Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com
Bir insanı katletmekle, bir şehri katletmek arasında fark var mıdır?
Aslında yok!
İnsanın katli “büyük suç”tur ama şehrin katli, farkına varılamayacak şekilde tedrîcen gerçekleşen, belki de uzun yıllar sonra ancak anlaşılabilecek, farkına varılabilecek ve suçluların zor belirleneceği bir katliamdır. Esef verici olanı da şudur ki; yıllara yayılan katliam ve suç, sonunda “zaman aşımı”na uğruyor, ortadan kalkıyor ve suçlular beraat ediyor.
Elbette ki “Şehir katli”nden düşmanların, yabancıların şehri işgal ve istila edip, yakılıp yakılmasını kasdetmiyoruz. Kastımız; şehre yaptıklarının “niçin”i ve “nasıl”ının hesabını veremeyenlerin, önünü göremeyenlerin “şehre hizmet” adına yaptıkları kötülüklerin sonuçta “katliâm”a dönüşmesi…
Birinde katliam, suç sabitken; diğerinde katliam zamana yayılıyor… Şehre yapılan “seyir halinde katliam…” Dinamik, hareketli ve suç ortaklarını her nesilden bulabilecek, içerisine dahil edebilecek bir süreç.. İşlenen bir suçun, gelecek nesillerce de, suçu “ilk işleyen”lerin mirasçısı olarak devam ettirilmesi…
Şehri tedricen katl… Adım adım, derece derece, yavaş yavaş… Bu hal, yâni şehrin imal, inşa ve ihya edilecek her yerine istilâcılar gibi saldırarak şehri tedrîcen katletmek, dışa vurulmuş bir sado-mazoşizmdir. Sado-Mazoşizm; yâni hem kendine, hem de başkasına eziyetten hoşlanma, zevk alma hali.. Bu sado-mazoşizmin doğrudan ortakları olduğu gibi; tüm şehir halkı, kayıtsız bir biçimde seyircidir ve dolaylı olarak bu katliamlara ortaktır.
Bu katliam ve sado-mazoşizm, çoğu kez şehrin “dönüşmesi” adına yapılıyor. Adına “kentsel dönüşüm” dediğinizde katliam ve suç da ortadan kalkmış oluyor ! Katlediciler, sado-mazoşistler alkışlanıyor !
Bu tesbitlerimizden sonra ülke haritamıza baktığımızda…
Şehirlerimizi “dönüştürme” adına nasıl bir “katl çığırı” açtığının farkında olmayanların en mâhiri devlet kuruluşu TOKİ… “2003-2009 yılları arasında ‘planlı kentleşme ve konut üretimi’ programı kapsamında başlattığı”nı söylediği ‘konut seferberliği’nde “kaç tane” konut yaptığıyla övünüyor: “81 İl 641 ilçe, 1.420 şantiyede 386 bin 736 konut. Bu rakam 100 bini aşkın nüfuslu 15 adet şehir demektir.”
Müthiş ! Neye sebep olduğunun, ne yaptığının farkında mıdır TOKİ? 15 adet şehir, antik çağların 15 site devleti demek…
Devam ediyor TOKİ: “Yerel yönetimlerle müştereken başlattığımız büyük kapsamlı Kentsel Yenileme Programı doğrultusunda 148 Belediye ile toplam 162 bin 886 konutluk gecekondu dönüşüm çalışmaları yapılarak, 81 bölgede 40 bin 33 konutluk uygulama başlatılmıştır.”
TOKİ’nin diğer “marifet”lerinden bahsetmeye gerek yok.
TOKİ; neredeyse modern çağda bir ülke kuracak büyüklüğe erişen bu devasa uğraşında “örnek yerleşim birimleri oluşturmaya, tarihi doku ve yöresel mimarinin geliştirilmesi”ne ağırlık vermiş ve verecekmiş.
Gülsek mi ağlasak mı, dövünsek mi, çıldırsak mı, yoksa intihar mı etsek? Bilemiyorum. Çünkü bu “yaptığından habersiz” ifadeler karşısında insanın “hayattan iltica” etmesi kaçınılmaz gibi.
TOKİ adeta marifetlerini ortaya dökeyim derken, (anlayanlar için) “şecaat arzederken sirkatin söyler” tarzında birinci ağızdan katliam hikâyelerini anlatıyor.
Nasıl mı? Söyler misiniz TOKİ’nin bugüne kadar ürettiğini söylediği 386 bin konut ve diğer yapılarının hangisi size “tarihi doku, yöresel mimari ve örnek yerleşim birimi”ni yansıtıyor? Bunlardan en küçük bir iz var mı kurduğu 15 şehirde ? Tam aksine, hiçbir mimari değeri olmayan, hiçbir tarihî, yerel ve estetik çizgiler taşımayan, bildiğimiz o sıradan apartmanların seri şekilde devamından başka bir şey değil yaptıkları.. Üstad Necip Fazıl’ın deyimiyle “Moğol ordugâhları!” üretmeye devam..
Oysa böyle mi olmalıydı?
Devlet öncülüğünde yapılacak “şehir dönüşüm” çalışmalarının nasıl bir “tarihî mes’uliyet”i ihtar ettiğinin bilinciyle hareket ederek, sadece bugünkü değil, gelecek nesillere de örnek olabilecek “yapı tasarımları” ortaya konulabilmeliydi.
Gelelim toplu konutların modern şehirle ilişkisine…
Aslında modernizmin kamusal alandaki en belirgin ve müşahhas yüzüdür toplu konut ve apartman… 20. yy. ilk yarısında şehirlere akın eden, fabrikalarda “iskan” edilmek zorunda kalınan insan kütlelerinin acil barınak ihtiyacına bir çözüm olarak zirveye çıkmış olan toplu konut ve apartman modeli daha sonra sosyalist ülkeler tarafından da devralınmıştı. Hiçbir insanî özellik ve değer taşımayan, insanları istif hale getiren yığınlardan ibaret bir “yaşama biçimi”… İnsanımız toplu konutlarda o derece terbiye edildi ki bugün istif olmak ve istif edilmekten sado-mazoşist bir haz alır hale gelindi.
Aslına bakılacak olursa bu görünen yüz, yeni hayat modeliyle birlikte eski yaşama ve yerleşim düzenine kökten bir “unutuş”u içerisinde barındırıyordu. TOKİ ise bunun en güncel versiyonunu temsil ediyor. Zihniyet aynı ! Muhteva aynı ! 1930’ların Türkiye’sinde tek parti programındaki deyimle: “Usûl beynelmilel üslup Türk”. Toplu konut; bunun cilalanmış ve 2000’li yıllara uyarlanmış hali… Ama ruhen köhne bir zamanı temsil ediyor: İkinci dünya savaşı, fabrika, sanayi, emeğin sömürülmesini temsil ediyor toplu konut.. Ama şimdi o kadar olağan hale geldi ki bu tür yerleşim tarzı, kimsenin hiç bir itiraz edecek mecali kalmadı. Çünkü kimsenin hiçbir örneği, modeli yok.
İnsanın zihniyet dünyası işgal edildi, bu konuda yeni şeyler düşünecek boşluk bırakılmadı. Devlet eliyle tutsaklık bu olsa gerek. Yâni TOKİ eliyle kuşatılmak..
Önümüzdeki yazıda konuya devam edeceğiz…
(Günebakış, 7 Ekim 2009)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder