duzenliyahya@gmail.com
Şehirler, şehidleriyle birlikte
yaşarlar. Onları unutmazlar, unutturmazlar. Çünkü onlar ‘biz farkında olmasak da’ diridirler, tekrar içimize dönmek isterler. Peki
öyleyse “Ali Şükrü Bey Yaşasaydı..” demek ne anlama geliyor? Doğup
büyüdüğü ve bir ömür ruhunu, ağırlığını üzerinde hissettiği şehrinin O’ndan
habersiz olduğuna, onun yaşadığının farkına varamadığına vurgu yapmak
istiyoruz.
Ordu mensubu bir deniz binbaşısı iken
askerlikten istifa edip davası adına siyasete atılan, kalemiyle, konuşmalarıyla,
öfkesiyle, duruşuyla, yüreğiyle tam bir iman ve mücadele adamı olan Ali Şükrü
Bey…
Büyük şahsiyetlerin mezarları büyük mesajlar taşıdığı gibi, ‘bir zamanların büyük şehirleri’ de büyük şehidlerini yaşatırlar. Özellikle “bir zamanların büyük şehri” kaydını düştüğüm, şimdi sadece adı kalan; mânâsı, hafızası, tarihî şahsiyetleri, muhtevası kaybolmuş şehir Trabzon’dur. Büyük Şehid ise Ali Şükrü Bey…
·
Büyük şehir,
bugün büyük şehidini hatırlayamıyor, göremiyor.
·
Büyük şehid bir
zamanların büyük şehrine bugün kabrinden hüzünle bakıyor… · Büyük şahsiyetin katliyle birlikte büyük şehir de katledilmeye başlandı.
Tarihî hafızasını kaybetmemiş,
sildirmemiş, resetlememiş (karakter değiştirerek başkalaşmamış) olanlar için,
özellikle de Trabzon için Mart ayı hüzünlü bir aydır. Hüzünlü olduğu kadar
esrarlı bir aydır.
Niçin mi?
Bu tarihte, 91 yıl önce, kış mevsiminin son
haftalarında soğuk bir 27 Mart günü Ankara’da yeni rejimin devrim kanunlarının yırtıcı
yüzünü gösterdiği günlerde, Bizans entrikalarını aratan o meş’um zamanlarda 39
yaşında bir remz şahsiyet, rejim
şefinin imasıyla/işaretiyle vahşi bir şekilde katledildi. Bu şehid-i muazzez,
I. Mecliste İktidarı temsil eden Mustafa Kemal’in I. Grubuna karşı muhaliflerin
oluşturduğu II. Grubun öne çıkan şahsiyeti ve lideri Trabzon Milletvekili Ali
Şükrü Bey’di.
Katliâm, tarihin benzerini çok az
gördüğü bir entrikayla ‘iyi doldurulmuş
tetikçiler eliyle’ gerçekleştirildi. Meclisteki sesini, muhalefetini,
duruşunu durduramayanlar O’nu ancak şehid ederek durdurabildiler.
Ali
Şükrü Bey’in 27 Mart akşamı aniden kaybolması ve kendisinden haber alınamaması üzerine,
iki gün sonra Mecliste şiddetli bir konuşma yapan Erzurum Mebusu Hüseyin Avni
Beyin konuşmasında “Ali Şükrü’ye kıyan bilekleri keseceğiz. O bilekler isterse sırmalı
paşa bilekleri olsun’ dediğini ve “bu
sözlerin hala kulağında çınladığı”nı Ord. Prof. H.Veldet Velidedeoğlu “İlk
Meclis” isimli kitabında söyler.
Öyle bir şahsiyet ki; her hücresi iman
ve millet aşkıyla dolu bir feraset, basiret, celâdet numunesi.
23 Eylül 1921 Cuma günü Kayseri Ulu
Camii’de verdiği ve bir gün sonra (Mehmed Akif’in başyazarlığını yaptığı ve
Eşref Edip’in sahibi olduğu) Sebilürreşat Mecmuası’nn Kayseri’de basılan
nüshasında yayınlanan hitabesinin sonunda Ali Şükrü Bey şunları söyler:
Binaenaleyh
bugün hepimiz emr-i cihâd ile mükellefiz!... Emr-i İlâhi bu merkezdedir.
Unutmayalım ki, bizler asırlardan beri Hazret-i Peygamberin mübarek bayrağını
her türlü mühelliğe (helâk ediciliğe) karşı omuzumuzda taşıdık. Din-i İslamı
bugüne kadar kanımızla, malımızla, canımızla, hulasa her şeyimizle müdafaa
ettik. Pek haklı olarak ‘Alemdar-ı İslam’ nâmı aldık.
Her
halde bizler yine bu mübarek sancağı kemal-i şan ve şerefle omuzlarımızda
taşımak ve mukaddes dinimizi müdafaa ve taht-ı esarette bulunan kardeşlerimizi
kurtarmak hususunda o Emr-i İlahiyeye imtisalen son nefesimize kadar mücadeleye
devam edeceğiz!”
Böylesine bir iman ve mücadele ruhuna
sahip Ali Şükrü Bey niçin mi katledildi?
·
Ali
Şükrü Bey I. Meclis’e Trabzon milletvekili olarak katılmasından hemen sonra
göze çarpan hususiyeti; Mustafa Kemal’in diktatöryal tavırlarına karşı ilk
başkaldıran mebuslardan biri olması ve bu başkaldırısını alenen Meclis
kürsüsünde haykırdığı için katledildi.
·
Lozan’daki
kurtlar sofrasında peşkeş çekilen son Osmanlı toprağının acısını duyan ve bunu “Mehmetçiğin süngüsüyle kazanılan muazzam
zafer Lozan’da heba edilmiştir” diye meclis kürsüsünde haykırdığı için
katledildi!
İlginçtir ki, Lozan’da İngilizlerin tasallutu altında
süren görüşmeler Ali Şükrü Bey’in katledilişinden 4 ay sonra (24 Temmuz 1923)
imzalandı.
· İslâm Âleminin siyasî bütünlüğünün sembolü olan Hilâfetin kaldırılması için çevrilen oyunları bozmak için çırpındığı, feryâd ettiği, “ben hilâfetin fedaisiyim” dediği için katledildi!
Gene ilginçtir ki, tıkanan Lozan görüşmelerinin Hilafetin
kaldırılmasından (3 Mart 1924) 3 gün sonra, Ali Şükrü Bey gibi bir muhalifin de
ortadan kaldırılmasından sonra yeniden başlaması bir tesadüf müdür?
·
Tarihinin,
toprağının, medeniyetinin, insanının yeniden hayat bulması için “bilhassa manevî iz’amdan hissedar
olmaksızın, şereften, izzet-i nefisten mahrum bir halde yaşayan sefil bir esir
hayatına hayat nâmı verilebilir mi?” diyerek yaşanmaya değer bir iklimin mücadelesini verdiği için katledildi.
Böylesine büyük bir şehîd olan Ali Şükrü Bey’in katledilişinin 91. yıldönümündeyiz.
O, şehrinin zirvesindeki kabrinden
şehrinin bugünkü kaosunu, şehir insanının düştüğü seviyeyi mahzun bir şekilde seyrederken
herhalde kahroluyordur. Tıpkı şehrine 29 yıl hizmet veren ceddi Yavuz Sultan
Selim gibi;
Kuşe-i kabrimde dahi bî-karar eyler beni.” diyerek eleme garkoluyordur.
12 ocak 1920 günü açılan ve 16 Mart 1920 günü kapanarak sadece 64 gün
varlığını sürdürülebilen son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Trabzon Milletvekili
olan, daha sonra yakın arkadaşı Mehmed Akif’le birlikte Anadolu’ya geçerek 23
Nisan 1920 günü açılan I. Büyük Millet Meclisi’ne gene Trabzon Milletvekili
olarak katılan ve 27 Mart 1923’de vahşice katlettirilen Ali Şükrü bey sadece üç
yıl milletvekilliği yapmış; fakat bu üç yıl, 300 yıla sığdırılamayacak bir
atılganlık, yüreklilik, cesaret ve fedakârlıkla yaşanmış ve sonunda Allah’ın
ona bahşettiği şehadetle noktalanmıştır.
Daha önceki yazılarımızda hayatı ve ölümüne dair ayrıntıları
anlattığımız için bunları tekrarlamayacağız. Bugün kendisinin iftiharla temsil
ettiği şehri ne yazık ki onu hatırlamıyor bile. Çatısı altında bulunduğu
TBMM’nin Trabzon ve Trabzon’lu Milletvekilleri bile hâlâ onun isminden bile
çekiniyor, ona sahip çıkıyor görünmekten korkuyorlar.
O, şahsiyetiyle bugünkü siyasîlere örnek ve istikamet gösteriyor ama
bugünün siyasîleri O’nun şahsiyetine ilgisizlik veya hastalıklı bir vehimle
baktıkları için onu göremiyor.
Bugün, yer adları tekrar antik isimleriyle anılmaya başlamışken, şehirlerimizin
isimleri bile değiştirilip Seyit Rıza’nın ismi ve heykeli bile neredeyse Tunceli’nin
sembolü haline gelmişken, Trabzon Ali Şükrü Bey’in isminden ürküyor, korkuyor,
kaçıyor…
Şehrin
futbol takımı söz konusu olduğunda kabaran öfkenin takipçileri Ali Şükrü Bey’i hatırlamıyor bile…
Sen bu hale mi düşecektin Trabzon?
Bırakınız Ali Şükrü Beyi, devlet-i ebed müddet’in medeniyet şehri
Trabzon’da 29 yıl Valilik yapan, annesi Trabzon toprağında yatan Yavuz Sultan
Selim’in ismini bile (iddialarına rağmen) metropol ilçe belediyesine vermekten
korkan ve ‘Ortahisar’ ismiyle onu ayağa düşüren bir şehir (siyasî iktidar) Ali Şükrü Bey’e nasıl sahip çıkabilir? Çıkabilir
mi?
Şehrine sahip çıkan büyük şehidin ismine bile sahip çıkamayan evlâd-ı
nisyan!
Şehir, inşallah alzheimerli halinden
kurtulur da hafızasına sahip çıkar!Şehrine sahip çıkmak istiyorsa, şehidine de sahip çıkması lâzım!
Ali Şükrü Bey’i katlettiği iddia edilen Giresun’lu Topal Osman’a yakalanıp
öldürüldükten sonra, “vatana büyük emeği
geçti” gerekçesiyle, Giresun’un zirvesinde bir “anıt mezar” ve heykel yaptırılmıştır.
Ayrıca, “Topal Osman” ismi Giresun’un ve bazı İllerin cadde ve mekânlarına
verilirken, Ali Şükrü Bey’in kabri uzun süre mezbelelik halinde bırakılmış,
isminden bir vebalı gibi kaçılmıştır.
Bugün Boztepe’deki kabri adeta “kimse görmesin” endişe ve korkusuyla
sade bir biçimde duruyor. Peki niçin? Herhalde gelecek nesillerin “Ali Şükrü
Bey” ismini hatırlamaları bazı sorulara sebep olabilir ve cevapları da trajik
olabilir endişesiyle olsa gerek. Belki de Trabzon’da
bir mekâna “Ali Şükrü Bey” ismi verilmesi o mekânı aşarak gelecek nesillerde
belki bir “yakın tarih muhasebesi”ne sebep olabilir. Kimbilir!
Evet… Lozan’ın, hilâfetin,
tarihin, medeniyetin, iklimin, şahsiyetin hesabını sorduğu için katledilen Büyük
Şehîd’e 91. şehadet yıldönümünde rahmet, bize de şefaat…