş başına koyulur sanki ve bu sayede kirlenmekten korkmaz. “

Terminatörler, konsorsiyumlar, holdingler, rant avcısı müteahhitler elinde adeta bir ‘bakteri deposu’na dönüşen bu tür bir mekâna ‘şehir’ denilebilir mi?

Selçuklu’da, Osmanlı’da mülk’ün/şehrin sahibi vardı. Onun için de şehir ‘yaşanmaya değer’di, güzeldi, korunuyordu. Şimdi şehrin sahibi yok. Hiç kimse şehri sahiplenmiyor. Sahiplenenler terminatörler. Tıpkı köle sahipleri gibi şehrin sahibi bu ‘konsorsiyum’lar, şirketler. İnsanın “evini sahiplendiği” gibi şehrini sahiplenmesi gerekir. Evin odaları gibi şehrin mahalleleri/semtleri onun mahremidir, koruması, sahiplenmesi gerekenlerdir. 

Şehrin sahipleri, şehrin sakinleridir. Ancak bugün şehirde yapılanlara ses çıkaramıyorlar, hesap soramıyorlar, sadece katledilen şehirlerini seyrediyorlar.


“Şehrin sakinleri, şehrin sahipleri olana kadar” şehirlerimiz katledilmeye, yok edilmeye devam edecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder