4 Ağustos 2014 Pazartesi

ŞEHİR İNTİHARA ZORLANIYOR!


Yahya Düzenli

Marco Polo, 13. yüzyılda Uzak Asya’ya yaptığı seyahatte gördüğü şehirleri anlatırken ilginç tablolar aktarır. Venedik’ten çıkıp 17 yıl kaldığı Moğolların ülkesini ve yaşama biçimlerini anlattığı notlarında, kendi yaşadıkları şehirlerden başka bütün şehirlere musallat olan Moğolların inanışlarına da yer verir. Bunlardan birisi, Moğolların şehirlerden korktuklarına dairdir: “Moğollar istila edecekleri zaman şehre girmek istemezlerdi. Ordugâhlarını şehir dışında kurar, ateşler yakar ve sonra saldırırlardı. Çünkü şehirlerin şahsiyetlerini bozacağına, tabiatlarını ve alışkanlıklarını değiştireceğine inanırlardı.” Moğolların şehir yıkımlarının bu inanıştan kaynaklandığını söyler Marco Polo.

Modern zamanlarda şehirlere musallat olan GDO’lu “şehir Moğolları” da herhalde bir gen sıçramasıyla olsa gerek şehirlerimizin karakterini bozmakla kalmıyor, şehirlerimizi hayata bağlayacak hiçbir bağ bırakmayarak ruhen ölüme sürüklüyor.

Bu istilacılar bazen politikacı, bazen yerel yönetici, bazen müteahhit, bazen de toplu konut inşacısı kimliğiyle karşımıza çıkıyor.

Bunların Moğol istilacılarından iki farkı var:

Bir; ordugâhlarını şehir içinde kuruyorlar. İki; istila edilecek şehirlerin rant haritasını Bakanlık koridorları, rezidanslar ve finans merkezlerinde hazırlıyorlar.

Şehrin istilâsına böyle başlanıyor ve şehir de giderek kimliğinden dışlanarak varlık hikmetinden mahrum ediliyor.

Farkında olunsun veya olunmasın şehirlerimiz birer birer intihar ettiriliyor. Yavaş yavaş, hissettirmeden, farkına varılamayan, tedricî bir intihar bu. Bu durumdan dolayıdır ki, bu intiharı göremiyor ve karşısında ne yazık ki hayret bile edemiyoruz!

Hayret edebilsek, “şehrin niçin intihar ettiği” üzerinde düşünebilirdik.

Kendine yabancılaştırılan, kendini tanıyamaz hale gelen şehrin intiharıdır bu! Başta İstanbul olmak üzere tüm şehirlerimize musallat bir modern zaman hastalığıdır intihar artık.

Aslında ülke olarak modern zaman kronolojisinde bulunurken “modern zaman”larda yaşamıyoruz. “Modern zaman” bizim gibi ülkeler için oldukça fantezi ve tartışmalı bir zaman nitelemesi. Çünkü alt yapısını tamamlamış, varoluşunu bu yönde sürdürebilen ülke ve şehirler için modern zamanlar söz konusudur. Biz hâlâ Ortaçağ’ın tam ortasındayız.

Hacı Bayrâm-ı Velî “Nâgehan ol şâra vardım. Ol şârı yapılır gördüm. Ben dahi bile yapıldım taş u toprak âresinde” diyordu. 600 yıl önce insanı şehre benzeten ve onun kalp hakikatine vurgu yapan büyük Velî’ye modern zamanlarda bir şehir terminatörüne dönüşen insanoğlu “Ben dahi bile yıkıldım taş u toprak âresinde” diye cevap bile veremiyor. Çünkü taş u toprak yok artık. Toprağı kirletti, kendini kirletti, en nihayet tabiatına uygun şehri yok etti insanoğlu.

Bir zamanlar insana ve medeniyete dair canlı cansız tüm varlıklara hayat veren şehirlerimizin intiharı kimileri için “yeni bir şehir doğuşu” zannedilebilir. Nitekim de öyle. “Kentsel dönüşüm”, “Marka şehirler”, “Dünya kenti”, “Avrupa Kenti” gibi komplekslerle malûl altı boş parlak lafları perde yapan “kifayetsiz muhteris” siyasîler ve yöneticiler elinde şehirlerimiz intihar etmesin de ne yapsın.

Şehircilerin söylediğine göre modern zaman şehirlerinin megakent olarak tümörleşmelerinin ardından şehirde tanımlanamayan virüsler üremiş. Şehir bir süre bu virüslerle yaşamaya alışmış. Bir süre sonra virüs çeşitliliği artıp şehrin her tarafına yayılınca şehir kendini bunlara teslim etmiş.

Uzun süredir tümörleri artan şehirlerimize de musallat olan bakteriler (AVM, Rezidans, Plaza, Gökdelen, Toplu Konutlar, vs.) giderek tanımlanamayan virüslere dönüşüyor. Bunlarla yaşamaya alıştırılmış olmanın hissizliği altında hiçbir insanî tepki veremiyoruz.

Bir zamanlar şehirlerimiz sakinleriyle, sakinler de şehirleriyle iftihar ederdi. Şimdilerde şehir içindekilerle, içindekiler de şehirle birlikte intihar ediyor.

Şehrin intiharı artık bir yaşama biçimi.

Üstad Necip Fazıl günümüzden 70 yıl önce, şahsiyetini kaybetmiş, intiharın eşiğine gelmiş şehirlerimize dair şunları söylüyordu: “Şahsiyetini kaybetmiş cemiyetlerde, benliğini kaybetmiş şehir tipleri, gözle görünür ve elle tutulur birer misâl teşkil ediyor. O zaman şehirler hiçbir tarafı kendisine ait olmayan yamalı bohçalar halinde şunun bunun şahsiyet kırpıntılariyle dolduruluyor. Bu hal, hele son çeyrek asırdan beri bize ne kadar belli!”

Günümüzde Batılı bir bilim adamı “şehirleriniz giderek devleşiyor. Asıl sorun bir şehri nasıl yöneteceğinizdir” diyor.  

Yönetilemeyen, intihar şartları olgunlaşan ve ruhu kendisini terk etmiş şehirlerimizin intihardan başka çaresi kalmadı.  

Şehir, kendisine bir sırtlan şehvetiyle saldıranlara intihardan başka cevap veremiyor.

Şehirlerimiz o hale getirildi ki intihar bile azap çekmekten daha makul bir hale geldi!

Tarih, antik zaman nekropollerini anlattığı gibi modern zaman şehirlerinin istilâcılarını ve intiharını da yazacak.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder