21 Temmuz 2009 Salı

SARAYBOSNA'DAN GÖRÜNEN TRABZON

Yahya DÜZENLİ
düzenliyahya@gmail.com


“Şehir körlüğü”; şehirde yaşayan insanların müptelâ olduğu bir ‘görme bozukluğu’dur. Aslında “işletme körlüğü” olarak modern yönetim sistemlerinde sözkonusu edilen bu kavramın tam oturacağı, çok şeyleri izah edeceği alanlardan birisi “şehir”dir. Şehrin içerisindekilerin, belli bağışıklıklardan dolayı göremediği yanlışların, ‘ârıza’ların dışarıdan bir bakışla görülebileceğini içeren bir kavram “şehir körlüğü”…

Biz bu yazımızda, konuyu kavramın işaret ettiği negatif bakış açısıyla değil de pozitif yâni, şehrin içerisindekilerin “göremedikleri” anlamında, eski deyimle ‘mefhum-u muhalif:kavramın zıt anlamı’yla kullanacağız. Şehrimiz Trabzon’u, şimdi oldukça uzakta bir tarihî Osmanlı coğrafyasından gören mimarlık öğrencilerini sözkonusu edeceğiz. Daha doğrusu onların bir kez geldikleri ve ‘gördükleri’ Trabzon’la ilgili cümlelerini…

KTÜ mimarlık bölümünce H. İbrahim Düzenli’nin koordinatörlüğünde “Karadeniz Teknik Üniversitesi ve Sarayevo Üniversitesi Mimarlık Fakültelerinin Sarayevo ve Trabzon’da Yaptıkları Ortak Mimari Proje Atölye Çalışması” kapsamında karşılıklı olarak gerçekleştirilen Trabzon ve Saraybosna ziyaretlerinden sonra yayınlanan “Bir Mimari Deneyim: Trabzon ve Sarajevo’da Mahalle” isimli muhteşem kitapta, Boşnak öğrencilerin Trabzon’la ilgili tesbitlerinden kesitleri yorumsuz aktaracağız. Belki “nasıl bir şehre sahip olduğumuz” konusunda kendimizi bir daha test ederiz, tahkim ederiz. Sadece şehrimizin değil, insanımızın da bazı özelliklerinin farkına varırız.

Bir kez daha hatırlatmakta fayda var: Fatih Sultan Mehmed tarafından 1453 yılında İstanbul, 1461 yılında Trabzon ve 1463 yılında da Saraybosna fethediliyor ve onn yıl içerisinde bu üç ‘muhteşem belde’ Osmanlı mülküne katılıyor.

Saraybosna, Trabzon için sıradan bir şehir, sadece “şehirlerden bir şehir” değil. Niçin? Çünkü; Saraybosna XV. Yüzyılda Osmanlı’nın batıdaki en uç ve müzeyyen şehri; Trabzon doğudaki en uç ve müzeyyen şehri…

Fethinden 445 yıl sonra Avusturya tarafından 1908’de, işgal edilen Bosna-Hersek’in işgalinin Trabzon’da duyulması üzerine 10 Kasım 1908’de “Avusturya ve Bulgar mallarını kullanmamak ve Avusturya vapurlarına yük alıp vermemek üzere Trabzon halkı tarafından boykot kararı” alınıyor ve protestolar başlıyor. Aslı Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan boykota ilişkin bu belge, Trabzon Belediyesi’nin yayınladığı “Osmanlı Belgelerinde Trabzon” adlı kitapta görülebilir.

Çok ilginçtir ki modern zamanların en önemli ve etkili protesto şekli olan “ticari malları boykot” Osmanlı döneminde duyarlı Trabzon halkının kullandığı önemli bir yol olarak karşımıza çıkıyor. Bu boykot ticarî bir boykottan çok daha ileri bir “işgalci zihniyet boykotu”dur.

Diyeceğimiz o ki; Trabzon’la Bosna-Hersek arasında bir tarih-medeniyet, bir kalp koridoru olduğu gibi bir organik koridor da bulunuyor. Ve de ekleyelim ki: Trabzon kendine has asîl bir duruşu olan tavır kentidir.

Doğduğum Trabzon ve çocukluğumun geçtiği Amasya ile ilgili bir arkadaşımla konuşurken “Trabzon ve Amasya’nın ne olduğunu ancak bu yaşa gelince anlayabildim!” dediğimi hatırlıyorum. Bu anlamda Trabzon’un “ne olduğu”nu Saraybosna’lı öğrencilerden okumaya başlayalım:

Önce “Trabzon’u Buldun mu?” başlığıyla Saraybosna Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet Hardovic’den birkaç cümle :

“…Etrafımdaki manzaraya, Karadeniz’in açıklığına, gökyüzüne baktım ve TRABZON’u aradım. İlk anda, şehrin dokuları ve Karadeniz sahili arasında sınır olan hızlı trafik yoluna kızdım… Tatsız ve çirkin, bedenen kuvvetli zorbalar tarafından esir edilmiş çok güzel bir kadın gibi görünüyordu bana….Kendimi, kendi şatımda yakaladım: Dünyaya bakmayı becerebilir miyim? Duygularımı, karmaşık resimleri seyretmek ve anlamak için odaklamalıydım…Hatuniye Camisi’ne kadar yürüyerek devam ettik. Gülbahar Hatun’un, Sultan Selim’in annesi olduğunu anladığımdan dolayı mı, camii hareminin güzelliğinden mi ki onun galerisi Mostar camilerinin galerisini hatırlattığı için mi?...

“İnsanların karşılaşma mekanı olarak Şehir” başlığı altında Saraybosna Mimarlık Fakültesi’nden Rajka Mandic:

“.. Her şehir olduğu gibi Trabzon da bir zaman ve topluluğun maddi ve manevi potansiyel ifadesidir. .. Trabzon beni, insanların ruhani kalitesiyle şaşırttı, karşılaşma yerleriyle değil… Trabzon’un, kendi insanlarının temel potansiyeli, onların insani ve ruhani değerlerinin olduğunu ama kaliteli karşılaşmaların gerçekleştiği yerlerin olmadığı görülmektedir.”

Nerma Harbinja:

“Trabzon öyle bir şehirdir ki, burada sanki objeler oynuyor, yükseklikler, amaçlar, kompozisyonlar hatta renkler bile değişiyorlar. … İnsan kendi şehrinin ve kendi hayatının dışında başka bir yere ve oranın insanlarına bağlanacağını düşünemiyor… İnsan, bir şehri yalnızca onun caddeleri ve binalarının oluşturmadığının farkına çok çabuk varıyor..”

Delila Viteckic:

“Dedikleri gibi çok parası olan insan zengin değildir ama gördükleri ve tanıştıklarıyla zengindir. Ben de bir miktar zenginlik kazandığımı kolaylıkla söyleyebilirim…”

Ana Basic:

“Trabzon yolunu hatırladığımızda ne hissettiğimi sorarsanız, şehirde ikamet ettiğimden ya da bambaşka bir dünyanın tanınmasından sonra…. Türkiye’de değişip değişmediğimi sorarsanız, değiştiğimi söyleyeceğim. Çünkü dostluğun yüzünü gördüm, sevdayı, yiğitliği ve sabrı gördüm. Bana gerekli olan da oydu…”

Elvira Alihodzic:

“Trabzon şehri bana, o anda hepimizin bir bütün olduğumuzu, beraber güldüğümüzü hatırlatacaktır. Trabzon şehrinin adı her zaman dostluğu, arkadaşlığı ve o anda mimarlık denen tek kelimenin birleştirdiği bir küçük topluluğu hatırlatacaktır bana..”

İvana Antonovic:

“…İlk defa görülen bir şehrin bıraktığı izlenimler gözümün önünde film gibi gelişen sıralı bölümlerden oluşmaktadır. Bütün tanıtımları izlediğimiz anda, tüm görüntülerin farkında olmak çok zordur…Benim Türkiye’ye, Trabzon’a ve bizzat Asya’ya ilk ziyaretim anılarıma derinden kazınmış ve ona güçle baskı baskı yapılmış bir şey olacaktır… İnsanların bizzat ta kendisi bu şehre canlılık vermekteydi…”

Geleceğin mimarlarının gözüyle Trabzon’dan kesitler ve izlenimler kısaca böyle.. Kimbilir, belki de Osmanlı coğrafyasının en uçtaki sembol ve rölyef ülkesi Bosna-Hersek’in kalbinde yetişen bu genç mimarların kuracakları yarının Bosna şehirleri Trabzon’dan izler taşıyacaktır.

Nasıl ki dünün Bosna’sı Trabzon’dan, dünün Trabzon’u da Bosna’dan izler taşıyorsa…

Toplumların tarihinde yüz yıllık, ikiyüz yıllık, hatta yarım bin yıllık kırılmalar önemli kırılmalar ve ayrışmalardır, ama eğer ‘muhafaza edilen bir gen’ varsa, bozulmamış, dondurulmuş, hareket geçeceği anı kollayan bir ‘tarihi gen’ varsa, tarihi süreklilik bu geni harekete geçirecektir.

Bütün yokedişlere, katliamlara, jenosidlere rağmen kendini yeniden vareden Bosna’yı Trabzon’a Trabzon’u da Bosna’ya taşımak, sözde değil, gerçekte “tarihi şehir”lerin birbirlerine olan borçlarıdır.

Bu borçlar epeyce birikmiştir. Ve ödenmeyi beklemektedir.

Saraybosna’lı mimarları okuduktan sonra şehrimize karşı bakışımız değişecek mi? “Biz zaten şehrimizin ne olduğunu biliyoruz!” pişkinliğine düşmeden, bir de onların gözüyle bakmayı deneyelim şehrimize ve insanımıza.

İstisnaları olmakla birlikte “yaşanmaya değer” hayatlar, “yaşanmaya değer” şehirlerde gerçekleşir.

(Karadeniz'den Günebakış, 22 Temmuz 2009)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder