4 Mart 2014 Salı

YANINDAKİ CANSEVER’İ GÖREMEYENLER “BİNLERCE CANSEVER” ARIYOR!

Yahya Düzenli

Eskilerin “belâ ağızdan çıkan söze bağlıdır” sözü, söz eğer bilinçli söylenmiş ise sonuçlarına katlanmayı göze almış bir cür’eti gerektirir. Fakat bilinçle değil de, şuursuz bir refleks halinde verilmiş bir tepki ise sonuçları çok daha vahim olur. Ancak, böyle bir vahim hal ortada iken bile işin vahametini görememek ve hâlâ “şark hamaseti”yle siyaset yapmak, hem de “şehir ve mimarî” gibi medeniyet tasavvurundan ‘dem vurmak’ ne yazık ki bir âmânın ‘künhüne vakıf olunmayan derinlik”e kendinden emin bir halde yol almasına benzer. Siyasilerimiz, kendilerini her şeyin “malik ve sahibi” zannettiği için “şehir, mimari ve medeniyet” derinliğine de dalmaktan kaçınmıyor. Düşeceği ironik durumu, tezatlarını vs. düşünmüyor. Ve bu hal giderek vazgeçilmez bir davranış biçimi olmaya devam ediyor.

Hele de “vahamet yüklü hamaset” Başbakan’ın ağzından “iftihar”a dönüşmüşse, ‘kerameti kendinden menkul’ ‘fahriyye’ irâd etmeye başlamışsa vay o memleketin haline! Çünkü iş artık mecraından kaymıştır. 

Ne demek istiyoruz? Sözü nereye getirmek istiyoruz?

Başbakan’ın bazı büyükşehirlerdeki “açılış”lar ve “şehir sempozyumları” vesilesi ile yaptığı konuşmalardaki rahmetli muhakkik mimar Turgut Cansever’e dair sözlerine değinmek istiyorum.

Başbakan, İstanbul/Esenler’de düzenlenen “Şehir Yazarları ve Akademisyenleri Toplantısı”nda şunları söylüyor: 

"İstanbul'a belediye başkanı olduğumuz zaman, İstanbul'da benden önceki belediye başkanı arkadaşlarımızın verdiği emsal neydi, biliyor musunuz? 13-15 emsalin verildiği bir şehir ne olur, betondan başka ne olur. O zaman 3 emsal vermek istediğimde çok ciddi eleştiriler aldım ama 3'e indirdik. Şimdi de maalesef açlar, oburlar, doymayanlar bu 3 emsali arkadan, sağdan, soldan nasıl dolanarak plan notlarıyla oynamak suretiyle 5'e, 6'ya, 7'ye çıkarabiliriz bunu yapıyorlar. Ve plan notlarıyla şu anda buralara bunu tırmandırabiliyorlar. İşte bunlar şehirlere ihanet ediyorlar" diyor ve devam ediyor:

“Hassasiyetimiz şu olmalı, insan ne ise şehir odur, şehir ne ise insan odur. O kaybettiğimiz neyse, yitirdiğimiz ne ise, bizim öncelikle onu fark etmemiz, onu bulmamız ona yeniden sahip olmamız gerekiyor"

Bunlara eyvallah! Ancak, bunları söyleyen “muktedir olmayan” bir iktidarın Başbakan’ı mı yoksa muhalefette bir siyasî lider mi? Yoksa olmayan muhataplarına serzenişte bulunan bir mülk sahibi mi?  

Medeniyetimizin coğrafî tecellilerinin en kâmil şehirlerinden birisi olan İstanbul’da, son 12 senelik Ak Parti iktidarında hızla yükselen rezidanslar, AVM’ler, plazalar ve gökdelenlerin gölgesinde bunları söylemek gerçekten ilginç ve müthiş! Acaba şehir yazarları ve akademisyenlerin önünde bunları söylemek “yaptıklarının farkında olmayan” bir iktidarın halisünasyonları mı?

Aynı programda Başbakanın yazımızın başlığını çıkardığımız bir cümlesi daha var ki, idrak ve irfanımız tutuluyor!

Şöyle devam ediyor Başbakan:

"Bize bir tek Mimar Sinan yetmez, onlarca yüzlerce Mimar Sinan'a ihtiyacımız var. Allah rahmet etsin. Bize bir tek Turgut Cansever yetmez. Bizim binlerce Turgut Cansever'e ihtiyacımız var. Bu milletin ruhundaki ışığı, umudu, heyecanı çoğaltacak gönül mimarlarına ihtiyacımız var. Eseri inşa ederken o esere gerçekten o ruhu verecek mimarlara ihtiyacımız var. Millet olarak bizim ruhumuzda bu ışık ziyadesiyle mevcut. Bizim bu ışığı bulacak bu ışığı canlandıracak ruhtaki o medeniyet hücrelerini diriltecek, ellerinden tutup kaldıracak bir ufka, böyle bir özgüvene ihtiyacımız var. Betonun, asfaltın, çimentonun, kaldırım taşının, mevzuatın içinde kaybolmuş değil, bu aziz milletin tarihindeki şehir medeniyetini kavramış, o medeniyeti her bir taşa yansıtmaya çalışan belediye başkanlarına ihtiyacımız var."

İşte bizi dehşete düşüren, çıldırtan ifadeler de bunlar! Sözlere bütünüyle katılıyoruz. Ancak bu sözleri söyleyen Başbakan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken rahmetli Cansever’in feryâdlarını duymuş; tespitlerine, tekliflerine kulak vermiş midir? Hayır!  İktidarının ilk yıllarında randevu talebine bile 3 ayda cevap alabilen Turgut Cansever’in kendisine sunduğu “yeni şehirler nasıl kurulur” muhtevalı iki kitap-raporun akıbeti ne olmuştur? (Bu konuyla ilgili hazırladığım uzun bir belgesel yazımı daha sonra yayınlayacağım.)

12 yıllık tek parti iktidarında tartılıp sayılabilen, ölçülüp biçilebilen büyük işlere imza atan Başbakan, esefle ifade edelim ki “eğitim, kültür, kadın-aile ve özellikle de ŞEHİRCİLİK’te hiçbir mesafe kat etmediği gibi, donuklaşmanın da ötesinde hiçbir tarz, model geliştirememiş, şehirlerimizin kaotik bünyesi “Kentsel Dönüşüm” ve TOKİ uygulamalarıyla yeni kaoslara zemin hazırlamıştır. Siyasîlerin oy için, bürokratların ek gösterge için, müteahhitlerin de rant için yarıştığı, hatta meydan muharebesi verdiği bir iklimde gerçek “misyon adam”larına tahammül edilebilir mi?

Başbakan doğru söylüyor: “Bize binlerce Turgut Cansever lazım!” Peki yanınızda iken göremediğiniz, idrak edemediğiniz, 89 yıl varlığını hissedemediğiniz Cansever’i vefatından beş yıl sonra mı hatırlayabildiniz? Keşke böyle olsa! Buna da razıyız. Başbakanın sözlerinin hiçbir reel karşılığı yok. Ne Cansever’i okuyacak ve anlayacak kadroları, ne de uygulayacak çevre ve şehircilik politikaları mevcut. Bu sözler sadece “günün anlam ve önemi”ne binaen irâd edilmiş hamasî cümleler!

İçimiz yandığı için bunları yazıyoruz. Hele de Cansever’in önemine vurgu yapan bir Başbakan olursa anlayın artık!

Peki, bu müthiş iktidar gücüne rağmen niçin Cansever’e kulak verilmemiştir? Niçin Cansever yok sayılmıştır? Bu soruların cevabını Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, TOKİ, Belediye Başkanları ve ‘kifayetsiz muhteris’ müteahhitler mi verecektir?

“Ormanımdan yaş kesenin başını keserim” diyen bir İstanbul Fatih’inin ruhaniyeti altında şehrin ruhuna musallat olmuş virüsler yükselirken, “bin Cansever’e ihtiyacımız var!” demek ne kadar inandırıcıdır?

Biz bu medeniyet, tarih, ihtişam, şehir vurgularının ‘konjonktür’ gereği yapılmadığına inanmak istiyoruz ama nafile! Aradan 12 yıl geçti. 12 yılda bir ülkenin şehirleri ‘yeniden ihya’ edilebilecek iken, ne acıdır ki ‘yeniden imha’ ediliyor!

Rahmetli Cansever’le ilgili sorulan bir soruya Prof. S. Seyfi Öğün şu cevabı veriyor:

“…Turgut Bey bir üslup abidesiydi, onu söyleyebilirim. Zaten kayıtlardan konuşmalarından onu çıkartıyorsunuz. Turgut Beyin günlük hayatı da oydu. Ev hayatı da oydu. Bunun şahidi benim. Herkesle kurduğu ilişki buydu. O zarafet üzerinden bu ilişkiyi kuruyordu. Bu da belki günlük hayatın esnekliği itibariyle kıymetli bir şey olabilir. Ama bütün bunlardan münezzeh bir nezaketti onunkisi. Turgut Bey en ağır lafları ediyordu o nezaketin içerisinde, en kaldırılmayacak lafları ediyordu. O kadar ki, ben onunla yaptığım bir sohbetin ağırlığını üç gün sonra filan çözüyordum. Bana bir laf etmiş oluyordu, çok ağır bir laf, hakaret anlamında değil, kabul edilmesi zor bir fikri yüklemiş oluyordu onun içerisinde. Böyle bir insandı. Tabi bu insanın anlaşılması çok zordur….belediyeler üstelik mesleki olarak da mimar falan olan insanlar, Turgut Bey gibi bir insanı tabi ki anlamadılar. Randevu bile vermediler, bunu söyleyebilirim. Utanmadan bir de cenazesine gelip orada ah vah ettiler. Onu da gördük. Allah’a havale ediyoruz.

Çünkü Turgut Bey, son on, on beş senesinde hiç o güne kadar yapmadığı bir şeyi yapmıştı. Onun dosyaları hâlâ duruyor. Yaklaşan depremi görmüştü. ‘99 depremini görmüştü, hatta ‘96 senesinde ben onu Bursa’ya çağırdım, bir konferans vermesini istirham ettim, kabul buyurdular. Yalnız dedi ki, ‘ben belediyeyle görüşmek istiyorum, bana bir randevu ayarlayabilir misin?’. ‘Üstadım ne demek’, hemen bulduk buluşturduk… Belediyeye götürdük. Belediye başkanının yüzüne şunu söyledi: ‘Bakın deprem geliyor, az kaldı, Marmara belediyeleri birlikte hareket edelim, ben bir platform oluşturuyorum, lütfen hemen harekete geçelim.’ Tabii hocam yaparız ederiz dediler, ilgilenmediler. Hâlbuki bütün fizibilite raporlarıyla birlikte vermişti, çok ucuza bu işi nasıl mal edebiliriz, nüfus ağırlığını dağıtabiliriz diye fakat Turgut Bey’in en son Zeytinburnu projesinde belediye reisleri tarafından nasıl nahoş muameleye maruz olduğunu biliyoruz…”

Öğün’ün anlattığı sadece acı bir örnek.

Türkiye 12 yıl önce yakaladığı şehircilik fırsatını “ganimete” çeviremedi, yâni şehirlerini mâmur edemedi. Cansever gibi bir “Yaşayan Sinan”ı ıskaladı, göremedi, belki de ağırlığına tahammül edemedi.

Şimdi ise Başbakan’ın ağzından ona “medhiyeler” dökülüyor!

İnşallah bu medhiyeleri hem kendisi hem de ilgililer “uyarı kabul eder! Ama nafile!  
Sözü, XVII. Yüzyılda yaşayan bir irfan-hikmet adamı olan Koçi Bey’in önce Padişah IV. Murad ve sonra Sultan İbrahim’e takdim ettiği “Risale”sinden günümüz için anlamlı bir cümleyle bitirelim: “… O çeşit kimseler ise dünya ahvâlini bilmedikleri halde tâzeliğe ve pâdişahın iltifatına mağrur olarak bilgili kimselere sormağa da tenezzül etmediler. Gafletleri son haddinde olmakla âlemin düzeni bozuldu.”


Şehirlerimizde hızla yaygınlaşan ve Koçi Bey’in tabiriyle “zararı bulaşıcı bir bid’at” haline gelen rezidans, avm, plaza, gökdelen ve “kentsel dönüşüm” uygulamalarını gördükçe, bin Cansever ihtiyacında olan bir iktidarın bir Cansever’i farketmemiş olmasını  affedilir bir hata kabul edebilir miyiz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder