3 Kasım 2009 Salı

ŞEHİR YÖNETİCİLERİNDE "SANATKÂRCA İDRAK"...

Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com

Yeryüzü; bir “tasarımlar âlemi” olarak, insanın kendisini “beşer” olarak ait hissedeceği, hissiyatını ‘aidiyet’e dönüştüreceği, bu aidiyeti de mes’uliyet haline getireceği bir “varoluş alanı”dır. İnsanın bu aidiyetten kaynaklanan mensubiyet ve memuriyetini gerçekleştirebilmesi onun “idrak”iyle sınırlıdır. Yâni (bir mimarımızın dediği gibi) “idrak seviyemize göre inşa ederiz.” Bu idrak seviyesi aynı zamanda “aidiyet”le bütünleşir, örtüşür. Ne kadar “ait olursak” inşa kapasitemiz o kadar yoğunlaşır, genişler.

Burada, Dünya Görüşü-Şehir-Medeniyet ilişkisini sözkonusu ettiğimizde, dünya görüşü-medeniyet idraki olmadan “şehrin ne olduğu”, “ne olması gerektiği” ve “ne olmaması gerektiğine” dair bir şey söyleyebilmek mümkün değildir. Bir dünya görüşü-medeniyet idrakiyle; yaşadığımız veya yaşadığımızı zannettiğimiz şehrimizi “nasıl gördüğümüz”ün bilincine varmak… Bu idrakle inşa, imar ve ihya…

Geçtiğimiz günlerde Üstad Necip Fazıl’ın 69 yıl önce (1940) yazdığı “İdareciden beklenen sanatkâr mizacı” başlıklı yazısını tekrar okuduğumda, öncelikle şehir yöneticilerinin her şeyden önce nasıl bir “sanat idraki”ne sahip olmaları gerektiği üzerinde kafamı yordum, düşündüm. Üstad’ın deyimiyle “idareciden beklenen sanatkâr mizacı” doğrudan “varoluş”la ilgilidir.

Üstadın yazısını sözkonusu ederek; şehrimizi önümüze getirdiğimizde, “nelere sahip olmamız gerekirken nelerden mahrum olduğumuz”u dehşetle bir kez daha görüyoruz ! Zamanın İstanbul Valisi ve Belediye Reisi olan Lütfi Kırdar tarafından davet edilen Üstad, bu davet vesilesiyle kesitler halinde öyle bir “idareci mes’uliyeti” ortaya koyuyor ki; bugünün yöneticilerine baktığımızda, nasıl bir mes’uliyet yoksunluğu içerisinde olduklarını da dehşetle görüyoruz.

Neyin yok olduğunun farkına varanlar, neye sahip olmaları gerektiğinin peşindedirler. Şüphesiz şehirde yaşayan herkes mes’ul. Madem ki şehirdeyiz, o halde şehirli olmak, şehri idrak etmek ve bu idrakle şehirde varolmak zorundayız ! Öncelikle de bu idrak, idarecilerden başlamalı !

Üstad, davet salonuna girdiğinde “Lütfi Kırdar’ı, tek başına bir kenara çekilmiş, dalgın dalgın İstanbul güzelliklerini seyrederken buldum. Canlı eserleri ve eserlerine hâkim ifadesiyle sözü şöyle açtı” der ve ifedeleri kendisine ait olmak üzere Kırdar’a sözü bırakır:

“Demindenberi şehrimizin güzelliklerini seyrediyordum. Herkes için olduğu kadar benim için de son derece eski olan bu güzellikler bir bakımdan o kadar yeni ki, her defasında onlarda tadılmamış bir çeşni, ele geçmemiş bir çizgi buluyorum…”

Bu ifadeleri tüm şehirlerimizi kuşatan bir “üst idrak” olarak aldığımızda yaşadığımız şehri seyrederken “her defasında şehirde tadılmamış bir çeşni, ele geçmemiş bir çizgi” görebilecek bir yönetici idrak var mı? diye sormak hakkımızdır herhalde. Şehrimizde “her an geçmemiş bir çizgi” bulabiliyorsak, ancak o zaman şehrimize aitiz ve şehirdeyiz!

Üstad, “İstanbul Valisi ve Belediye Reisi, bu basit sözlerin bende uyandırdığı derin takdir hissine dikkat etmeden…” diye bir not ekler ve devam eder yazısına:

“Bu sözlerin basitliğini kaydettim, değil mi?. Evet, çok basit, uluorta konuşma çerçevesinden ve herkesin söyleyebileceği cinsten sözler… Fakat bu basit ve samimi iç döküşü, bana bütün bir hüviyet ifşası gibi geldi ve bir şehir idarecisinden, hatta her idareciden baklediğim en ehemmiyetli vasıf olan ‘sanatkârca idrak’ bakımından beni sevindirdi.”

“Sanatkârca idrak !” Üsdadın dilinden, şehir yöneticisinde olması gereken derinliği ifade eden bir idrak tarzı ! Varmı böyle bir idrake sahip şehir yöneticisi ? Henüz görmüş değiliz ! Göreceğimiz de şüpheli !

Osmanlı dönemi şehir yöneticileri olan “Vâli” ve “Şehremini” kavramlarına dikkat ettiğimizde; Vâli’nin “velâyet”le, Şehremini’nin de “şehir emanetini yüklenen” anlamlarının bugünkü işlevleri üzerinde derîn düşünmemiz gerekir.

Geliyoruz Üstad’ın “şehir bilinci”, “şehir aidiyeti”, “mes’uliyet idraki”ni ihtar eden müthiş ifadelerine:

“Bilseniz, insanın içinde yaşadığı, mes’ulü olduğu, idaresine memur bulunduğu şeyi, her ân bir kat daha taze bir duyguyla sevebilmesi ne zor, ne zordur. Basit gibi görünen bu şey, bence en muğlâk ruh düğümü!.”

Başka söze gerek var mı? Sadece bu sözler bile “şehrini idrak”te nasıl bir derinliğe sahip olmayı işaret etmiyor mu?

“Basit gibi görünen en muğlâk ruh düğümü !” Şehrimizin mevcut ve gelecek Belediye Başkanları ile Valileri dikkat kesilir mi bilinmez !

Yorumsuz, devam ediyoruz Üstad’a: “Zevç mevkiinde, karısına; orkestra şefi makamında, çaldırdığı parçaya; aktör hüviyetinde, oynadığı esere; muallim kürsüsünde, okuttuğu sınıfa hayran kalabilenler, bence bu ve bütün kadroların en büyük güzideleridir. İnsan psikolocyasıyle derinden uğraşanlar pekâlâ takdir eder ki, ekseriyetle mesleklerin huşunetli ameliyeleri, işin aşk ve sıfat cephesini öldürür ve insanı dolap beygiri gibi sonsuz ve hazin bir “git gel”e mahkûm eder. Bu mahkûmluğa düşen aşksız ve saffetsiz insanlardan da hiçbir sahada ve hiçbir zaman ibda ve eser hamlesi beklememek lâzımdır. İşte ben bu inceliği, idareciden beklenen sanatkâr mizacı diye ifadelendirmek istedim !”

Bu cümleleri okuduğumuzda, nelerin mahrumu ve mahkûmu olduğumuzu anlayabiliyor muyuz? Şehir yöneticilerinde, bir bünyede tabii olarak bulunması gereken bu özelliklerin, şimdilerde “yokluğu bile hissedilmeyen” vasıflar olduklarını söylemeye gerek var mı?

Ne yazık ki şehirlerimiz, “hiçbir sahada ve hiçbir zaman ibda ve eser hamlesi gösteremeyen aşksız ve saffetsiz yönetici“lerin mebzûl miktarda bulunduğu bir arena haline geldi. Bu arenada “dolap beygiri gibi sonsuz ve hazin bir git-gel”le şehirde “gününü gün eden” yöneticiler !

Toptancı bir mantıkla genelleme mi yapıyoruz ? Evet ! Çünkü, yukarıdaki üstadın ifadelerindeki idrake sahip bir “özel” kimsenin kaldığına inanamıyoruz da ondan ! Eski deyimle: “Kaht-ı rical !” Adam yokluğu, yönetici yokluğu !

Ne hazîndir ki, şehirlerimizde artık “kaht-ı ricâl” vardır !

Her şeyle birlikte insanın dünyadaki varoluşunun hesabını verecek sorumluluğu yanında şehrine karşı (öncelikle şehir yöneticilerinin) “yol haritası” niteliğinde sahip olmaları gereken nedir ? Onu da Üstad söylesin:

“İlk iş bir dünya görüşüne sahip olmaktır... İnsanoğluna, kainatın hesabını, ferdiyetinin encamını ve didinişlerinin hasılasını, neye vardığını, nerede karar kıldığını haber vermeyen hiçbir ideal, aslında ideal olmaya layık değildir. Fikirsiz ve meselesiz, kafasında bir mimari hayali olmadan, sırf yıkmak için yıkma, yahut da bir şey yapabileceğini sanıp da, yıkmış olmaktan ibaret kalma davranışlarıysa ne üzerlerinde fazla konuşmaya, ne de sivri sineklere sıkılacak flit ilaçlarından başka bir mukabeleye değer şeyler..”

“Bana yanmak düşüyor, yangın görsem resimde” diyen Üstadın bu sözleri ve mısraı bilmem ki; şehrimize ve şehir yöneticilerine bir şey anlatır mı?

(Günebakış, 4 Kasım 2009)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder