Yahya Düzenli
“Nerede yaşaması gerektiği”ne karar verdiği ölçüde
‘nerede yaşamaması gerektiği’ni bilmeyecek kadar, yaşadığı şehrin farkında
olmayan idrak sahibi tek varlık herhalde insandır. Böceklerin bile hayatlarını
sürdürebilmek gayesiyle ‘iradi bir varlık’ gibi seçtikleri yuvaların onlar için
neredeyse ‘iradi bir varlık’ gibi tercih ettiği ‘yaşanmaya değer’ en uygun mekânlar olduğunu
düşündüğümüzde, insanoğlunun yaşaması için mi yoksa ızdırap çekmesi için mi karar
kıldığı-bulunduğu belirsiz yerlere şehir denilebilir mi? Bu olsa olsa
gezdiği-geçtiği yerlerin farkında olmayan bir seyyahın gözündeki bir şehir
olabilir.
Dememiz o ki; böcekler bile yaşadıkları yeri itina
ile seçerler ve oraya yerleşirler de, insanoğlu böylesi bir seçimi niçin
yapamaz?
İtalo Calvino “Görünmez Kentler”de söz konusu ettiği
kurgu şehirlerden Pentesilea’yı
anlatırken şunları söyler:
“Rastladıklarına
‘Pentesilea’ya nasıl gidilir?’ diye sorduğunda, elleriyle geniş bir daire
çizerler, hiçbir anlam veremezsin: “Burası” ya da “Daha ileride” veya “Bütün
buralar” dahası “Tam ters tarafta’ anlamına gelebilir.
‘Kent’
diye ısrarla sorarsın.
‘Biz
her sabah çalışmaya geliyoruz buraya’ diye cevap verir bazıları, ötekiler:
‘Uyumaya dönüyoruz buraya biz’ derler.
‘Peki
ya yaşadığınız kent?’ diye sorarsın.
Bazıları
kollarını çapraz yönde havaya kaldırıp çeşit çeşit evlerin ufuktaki opak
yığınını göstererek ‘Oralarda bir yerde olmalı’ derken, ötekiler sivri
çatılarıyla arkanda duran bir hayalet kenti gösterirler.”
Calvino’nun sorduğu soruyu istisnasız hangi şehrimizde
hangi insana sorarsak soralım, içinde yaşadıkları şehirle ilgili alacağımız
cevap ne yazık ki ‘sorduğunuz şehir bir yerlerde olmalı ama nerde?’ şeklinde
olacaktır.
Hayatın, izahını yapmaya ihtiyaç hissedilmeyen
reflekslerden ibaret olduğuna inanmadır bu hal. Nerede yaşıyoruz? Yaşıyor
muyuz? Niçin yaşıyoruz?
Daha önce de sorduk, şimdi de soralım: Yaşadığımız şehir, yaşamamız gereken şehir
midir? Veya yaşamamamız gereken şehir
niçin yaşadığımız şehir haline geldi? Böyle bir mecburiyet, mahkûmiyetin
sebebi nedir? Bu sorulara verilecek bir cevabımız bulunamaz. Çünkü böyle bir
idraki kaybettik. Bu idrak kaybı altında ne bu soru sorulabilir ne de cevap
verilebilir.
Sözün burasında, 1967 yılında Üstad Necip Fazıl’a sorulan
bir soru ve onun cevabı geliyor aklıma. Konumuz ile doğrudan alakasız ama
çağrışımı nedeniyle önemli bir soru ve cevap. Üstad’a “Yeni nesli nasıl buluyorsunuz?” şeklinde bir soru soruyorlar. O da
bu soruya şu soruyla cevap veriyor: “Kurtların
sardığı ceset üzerindeki hayata ne dersiniz?” Sonra da şöyle devam ediyor: “Bugün göze çarpan hayatiyetler, bütün
halinde bir ölümün parça parça doğurduğu ‘huveyne-mikroskobik hayvan
hareketleri’nden ibarettir.”
Bu soru ve cevabı hatırlayınca, şehirlerimizin hali gözümün
önüne geldi. Üstad’a sorulan bu soruyu ve onun cevabını şehirlerimize yöneltelim:
“Kentsel dönüşüm cinnetine tutulmuş
şehirlerimizi nasıl buluyorsunuz?” Üstadın cevabını aynen verelim: “Kurtların sardığı ceset üzerindeki
hayata ne dersiniz?”
Bu soruya kim cevap verebilir ki? Ne acıdır ki,
şehir adı verilen ‘kurtların sardığı ceset’ üzerinde yaşıyoruz. Şehir
cesetlerinden ibaret bir harita haline getirilmiş bütün bir ülkede bu hal,
artık ‘şifa kabul etmez bir hal’ almıştır.
İdrakin terk ettiği bir iklimde şehir adına yapılan
her şey ihya değil imhadır. Halen bu imha anaforunda çalkalanıyoruz. Sarsıntı ve
savrulma o kadar müthiş ki, bütün hislerimiz dumura uğramış, acı bile
duymuyoruz.
Şehrin ve insanın kıyameti, helâki de herhalde böyle
hızlanıyor ve yaklaşıyor.
Gene Üstad’la bitirelim:
“Yaşayadursun insan,
hayat dediği zanla!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder