Yahya Düzenli
Her canlı, her şey Yaratıcı’nın tayin
ettiği fıtrat üzerine doğar. Bu fıtrata yapılan her müdahale onu aslından
uzaklaştırır, kendine yabancılaştırır.
Fıtrat; yani yaratılış, hilkat, tabiat…
“Fıtrat” sadece insana mahsus değil,
yaratılmış olan her şeyin aslı, varlığın özü…
Müdahale edilmemesi, zıtlıklar içindeki ahenginin bozulmaması, korunması
gereken ‘emanet’.
Emaneti kabul eden insan haddini aşarak,
ihtiras ve azgınlığının yönlendirmesiyle emanete ihanet ediyor, hem kendinin
hem de kendisine emanet edilenlerin fıtratını bozuyor.
İnsanoğlu, sadece kendi fıtratına
yabancılaşmıyor, sadece kendi fıtratını bozmuyor. Fıtratındaki “zalim ve cahil”
potansiyel harekete geçince karşısına çıkan her şeye saldırıyor, bozuyor,
yakıyor, yıkıyor, yok ediyor.
Hele de “güç zehirlenmesi”ne yakalanmışsa,
artık önüne çıkan her şeye karşı ölçüsüzce, fütursuzca saldırıyor.
İnsan, bazı mahlûkların bazı renkleri
gördüklerinde öfkelenip saldırmaları gibi, güç
zehirlenmesinin verdiği ‘Aşil
sendromu’yla tabiatı kendisine saldırı hedefi haline getirdi.
Dağ, vadi, dere, genelde tabiat Allah’ın
“sânî” (sanatkâr) isminin tecellisi olarak temaşa edilmesi gerekli
varlıklardır. Ki, bunun ayet-i kerîme’deki bir ifadesi şöyledir: "Sen dağları görürsün
de, yerinde durur sanırsın. Oysa onlar bulutun yürümesi gibi yürümektedirler.
Bu, her şeyi sapasağlam yapan Allah'ın sanatıdır. Şüphesiz ki O,
yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır."
Müslüman duyarlılığı olanların bu mutlak
kelâmın idrakinde olamadıklarından korkarım! Allah’ın sanatına yaklaşımın nasıl
bir insanî ölçü gerektirdiğini varın düşünün!
Bu genellemelerle ne demek istiyoruz ?
“İnsana müsahhar kılınmış” tabiat
insanın eliyle tahrip ediliyor, katlediliyor.
Ülkemizin en bâkir ve muhteşem
vâdilerinden birisi olan Of-Çaykara vadisine “âb-ı hayat” veren Solaklı
Deresi'ni takip ederek kaynağına yakın yere kadar sergilenen çirkinlikleri
gördüğünüzde, HES şehveti’yle tabiata saldıranların tahribatının ne kadar
korkunç olduğunu tahmin edemezsiniz.
İnsanın kontrolden çıkınca nasıl korkunç
bir “fıtrat bozucu yaratık” olduğunu Solaklı Vadisi’nde görebilirsiniz. Vadi ve
dere sanki başka galaksiden gelen yaratıklar tarafından mahvedilmiş.
Bu mahvediş küfrân-ı nimettir, fıtratı bozmaktır.
Fıtrata müdahalenin insanoğlunun en
korkunç bir fiili olduğunu görmek/anlamak için Doğu Karadeniz’in vadilerini
yaran, hayat damarlarını kesen HES’lere bakmak yeter.
Masum bir “enerji ihtiyacı” gerekçesiyle
izah edilemeyecek tabiatın fıtratını bozucu bu saldırganlığın asla izah
edilebilir, anlaşılabilir bir tarafı yok.
Yeryüzünde var olan dengeyi bozmakta
mahir insanoğlunun bu ihtiras ve şehvetinin önünde hiçbir güç duramıyor.
Anadolu’nun akciğerlerinin önemli bir
parçası niteliğindeki Trabzon’un muhteşem tabiatına musallat olan HES’ler, enerji baronlarının iştahını daha da kabartıyor.
Bir vadinin, bir havzanın fıtratı
bozuluyor. Fauna, flora yok ediliyor. Savunmasız hayatlar saldırganların
insafsızlığına terkediliyor, enerji baronlarının iştahına kurban ediliyor.
Yaklaşık 40 km’lik Solaklı Deresi üzerinde
31 HES kurulmuş. Bu bir vahşet! Trabzon’daki toplam HES’lerin % 25’i Solaklı
deresi üzerinde yapılmış/yapılıyor. “Dere” diyebileceğimiz vadinin hayat suyu
yok artık. Solaklı artık solan bir vadi!
“Güç zehri”yle saldırılan şehirlerden
sonra artık katliam vadilere uzandı. İnsanoğlu’nun bu meş’um eli artık bâkir
tabiata, muhteşem vadilerimize musallat oldu!
Hem de “yerli görünümlü”, “medeniyet
iddialı” bir iktidar zamanında. Çevre ve
tabiat, bu zihniyetin tahrip gücü yüksek HES’lerinin kurbanı haline getirilmiş.
Vadi’nin can damarı olan Solaklı Deresi'nin önce suyu kesiliyor, sonra yatağı
hızla dolduruluyor. Bir süre sonra da artık “burada
bir zamanlar Solaklı deresi vardı!” sözüne kimse inanmayacak.
Bütün bir canlı hayatı korumakla görevli
insanoğlu, vadide kendisinden başka hiçbir canlıya hayat hakkı tanımıyor.
Nebatat ve mahlûkatı katlediyor. Yaşamlarının bağlı olduğu suyu yok ediyor,
kısa vadeli kâr ve kazanç şehvetine kurban ediyor.
Derler ki; tabiattaki bazı hayvanlar,
özellikle de kediler yavruları doğduktan bir süre sonra eğer onlara insan eli
değerse yavrularını terk ederler. Çünkü onlara “yabancı” bir el dokunmuş ve
kendi yavrusunun kokusu yok olmuştur. Yavrular analarına yabancılaştırılmıştır.
Bazı kuşlar da yeni yavruladıkları zaman
yuvalarına herhangi bir insan eli değerse, yavrularını terk edermiş.
Solaklı Vadisi'ni de artık sadece
kuşlar, balıklar, çeşitli hayvanlar değil insanlar bile terk edecek! Tıpkı
antik zamanlardan günümüze kalmış, üzerinde hiçbir canlının yaşamadığı
kalıntılar gibi…
Orman ve Su İşleri Bakanı bir süre önce
İstanbul’da “HES’lere karşı çıkanları
anlamadığı”nı belirterek “Gidip
Solaklı’ya baksınlar” demişti. Anlayabilseydi vadiyi nasıl mahvettiklerini
de idrak edebilirdi ama nafile. Çünkü böyle bir idrakten yoksunlar! Bu
zihniyete göre; HES’lere karşı çıkanların tamamı marjinal, sol gruplar!
Ne yazık ki suyun “bu yakası”ndan da
hiçbir ses çıkmıyor, tepki gelmiyor. Bazı masum köylülerin karşı çıkışları bile
siyasî,
ideolojik tepkiler olarak algılanıyor!
Bütün meseleleri “ideolojik” temellendirmeler
üzerine bina ettiğim için HES’lere de her kesimden önce müslümanca duyarlılığı olanların karşı çıkması gerektiğine
inanıyorum. Kim bilir, benim itirazlarımı bile iktidarın bir siyasî kripto
uzmanı “niyet okuma” ile asla ait olmadığım bir ideolojik referans dünyasının
itirazları olarak düşünebilirler!
Önemli olan “gerektiği yerde gerekeni yapabilme”dir. Bir gün gelir, tabiatın
karnını deşenler, derelerin suyunu kurutanlar, iş işten geçtikten sonra olsun, göğüslerinin
sol tarafında bulunan et parçasında bir sızı, bir acı duyabilecekler midir
acaba?
Hiç zannetmiyorum. Çünkü bir dağın
yürüdüğüne inanmak mümkün ama, bu enerji baronlarında “insanî bir öz”ün bulunduğuna
inanmak imkansız!
Tabiatın fıtratına karşı işlenen
cinayetleri “marifet” olarak sunan bir anlayış karşısında insanın idraki
donuyor! Tam da “şecaat arzederken
sirkatin söyleyen” türden bir kahramanlıkla karşı karşıyayız!
İnsanı parça parça kesip öldürüp sonra
parçalarını bir araya getirip, üzerine elbise giydirerek “bu insandır” demek ne
ise Orman ve Su İşleri Bakanı’nın örnek gösterdiği Solaklı Vadisi’nin hali de
o.
Solaklı sadece bir sembol, bir örnek. Ülkemizin
daha birçok bölgesinde Solaklı gibi HES’lere kurban verilen nice vadiler, nice
dereler bulunuyor.
Unutmamalı ki; “Yeryüzü bize dedelerimizin
mirası değil, torunlarımızın emanetidir.” Onların hayatlarına kasteden,
geleceği israf eden, tabiatı imha eden HES ve benzeri terminatörler
vadilerimizi terk etmedikçe, onları besleyen kaynaklar kurutulmadıkça
geleceğimizde sadece kasvet ve kaos olacaktır!
Bir hikmet adamının söylediği gibi “fıtrata
müdahale isyandır. İsyanın karşılığı da belâ ve helâktır.”
Doğu Karadeniz’in birçok vadisinde
özellikle de Of/Çaykara vadisinde birçok kez yaşanan doğal afetler de, tabiatın
fıtratına yapılan müdahalelerin bir sonucudur.
"Hafıza-i
beşer nisyan ile maluldür”, ama
tabiat, kendine yapılan zulmü asla unutmaz.
Allah bizi, aramızdaki fıtrata müdahale
eden aymazların yüzünden gelecek belâ ve helâktan korusun!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder