29 Eylül 2009 Salı

MODERNİTE'NİN "METROPOL"LERİ ile ANTİKİTE'NİN "NEKROPOL"LERİ...

Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com


Modern zamanlar, şehirlerimizi ruhunu kaybetmiş, organları çürümüş, sadece iskeletten ibaret bir hale getirdiği gibi, şehirlerin yarışırcasına birbirine benzemek istediği, birbirini klonlamaya çalıştığı “yapıştırma şehir” haline de getirdi/getiriyor. Üstad Necip Fazıl’ın deyimiyle “çıkartma kâğıdı şehri”…

İ.Calvino, “Görünmez Kentler”i anlattığı kitabında, Marco Polo ile Kubilay Hanın diyaloglarına yer verirken, elinde atlası kapatan Kubilay Han, Marco Polo’ya:

“Bakıyorum kentleri bizzat gidip gördüğünden daha iyi tanıyorsun atlas üzerinde” der. Marco Polo da; “Yolculuk yapa yapa farklılıkların kaybolduğunu fark ediyor insan: her kent bütün öteki kentlere benziyor sonuçta, biçim, düzen ve uzaklıkları değiş tokuş ediyor aralarında yerler, ‘biçim’siz, ince bir toz bulutu kaplıyor kıtaları. Oysa senin atlasın olduğu gibi koruyor bu farklılıkları: bir adın harflerindekine benzeyen o uyumlu nitelik çeşitliliğini.” Şeklinde cevap verir.

Biz de Trabzon’a dair gözlemlerimizi “uzaktan” gurbet duygusuyla yazıyor, bu manâda “seyr”ediyoruz. Şehrimiz Trabzon’u “atlas üzerinde tanıma”nın biraz ötesinde kadîm kimliğiyle tanımak ve söylediklerimizi bu “tanıma” üzerine bina etmek gibi bir yol izliyoruz.

Gerçekten de (modern zamanların yok ediciliğini de hesaba katarak) diğer şehirleri tanıdığımızda “fark”lılıkların kaybolduğunu bile fark edemiyoruz. Dikkat ettiğimizde: renksiz, tekdüze, gürültü ve yüksekliğin hakim olduğu ve “kent kimliği”nin bunlarla ifade edilir olduğu bir “patolojik şehir” haline düşmekte olduğunu görebiliyoruz.

Coğrafyaların bile tahrip edile edile, neredeyse “değiş tokuş” edilir hale geldiği bir “kıyamet zamanları”nı yaşıyor şehirlerimiz… Kıyamet zamanları yâni olağanüstü/olağandışı kaos zamanlarını… Bu gidişle şehirlerimizi kurtarmak için “Mesih”e ihtiyacımız olacak gibi.. Çünkü reel gerçeklik bizi hiç de şehirlerimizde “yaşanılabilir” bir geleceğe doğru götürmüyor…

Oysa medeniyet şehirleri, kadîm tarihlerinde “fark”ettirdiği, hissettirdiği, hazmettirdiği “kendine özgü” karakterini modern zamanlara taşıyabilmeli, sürdürebilmeli ve fark ettirebilmeli değil mi?

İçinde yaşarken kaotik, kompleks, hıza ayarlı günlük hayatta doğrudan fark edemediğiniz şehir bütününün bu halini, şehrin dışına çıkıp silüetini seyrettiğinizde görebiliyorsunuz. Ağustos ayında Trabzon’a gelirken Akçaabat yakınlarında uzaktan seyrettiğim Trabzon’un silüeti, ürpertici bir şekilde modern şehirlerin mermer yığınlarından ibaret “toplu mezarlık”larını andırıyordu. Toplu şehir değil toplu mezarlık… Tekrar tekrar baktım, hep aynı manzara… Yanımdakilere şehre dikkatlice bakmalarını söylediğimde, 14 yaşındaki oğlum ve eşim de “sanki mezarlığa benziyor” dediler. Zihnimi zorlayıp, görüntüden başka bir şehir silüeti çıkarayım dedim olmadı.

Toplu mezarlık.. Yâni nekropol… Ölüler kenti… Antik nekropolleri gezip görenler bir de Trabzon’a (veya başka bir modern kentimize) bu gözle baktıklarında aynı tabloyla karşılaşacaklardır sanıyorum. Abartmadan söylüyorum: Ankara’daki Karşıyaka mezarlığının uzaktan görüntüsü ile Trabzon’un uzaktan şehir görüntüsü aynı…

Bir şehrin varlığını “sürdürülebilir” kılabilmesi için en önemli iki unsur: Coğrafya ve Tarih… Bunların beslediği şehir kültürü… Trabzon her ikisine de yoğun olarak sahip bir şehir. Trabzon coğrafyası, bir şehir için önemli bir avantaj. Onun için kadîm zamanlardan beri “şehir” olarak varlığını sürdürmüş. Coğrafyası, şehrin bozulmasına müsaade etmeyici bir karaktere sahip. Modern zamanlara kadar şehrini korumayı sürdüren coğrafya, modern zamanlarla birlikte çözülmeye başlıyor ve bugünkü “kaotik şehir” manzarası meydana çıkıyor.

Niçin gayr-i insanî mermer yapılar, gökdelenler, plazalar öne çıkıyor da insanî yaşama mekanları görüntüye çıkamıyor?

Modern zamanların “metropol”leri ile antik zamanların “nekropol”leri buluşmuş, özdeşleşmiş. Her ikisi de aynı muhtevayı, aynı kütleyi taşıyor sanki. Bir turist merakıyla antikite’nin nekropollerini hayranlıkla gezmeye gerek yok artık. Yaşadığımız şehirlerde modernitenin insana özgü yaşama mekanlarına bakmak, tecessüs duygumuzu tatmin edebilir.

Suçlu kim?

Bu modern zamanların suçu değil, modern zamanlarda varolan ve şehirleri inşa, iğfal ve imha eden “kafa”ların ürünü… Suçluya suç işletecek fırsat vermemek ve ona zemin hazırlamamak. Bir şehrin mahvedilmemesi için ilk şart bu… Yerel yönetimlerin şehrin terminatörü haline geldiği, halkın ve eşrafın da sadece seyrettiği bir zamanda "Şehir Mesihleri” beklemekten başka ne yapılabilir?

Tarihî miras, coğrafya imtiyazı, insan potansiyeline tüm zamanlar boyunca sahip olan Trabzon’un bunlardan habersizliği affedilebilir bir durum mudur?

Yerel yöneticiler ve Trabzon’un “yetiştirdiği (!)” büyük (!)lerin, siyasîlerin, aydınların, vs. vs.lerin “kimlik” dendiğinde “futbol stadyumu”nu gösterdikleri bir şehir ıslah ve iflâhda ne zaman karar kılacak?

Şehrimizin görüntüsünü “nekropol”den çıkarmanın çetinliğini bilmekle birlikte, bir “ilk adım”a ihtiyaç yok mu?

Şehirlerimiz için “Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak” demekte geç mi kalındı?

Halâ da yapılacak şey var.

(Günebakış, 30 Eylül 2009)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder