Yahya
Düzenli
Geç
kapitalizm dönemi hariç, tarih boyunca şehir kurucuları hiçbir zaman para ve
rant sahipleri olmamıştır. Onun için de dünya görüşü ne olursa olsun, hangi
medeniyetten neş’et ederse etsin tüm şehirler, insanların tercihlerine göre yaşayabilecekleri, kendi iradeleriyle veya temsilcilerinin
verdiği kararlarla kurulmuşlar, gelişmişler ve devam ettirilmişlerdir.
Her
ne kadar kapitalizmin doğuşu batı kaynaklı da olsa, çok kötü ve vahşi
uygulamalarının yansıdığı doğu şehirlerine baktığımızda “güç” olarak kapitale/paraya
sahip olan egemen bir sınıfın şehirlerin kaderinde, akıbetinde mutlak söz
sahibi olduklarını görüyoruz.
Batı’da
da doğuda da şehir insan için ve insanca kurulur, yaşatılırdı. Şimdilerde ise
asla “yeni şehir” kurulmuyor, sadece var olan şehirlerin topoğrafyası ve
kimyası bozularak içlerine ‘virüs yayıcı aygıtlar’ şeklinde mekânlar inşa
ediliyor ve içerisinde insanın mı yoksa ne idüğü belirsiz biyolojik canlıların
mı yaşayacağı belli olmayan “toplu tabutluklar” yükseliyor.
Filozof
Nietzche “Böyle buyurdu Zerdüşt”te sanki bugünleri görmüş gibi konuşuyor: “Bu evler ne anlama gelmekteler? Gerçekte,
onları anlam vermek için inşa eden büyük bir ruh değil! Onları oyuncak
kutusundan çıkaran aptal bir çocuk mu?... Ya bu odalar ve barınaklar? İnsanlar
bunlarda nasıl yaşayabilir?”
Nietzche’nin
bu tespit ve sorusunu ülkemize yönelterek söyleyelim ki; Osmanlı’nın klasik
çağından (XV-XVI.yy.) beri hiçbir orijinal şehir kuramadık! Var olan şehirlerimizi
de Tanzimat’tan itibaren batıcılık ukdesi altında taklitçi bir klonlamayla
mahvettik!
Katliam
aygıtları müsterih olsun! Çünkü mahvedecek bir şey kalmadı. Bütün şehirlerimizin
organizması çürüme halinde. Tüm organları enfekte olmuş, kansere yakalanmış bir
organizma gibi ölüm sürecine girmiş. Hiçbir terapi artık şehirlerimizi
kurtaramaz!
Medeniyet
ruhu şehirleri terk ettikten sonra şehir cesetlerinin bir değeri var mıdır?
Ülkemizin
son yıllarda cinnet halinde yaşadığı “kentsel dönüşüm” nöbetleri, istenilen
sonucu verdi. Can çekişen şehirlerimiz “gecekondulardan temizleyip insanca
konutlarla donatacağız” gerekçesiyle terminatörlere teslim edildi.
Şehvete
dönüşmüş kâr ve rant hırsıyla bu terminatörlerin gözü şehri görmüyor. Bunların
gözünde şehir; parsellenerek metrekare fiyatı yükseltilmiş emlâkten ibarettir.
Şehrin
karakterini, bugününü, geleceğini belirleyen, şehir idrakine sahip olanlar
değil “satınalma gücü”ne sahip olanlar. Şehri şirketler, konsorsiyumlar,
holdingler dönüştürüyor, değiştiriyor, yıkıyor, yapıyor. Eskiden şehirleri hükümdarlar,
hanedanlar ve halk kuruyordu. Şimdi hanedanların yerini şirketler,
konsorsiyumlar, holdingler aldı. Güç onlarda..
Bir kent
felsefecisinin modern zaman şehirleri ve insanın trajedisine ilişkin
satırlarını okuyoruz: ““Modernlikle birlikte kent, üretilen, biriktirilen, malların
yığıldığı, dağıtıldığı endüstriyel işlevlerin merkezi olur… Günün her saati
kentten dumanlar yükselir; kent, üretim odaklı bir yaşamın kirini, artıklarını,
çöplerini biriktirir… Kentlinin yaşam tarzına cevap vermek için değil de,
üretim koşulları için düzenlenmiş kentlerdir bunlar… Zaten iş adamları,
çalışanlar, tüccarlar dışında pek fazla dışarıdan geleni de olmaz bu kentlerin.
.. İşi olandan başkasının yolunun pek düşmeyeceği, işini bitirenin çekip
gideceği yerlerdir. Fazladan ne bir ağaç dikilir, ne bir çiçek. Endüstriyel
üretimin kentleri, çelik ve betonun şekil verdiği geometrik bloklar yığınıdır.
Özellikle işçi mahalleleri, tümüyle işlevsel yerler olarak inşâ edilirler.
Aralıksız çalışan işçiler gibi, kentin de üstü başı yağ, çamur, is olur. Kentin
kendisi de üzerine bir tulum geçirip iş başına koyulur sanki ve bu sayede
kirlenmekten korkmaz. “
Terminatörler, konsorsiyumlar,
holdingler, rant avcısı müteahhitler elinde adeta bir ‘bakteri deposu’na
dönüşen bu tür bir mekâna ‘şehir’ denilebilir mi?
Selçuklu’da,
Osmanlı’da mülk’ün/şehrin sahibi vardı. Onun için de şehir ‘yaşanmaya değer’di,
güzeldi, korunuyordu. Şimdi şehrin sahibi yok. Hiç kimse şehri sahiplenmiyor.
Sahiplenenler terminatörler. Tıpkı köle sahipleri gibi şehrin sahibi bu
‘konsorsiyum’lar, şirketler. İnsanın “evini sahiplendiği” gibi şehrini
sahiplenmesi gerekir. Evin odaları gibi şehrin mahalleleri/semtleri onun
mahremidir, koruması, sahiplenmesi gerekenlerdir.
Şehrin
sahipleri, şehrin sakinleridir. Ancak bugün şehirde yapılanlara ses
çıkaramıyorlar, hesap soramıyorlar, sadece katledilen şehirlerini
seyrediyorlar.
“Şehrin
sakinleri, şehrin sahipleri olana kadar” şehirlerimiz katledilmeye, yok
edilmeye devam edecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder