16 Kasım 2009 Pazartesi

TRABZON ODAKLI “-MUSTAFA SUPHİ-NAZIM HİKMET-MUSTAFA KEMAL” VE TÜRK SOLUNUN TUTARSIZLIĞI VE SANSÜRÜ !

Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com

Trabzon; kadîm tarihi bir yana, Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyetin ilk dönemlerinde de yoğun siyasî-sosyal olayların yaşandığı, siyasî cinayetler için mekân seçildiği, bu cinayetlerin faillerinden bazılarının “meşhur” ama halâ “meçhul farzedilen” bir şehir olarak da önemli bir şehirdir. Son yıllarda Hrant Dink ve Rahip Santoro cinayetlerine de adı “karıştırılan” Trabzon’un yakın tarih genlerine biraz nüfuz edildiğinde; insan ve mekan olarak ‘stratejik’ ve hassas bir karaktere sahip olduğunu görüyoruz. Bu yazı böyle bir ‘nüfuz’a tahsis edilmediği için sadece başlıkla yetiniyoruz.

Daha önceki yazılarımızda sözkonusu ettiğimiz “Şehid-i Muazzez Ali Şükrü Bey”in Trabzon’lu bir “şahsiyet” olarak “derîn siyasî cinayetler”e kurban seçilmesi ile, Türkiye Komünist Partisi’nin kurucusu Giresun’lu Mustafa Suphi’nin Trabzon/Sürmene’de “kurban seçilmesi”, son yıllarda Trabzon’da meydana gelen bazı cinayetlerle birlikte düşünüldüğünde; mekân ve insan olarak Trabzon’un kimileri için “bölgesel test”, insanının da “kast” olarak seçildiğini mi gösterir, bilinmez! Ancak bilinen o ki; Trabzon için yakın tarihî süreçte siyasî cinayetlerde bir “zincir” oluşturulduğudur. Onun için Trabzon’u bilmeden İttihat ve Terakki’yi de milli mücadeleyi de bilebilmek-anlayabilmek tam olarak mümkün değildir. Yakın tarihimizdeki bazı önemli olaylara Trabzon odaklı baktığımızda çok şeyleri ‘farklı’ göreceğimize kuşku yoktur.

Ali Şükrü Bey’le ilgili birkaç yazımızdan sonra, şu anda (Volkan Konak’ın dava açmasıyla) yargı aşamasında bulunan “Volkan Konak Kafasını Ne Zaman Dezenfekte Edecek?” başlıklı yazımın sonunda vurgu yaptığım Nazım Hikmet’in bir şiirinden yola çıkarak öncelikle Türk Solunun, sonra da eklektik bir sol-kemalist çevrelerin “GÖRMEZDEN GELDİĞİ” bir “DAVA VE ŞAHSİYET SKANDALI”na vurgu yapmak istiyorum.

Bu yazımızı, her gittiği yerde, tüm konserlerinde ATATÜRK VE NAZIM HİKMET’e övgüler ve güzellemeler döktüren, ancak “memleketlisi” olan Trabzon insanına aynı ‘sıcakkanlılığı’ besleyemeyen Volkan KONAK’ın özellikle okumasını dilerim. Okusun ki kafasını sterilize edebilsin, çelişkilerden kurtulabilsin ! Tabii böyle bir kaygısı varsa…

Dava ve Şahsiyet Skandalı dedim… Evet skandal !

TKP Lideri Mustafa Suphi’nin 10 Eylül 1920’de Bakü’de toplanan TKP Kongresi’nden sonra Ankara ile görüşmesi sonucu arkadaşlarıyla birlikte Bakü’den Erzurum yoluyla Trabzon’a gelmesi ve 28 Ocak 1921‘de Trabzon’da Kayıkçılar Kâhyası Yahya ve çetesi tarafından Sürmene açıklarında arkadaşlarıyla birlikte öldürülmesi üzerine NAZIM HİKMET, cinayeti MUSTAFA KEMAL ve arkadaşlarının işlediğinden emin olarak28 KÂNUNİSANİ isimli uzun şiirini yazar.

Sansür ve Türk solunun sansüre sessiz kalışı…

Nazım Hikmet’in sözkonusu 28 KANUNİSANİ isimli şiirini gerek Adam Yayınları, gerekse Yapı Kredi Yayınları’nın “Nazım Hikmet’in tüm şiirleri” serilerinde aradım. Buldum. Ancak; herkesin bildiği bu şiirin Mustafa Kemal’le ilgili kısımları her iki yayınevince de sansürlenmişti. Şiirden çıkarılmıştı. İnternette yığınla dolaşan bu şiirin tam metni, Nazım’ın kitaplaşmış şiirlerinin daha önceki baskılarında da aynı “SANSÜR”e uğramıştı. Türk solu bu MAHARETİ göstermekte beis görmemişti.

Epeyce uğraştıktan sonra Nazım Hikmet’in tüm şiirlerinin 1962 tarihli Sofya baskısında (Ekber Babayef neşri 1. cilt) şiirin tamamını bulabildim.

Bugüne kadar bu şiirdeki Mustafa Kemal’le ilgili kısımların sansürlenmesi karşısında TÜRK SOLU’ndan çıt çıkmadı, çıkma ihtimali de gözükmüyor. Niçin? Türk solunun bu ikiyüzlülüğü Nazım Ustaları’nın hatırasına saygısızlık değil mi? Bu ‘durumu kurtaracak bir izah’ta nasıl bulunurlar bilmem.

Bu konuyu ele almamın nedeni; ola ki bundan sonra da Volkan KONAK’ın yaptığı gibi hem Mustafa KEMAL’e hem de Nazım HİKMET’E aynı anda MUHABBET besleyen “klasik sol-kemalist” çevreler, ZİHİN YAPILARINI YENİDEN TEST ETMELERİ için öneri mahiyetindedir.

Uzatmayalım. Nazım Hikmet’in Mustafa Suphi’ye ağıt ve Mustafa Kemal’e nefret tüten 28 Kanunisani başlıklı şiirinin (önceki bölümüyle) SANSÜRLENEN kısımları:

“- Ta ta aa ta ta Ha ta tta ta
Tarih
sınıf-ların
mücadelesidir.

-1921
Kânunisani 28
- Karadeniz
- Burjuvazi
- Biz
- On beş kasap çengelinde sallanan
On beş kesik baş
- On beş arkadaş
- Yoldaş
Bunların sen
İsimlerini aklında tutma
fakat
28 kânunisaniyi unutma !

- Siyah gece
Beyaz kar
Rüzgâr
Rüzgâr
- Trabzondan bir motor açılıyor
- Sa-hil-de-ka-la-ba-lık!
- Motoru taşlıyorlar
- Son perdeye başlıyorlar!
- Burjuva Kemal'in omzuna binmiş
Kemal kumandanın kordonuna
Kumandan kahyanın cebine inmiş
Kahya adamlarının donuna
- Uluyorlar- hav... hav... hak... tü
- Yoldaş unutma bunu

Şiirin tarihi :Moskova 1923

Aynı Nazım Hikmet, 15 yıl sonra 2 Nisan 1938 tarihinde, bu kez Bursa Cezaevi’nde yatarken Cumhurreisi Mustafa Kemal’e, “affedilmesi” için yalvaran bir mektup gönderir. İşte mektup:

"Cumhur Reisi Atatürk'ün yüce katına, Türk ordusunu isyana teşvik ettiğim iddiasıyla on beş yıl ağır hapis cezası giydim. Şimdi de Türk donanmasını isyana teşvik etmekle töhmetlendiriliyorum.

Türk inkılabına ve senin adına and içerim ki suçsuzum. (...)
Kör değilim ve senin yaptığın her ileri dev hamleyi anlayabilen bir kafam, yurdumu seven bir yüreğim var. (...)

Deli, serseri, mürteci, satılmış, inkılap ve yurt haini değilim ki, bunu bir an olsun düşünebileyim. (...) Türk dilinin inanmış bir şairiyim. (...) Bağışla beni! Seni bir an kendimle meşgul ettimse, alnıma vurulmak istenen bu 'İnkılap askerini isyana teşvik' damgasının ancak senin ellerinle silinebileceğine inandığımdandır.

Başvurabileceğim en inkılapçı baş sensin. Kemalizmden ve senden adalet istiyorum. Türk inkılabına ve senin başına and içerim ki suçsuzum.

Nazım Hikmet RAN"

Nazım’ın şiiri ve mektubu böyle …

Nazım, Mustafa Kemal’e 28 Kânunisani Şiirinde “Kemal”, ‘af mektubu’nda “Atatürk” diye hitap ediyor. Ahmet Taner Kışlalı bu ayrıntıya dikkat çektiği “CHP Nazım ve Atatürk” başlıklı yazısında şöyle diyor:

“Atatürk artık hasta. Nâzım mektubunu yollayamıyor... Ama mektup gerçek!

Nâzım, "Mustafa Kemal" demiyor, Atatürk diyor. Atatürk'e, devrimine, Kemalizme olan inancını vurguluyor. Kör ya da deli olmadığını söylüyor. İnsan en yüce saydığı değerler üzerine ant içer. O da Türk Devrimi ve Atatürk üzerine ant içiyor!..“

Mustafa Kemal’e yukarıdaki şiirle “küfreden” Nazım’la, O’na “yalvaran” Nazım aynı kişi midir? Evet! Öyle ise ortada bir “şahsiyet krizi”, daha doğrusu “çiftkişiliklilik” var. Ya önceki Nazım değil, ya da sonraki! Karar, okuyanlara, takipçilerine ait!

Böylesine çelişkileri yaşayan Nazım Hikmet’in yeniden Türk Vatandaşlığına alınması “şerefi” de (Türk solu buna da esef etmeli!) AKP’ye nasip oluyor! Böylesine bir çelişkiyi ölümünden sonra da yaşatıyor Nazım Hikmet !

Sağlığında toplumsal bir “davaya adanmış”, ölümünden sonra da “bayraklaştırılmış” bir şahsiyet, kendisini davasından dolayı “hapseden” bir rejimin Cumhurreisine af için yalvaran böylesine bir mektup yazabilir mi? Bize sorarsanız yazmamalıydı. Yazarsanız bu hayat “adanmış” değil, birilerine “ödenmiş” bir hayat olur. Nitekim de oldu !

Bir tarafta “Burjuva Kemal'in omzuna binmiş Kemal kumandanın kordonuna “ diye yazacaksın, diğer taraftan da “Türk inkılabına ve senin başına and içerim, beni affet” diye mektup yazacaksın !

Biz, çerçeveyi genişletmeden mukayeseyi önce Volkan KONAK’a, sonra da Trabzon Solu’na bırakıyoruz ! Bakalım bu açık çelişkilere nasıl bir “tutarlı yorum” getirecekler ?
Bir ilginç tesbit daha..

Bütün sol yazar-edebiyatçı-sanatçıları öfkelendiren, Nazım Hikmet’e yönelik sözlerinden dolayı “babasına karşı zehirlenmiş kişi” gördükleri, neredeyse ‘genetik oğlu’ olduğunu inkâr edecekleri oğlu Memet NAZIM’ın, babasının mezarının Türkiye’ye getirilmesine karşı çıkan sözleri de oldukça ilginç:

“Babam, Ruble karşılığında şiir yazan bir adamdı... Hasta annemi ve henüz 3 yaşında olan beni terkedip başka kadınlara gitmiş bir adam için kılımı kıpırdatmam.”

Bir ilginç kişilikten, daha doğrusu “çelişkiler yumağı”ndan bir kesit daha:

20 yaşlarında “Ebede set çeken zulmeti deldim/Aşkı içten duydum, arşa yükseldim/ Kalpten temizlendim, huzura geldim/ Ben de müridinim işte Mevlana” diye şiir yazan Nazım Hikmet’in daha sonra Rusya’ya gider gitmez rotayı değiştiriyor. 1920’li yıllarda yazdığı Kur’anı kastettiği

“Meşin Kaplı Kitap” isimli şiirinde de şunları söylüyor:

Sayfalar döndükçe bunlar hep birer birer
Doğrulup devrildiler
Ay battı güneş doğdu
Kalbimde ateş doğdu
Yaldızlı meşin kabı
Parçalanmış kitabı
Varsın gömülsün diye bir ebedi uykuya
Attım kör bir kuyuya
……..
Sade bir din bir hak bir kanun varsa

O da işleyen dişliler

Stalin için söyledikleri: "- Gözlerimin ışığını Stalin'e borçluyum, her şeyimi ona borçluyum. Beni o yarattı…”, “Trum trum Trak trak tiki tak. Makinalaşmak istiyorum”.

Bu çelişkiler nasıl açıklanabilir? Bu sözlerin, tatmin edilebilir bir açıklaması olabilir mi? Nazım Hikmet, herhalde evrimci bir süreç izliyor olsa gerek !

Nazım’ın peşinden gidenler illâ ki “bu çelişkileri yaşamalı mı” dersiniz? Nazım Hikmet "bayraklaştırılan" mı yoksa "bayağılaştırılan" bir şahsiyet midir?

Bütün bunlardan sonra biz de deriz ki;

Hangi şahsiyetin niçin “örnek alınması” veya “örnek alınmaması” insanın ‘ontolojik’ tercihleriyle ilgilidir !

Fikir, sanat ve dava adamları, duruşlarını kendilerine göre ayarlayacak kalabalıkları düşünerek “duruş”larını bozmamalılar ! Onlar tavır adamı olmalıdır ! Nerede ve ne şekilde olurlarsa olsunlar, orası onların duruş, eylem ve şahsiyet alanıdır !

Bugünlerde Nazım fetişizmi ve fanatizmi içerisinde olanlara bu “evrimini tamamlayamamış şahsiyet” örnek olarak sunulur….

Bu topraklar her türlü “şahsiyet krizi”ne sahne olmuştur fakat böylesine çözülememiş, sonuçlandırılamamış ama sonraki kuşaklara ÖRNEK diye sunulan bir şahsiyet krizi çelişkisine pek tanık olmamıştır !

“Nazım Hikmet-Mustafa Kemal ve Mustafa Suphi” olayını Trabzon odaklı olarak yeniden düşünüp yorumladığımızda daha epey malzeme çıkacaktır…

Kimlerin kafasını dezenfekte/sterilize etmeleri gerektiği bu kendi dilinden/belgesel örneklerle daha iyi anlaşılmıyor mu?

(Günebakış, 18 Kasım 2009)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder