30 Temmuz 2009 Perşembe

TRABZON'DA "ŞENLİK"LERİN "ŞENAAT"E DÖNÜŞMESİ...

Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com

Gelenek birden oluşmuyor. Ve tabii birden de bozulmuyor. Yüzyıllar önce, belki de tarihi bilinmeyen zamanlarda başlayıp, insan topluluklarının önem ve değer verdiği bir süreklilikle oluşuyor gelenek. Geleneğin en önemli besleyicileri: Tarih, kültür, coğrafya… Kimilerinin veya kimi kurumların ilk defa başlattıkları, yaptıkları işi-uğraşı tarihsel bir temel oluşturma çabasıyla “geleneksel” diye ilân etmeleri de traji-komik şark kurnazlıklarından olsa gerek… Burada bahsedeceğimiz gelenek, ne yazık ki Trabzon’un en ücra köylerine, yaylalarına kadar sirayet eden “şenlik”lerle ilgili..

Bir yazımda “ihdas kapasitesi yüksek şehirlerin ifsat kapasitesi de yüksektir!” diye bir cümle kullanmıştım. Bu yazının konusuna tam oturan bir cümle olduğu için tekrarda fayda var. “İhdas”la “İfsat”a dair sözlük telâşına düşmemek için “yeni şeyler üretme kapasitesi yüksek şehirlerin eskiyi, kadîm kültürü bozma kapasitesi de yüksektir!” şeklinde cümlemizi daha anlaşılır kılalım.

Yerel folklorik değer ve gelenekler, nereye ait ise, oradaki insan topluluklarını belli aralıklarla “kendine yakınlaştırması” gerekirken, yâni “kendini test” imkânı verirken; Trabzon ve çevresinde hızla “kendinden uzaklaştırıyor”. Trabzon insanının fert ve topluluk halinde karakteristik ifade biçimlerinden olan şenlikler, bugün öyle bir hale büründürülüyor ki; hızla tarihten, kültürden, folklordan, coğrafyadan kaçışın, onlara yabancılaşmanın yolunu açıyor.

“Kök telâkki”lere bağlı, “eski form” içinde “yeni adetler” icad ve inşa edemezseniz, hızla sahih geleneğinize bağlı folklor geleneğinizi de “ifsat ve imha” etmeye başlarsınız.

Şehrimizin “şenlik” geleneğine baktığımızda; yeni şeyler üretme yerine, “eski formlar”ı bozmada epey mesafe katettiğine şahit oluyoruz. Bu bozuluş, birçok değeri “ifsat” ederek devam ediyor.. Şehir ve köy insanının tüm folklorik değerlerinin “şenlik”ler adına olabildiğine sulandırıldığı, ayağa düşürüldüğü bir “şenlik şehveti”ni görüyoruz şehrimizde. “Şehvet” kelimesini ısrarla kullanıyorum. Çünkü şenlikler, artık “folklor kültürü” olmaktan çıkmış, adeta bir “şehvet”e dönüşmüştür.

Trabzon folklorünün ayrıcalığı..

Trabzon, her yıl bahar aylarında tabiatın hızla uyandığı, yenilendiği, ataletin canlılığa dönüştüğü asıl rengini ortaya döktüğü bir mevsime girer. Bu mevsimde tabiatla birlikte tüm canlılar hareketlenir. Trabzon insanı, yeni bir mevsime girmenin verdiği kimyevî değişimi bütün özellikleriyle yaşamaya başlar.

Kaynağı sahih olarak bilinmemesine rağmen kadîm bir kültürün, tarihin ve coğrafyanın bugüne taşıdığı gelenekleri ve folklor malzemeleriyle de diğer yakın ve uzak geleneklerden farklılığını, ayrılığını, ayrıcalığını ortaya koyan Trabzon, aynı zamanda bu farklılığınıçekim gücüyle de hissettirir, yaşatır.

Yaşı epey eski bir kelime Şenlik… Farsçadan Türkçemize geçen bir kelime olarak ‘kalabalık olmak, yerleşmek’ anlamında. Eski Türkçede meskûn, mamur, müreffeh. Dede Korkut metinlerinde ve XIV. yüzyılda da “neşeli” anlamında kullanılıyor. Kelimenin türevi olarak “şen olmak” deyiminin birebir örtüştüğü insan topluluklarının yoğun olarak yaşadığı bir mekandır Trabzon coğrafyası…

Şenlik; hareketlilik, heyecan, enerji… Trabzon insanıyla örtüşen özellikler… Ancak hareketin, heyecanın, enerjinin kaynağı ve hedefini belirleyemiyor ve ölçülendiremiyorsanız, tarihsel genlerinizle buluşturamıyorsanız sadece enerjinizi toprağa vermiş olursunuz. “Şenletmek”; Trabzon diyalektinde “mamur etmek”, yaşanılır kılmak anlamında önemli bir deyim olarak da yerini almıştır.

Trabzon’da şenlik kültürünün temelinde Trabzon insanının enerjisini ‘sinerji’ye dönüştüren bir bünye var/dı. Hummalı ve meşakkatli bir çalışma hayatı, zorlu bir coğrafyayı imar ve ihya eden, (yerli deyimle) ‘vatan eden’ bir uğraşın sonunda ‘huzur’un ifadesi, manalandırılmasıydı şenlikler… Veya, meşakkatli fakat bir o kadar da zevkli bir zaman aralığının ifadecisi..

Takvimini Coğrafyanın düzenlediği; tarih ve kültürün belirlediği ve şekillendirdiği bir şenlik geleneği… Ancak şimdilerde kaynağı meçhul “refleks”ler belirliyor ve şekillendiriyor binlerce yıllık şenlik geleneğini…

Trabzon türkülerindeki hüzün..

Bu coğrafyanın insanları “şen”dir. Muhataplarına ‘şen’lik telkin ederler. Öyle ki (birçok antropolog, filolog ve kültür adamının bile ilk bakışta göremediği) “şen”liğinin ifade biçimlerinden olan ‘türkü’lerinde bile derin bir “melâl” vardır. Melâl yâni, ağır sorumluluklar taşımanın, onları yüklenmenin verdiği bir melâl… Sadece ritm, coşku ve hareketin öne çıkarıldığı folkloründe görünmeyen bir melâl yâni hüzün, elem, içlilik vardır. Bir Trabzon türküsünden örnek verecek olursak: “Habu akar dereler, hep gözümün yaşidur. Sevişup da ayrilmak, ölümün kardaşidur !” Ayrılığın “ölüm”le, gözyaşının “akan dereler”le ifade edildiği, örtüştüğü derîn bir hüzün ifadesi… Hüznün kemâl ifadesi bir Trabzon türküsünde ancak böyle dile getirilebilir.

Bu melâl ilk anda fark edilmez. Trabzon türkülerinin genellikle söyleyen ve dinleyenlerde sadece coşkuyu ve ritmi tahrik etmesinin yanında, bu melâlin dikkatini çektiği, 1970’li yıllarda TRT Trabzon radyosunda görevli olan Urfa’lı Şair M.Ragıp Karcı; Trabzon türkülerinin bugüne kadar üzerinde durulmayan bir özelliğine vurgu yapar: “Trabzon türkülerinin melaline hiçbir yörenin türküleri ulaşamaz.. melâl, yani kendi asaleti ve vekarı içerisinde saklanan hüzün.. O melal Trabzon’da çoktur. Melalin türkülerle ifadesi.. Mesela yol havaları...”

M. Ragıp Karcı, kendisini derinden etkileyen ve karadeniz insanının melaline örnek olarak bir olayı da anlatır: “...Trabzon radyosunda çalıştığım sırada radyoda görevli bekçi İsmail vardı. Kendi yöresine ait türkü söylerken ‘bu türküleri vuracasun omuzuna da çikacasun tağa..” demişti.” Anlayan, hisseden için ümmî bir Trabzon’lunun ağzından önemli bir tahassüs ifadesi… Bunu ancak ‘bakabilen’ görebiliyor, ‘görebilen’ anlayabiliyor.

Farklılıklarını da kendine özgü ‘ritüel’le ortaya koyabilen Trabzon’da bu ritüel son yıllarda hızla bozuluyor, başkalaşıma uğruyor, genetiğinden uzaklaşıyor.

İnsanımızın kışın kapandığı ‘hane’sinden baharla birlikte çıkıp yaz aylarının adeta gereği sayılan “şenlik”ler, son yıllarda yatağından kopmuş bir manzara arzediyor. Kadîm geleneklerimizde özellikle de yayla odaklı olarak; ‘yazbaşı’, ‘yaz ortası’, yaylaya çıkış, yayla ortası, vs. olarak topluluk ifadesi olan şenlikler çığırından çıkıyor. Müthiş bir şenlik ve festival enflasyonu, dejenerasyonu kol geziyor. Her ilçenin, her beldenin, her köyün, her yaylanın birbirinden çok da farklı olmayan tekdüze, zevksiz, sadece fiziki titremeler, metalik seslerden ibaret şenlikleri adeta birer facia habercisi..

Evet facia. Folklor faciamız.. Son yıllarda ekranlarla yetinmeyip yaylalarımızı da istilâ eden vulger ”sanatçı”lar ve onların hâmisi, onlara zemin hazırlayan yerel yöneticiler, dernekler marifetiyle bu facia sürdürülüyor. İşin çevre ve ses kirliliği de facianın diğer bir boyutu…


Kültür kodları…

Anlamak istemeyenler için belirtelim: Tarihsel bir olgunun günün malzemesi ve anlayışıyla sürdürülmesinin ‘ölçülendirilmiş’ bir ‘moral değer’ olarak gerekli olduğunu söylüyoruz. Ancak; folklorik bir moral değerin “kifayetsiz muhteris” ler elinde nerelere düşebileceğine ve nelerden insanımızı kopardığına işaret etmek istiyoruz.

XX. yüzyılın ilk yarısında bu gelenek hem form hem de muhteva olarak yaşatılırken; bugün bir yayla düzünün ortasına kurulan platform ve kulakları patlatıcı seslendirme ve sahnede marifet olarak fiziğini sergilemekle varolan kadın sanatçı (!) ile bütün marifetini ‘iptidai refleksler’le elindeki “mikrofonu”na sığınarak gösteren erkek sanatçı (!)lar…

İl, ilçe ve belde belediyelerinin bu tür şenliklere “teşne” olmaları ve birbirleriyle yarışa girmelerini gördükçe “ifsat kapasitemiz”in nasıl yaygınlaştığına da şahit oluyoruz.

Özetleyelim:

· Kulakları patlatan metalik sesler, tekdüze, sadece reflekse indirgenmiş ve artık folklorik ve rafine bir değeri kalmamış kütlesel ‘oyun’lar,
· Gürültünün, metalik seslerin “keyif verici” uyuşturucu haline geldiği,
· Şuh kahkahaların şahsiyet ifadecisi olduğu,
· Yayla şenliklerine gidip de “et yememe”nin âdeta suç sayıldığı,
· Mangal partileri, silâh ve jeep gösterilerinin egemen olduğu,
· Taşralı arabesk ‘türkücü’lerin “elleri göreyim”, “eğleniyor muyuz?”, “size kurban olurum” ezberleriyle tatmin olan kalabalıklar…

Bir anlayış… Giderek “eğlence”nin “yaşam tarzı” haline dönüştüğü Trabzon’da şenliklerin bugünkü haritası bu… Daha doğrusu benim gözümden böyle..

“Medeniyet şehri” olmanın getirdiği tarihi ve kültürel mirasa yabancılaşma enstrumanlarına dönüşen şenlikler… Eğlencenin kültürel kodlarını tahrip etmenin Trabzon insanını getirdiği yer; kültürel tefessüh… Yazımızın başlığıyla ifade edecek olursak: Şenliklerin şenaate yani çirkinliğe dönüştüğü bir kültür-folklor-gelenek yozlaşması…

Trabzon’daki “genetik değişim”in şenlikler tablosundaki göstergeleri bunlar…

Peki şenlikler-festivaller-eğlenceler nasıl olmalı?

Bir medeniyet şehrinde “ifsat” için değil “ihdas” için kafa yorulmakla…

(Günebakış, 29 Temmuz 2009)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder