Yahya Düzenli
Marco Polo, 13. yüzyılda
Uzak Asya’ya yaptığı seyahatte gördüğü şehirleri anlatırken ilginç tablolar
aktarır. Venedik’ten çıkıp 17 yıl kaldığı Moğolların ülkesini ve yaşama biçimlerini
anlattığı notlarında, kendi yaşadıkları şehirlerden başka bütün şehirlere musallat
olan Moğolların inanışlarına da yer verir. Bunlardan birisi, Moğolların
şehirlerden korktuklarına dairdir: “Moğollar
istila edecekleri zaman şehre girmek istemezlerdi. Ordugâhlarını şehir dışında
kurar, ateşler yakar ve sonra saldırırlardı. Çünkü şehirlerin şahsiyetlerini
bozacağına, tabiatlarını ve alışkanlıklarını değiştireceğine inanırlardı.” Moğolların
şehir yıkımlarının bu inanıştan kaynaklandığını söyler Marco Polo.
Modern zamanlarda şehirlere
musallat olan GDO’lu “şehir Moğolları” da
herhalde bir gen sıçramasıyla olsa gerek şehirlerimizin karakterini bozmakla
kalmıyor, şehirlerimizi hayata bağlayacak hiçbir bağ bırakmayarak ruhen ölüme
sürüklüyor.
Bu istilacılar bazen
politikacı, bazen yerel yönetici, bazen müteahhit, bazen de toplu konut
inşacısı kimliğiyle karşımıza çıkıyor.
Bunların Moğol
istilacılarından iki farkı var:
Bir; ordugâhlarını şehir
içinde kuruyorlar. İki; istila edilecek şehirlerin rant haritasını Bakanlık
koridorları, rezidanslar ve finans merkezlerinde hazırlıyorlar.
Şehrin istilâsına böyle başlanıyor ve
şehir de giderek kimliğinden dışlanarak varlık hikmetinden mahrum ediliyor.
Farkında olunsun veya olunmasın
şehirlerimiz birer birer intihar ettiriliyor. Yavaş yavaş, hissettirmeden,
farkına varılamayan, tedricî bir intihar bu. Bu durumdan dolayıdır ki, bu
intiharı göremiyor ve karşısında ne yazık ki hayret bile edemiyoruz!
Hayret edebilsek, “şehrin niçin intihar
ettiği” üzerinde düşünebilirdik.
Kendine yabancılaştırılan, kendini
tanıyamaz hale gelen şehrin intiharıdır bu! Başta İstanbul olmak üzere tüm
şehirlerimize musallat bir modern zaman hastalığıdır intihar artık.
Aslında ülke olarak modern
zaman kronolojisinde bulunurken “modern zaman”larda yaşamıyoruz. “Modern zaman”
bizim gibi ülkeler için oldukça fantezi ve tartışmalı bir zaman nitelemesi. Çünkü
alt yapısını tamamlamış, varoluşunu bu yönde sürdürebilen ülke ve şehirler için
modern zamanlar söz konusudur. Biz hâlâ Ortaçağ’ın tam ortasındayız.
Hacı Bayrâm-ı Velî “Nâgehan ol şâra vardım. Ol şârı yapılır gördüm. Ben dahi bile yapıldım
taş u toprak âresinde” diyordu. 600 yıl önce insanı şehre benzeten ve onun
kalp hakikatine vurgu yapan büyük Velî’ye modern zamanlarda bir şehir
terminatörüne dönüşen insanoğlu “Ben dahi
bile yıkıldım taş u toprak âresinde” diye cevap bile veremiyor. Çünkü taş u toprak yok artık. Toprağı
kirletti, kendini kirletti, en nihayet tabiatına uygun şehri yok etti
insanoğlu.
Bir zamanlar insana ve medeniyete dair
canlı cansız tüm varlıklara hayat veren şehirlerimizin intiharı kimileri için
“yeni bir şehir doğuşu” zannedilebilir. Nitekim de öyle. “Kentsel dönüşüm”,
“Marka şehirler”, “Dünya kenti”, “Avrupa Kenti” gibi komplekslerle malûl altı
boş parlak lafları perde yapan “kifayetsiz muhteris” siyasîler ve yöneticiler
elinde şehirlerimiz intihar etmesin de ne yapsın.
Şehircilerin söylediğine göre modern
zaman şehirlerinin megakent olarak tümörleşmelerinin ardından şehirde tanımlanamayan virüsler üremiş. Şehir
bir süre bu virüslerle yaşamaya alışmış. Bir süre sonra virüs çeşitliliği artıp
şehrin her tarafına yayılınca şehir kendini bunlara teslim etmiş.
Uzun süredir tümörleri artan şehirlerimize
de musallat olan bakteriler (AVM, Rezidans, Plaza, Gökdelen, Toplu Konutlar,
vs.) giderek tanımlanamayan virüslere
dönüşüyor. Bunlarla yaşamaya alıştırılmış
olmanın hissizliği altında hiçbir insanî tepki veremiyoruz.
Bir zamanlar şehirlerimiz sakinleriyle,
sakinler de şehirleriyle iftihar ederdi. Şimdilerde şehir
içindekilerle, içindekiler de şehirle birlikte intihar ediyor.
Şehrin intiharı artık bir yaşama biçimi.
Üstad Necip Fazıl günümüzden 70 yıl önce,
şahsiyetini kaybetmiş, intiharın eşiğine gelmiş şehirlerimize dair şunları
söylüyordu: “Şahsiyetini kaybetmiş
cemiyetlerde, benliğini kaybetmiş şehir tipleri, gözle görünür ve elle tutulur
birer misâl teşkil ediyor. O zaman şehirler hiçbir tarafı kendisine ait olmayan
yamalı bohçalar halinde şunun bunun şahsiyet kırpıntılariyle dolduruluyor. Bu
hal, hele son çeyrek asırdan beri bize ne kadar belli!”
Günümüzde Batılı bir bilim adamı “şehirleriniz
giderek devleşiyor. Asıl sorun bir şehri nasıl yöneteceğinizdir” diyor.
Yönetilemeyen, intihar şartları
olgunlaşan ve ruhu kendisini terk etmiş şehirlerimizin intihardan başka çaresi
kalmadı.
Şehir, kendisine bir
sırtlan şehvetiyle saldıranlara intihardan
başka cevap veremiyor.
Şehirlerimiz o hale
getirildi ki intihar bile azap çekmekten daha makul bir hale geldi!
Tarih, antik zaman
nekropollerini anlattığı gibi modern zaman şehirlerinin istilâcılarını ve intiharını
da yazacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder