19 Temmuz 2010 Pazartesi

"EKOLOJİK ŞEHİR" ve "EKO YÖNETİCİ"ler...

Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com

Ekoloji; tüm canlıların birbirleriyle, içinde yaşadıkları ortamla ve çevreleriyle olan ilişkilerini konu alan, inceleyen bir bilim dalı… “Ekolojik şehir” de bu anlamda canlı bir organizma halinde varolan, süregelen bir şehir…… Ekolojik şehir veya şehirde ekolojik hayat…


Bir şehrin sadece insanlarla değil, diğer canlılarıyla birlikte bir bütün olduğunu kadîm şehirlerde olduğu gibi şehrimiz Trabzon’un geçmişinde görüyoruz. Trabzon, tarihsel arka plânına baktığımızda; ekosistemi doğal olarak sürdüğü bir şehirdi. Bugün ise ekolojik şehir değerini ekosistemi bozulmuş şehire düşürmüş bir şehir haline gelmektedir. Çünkü bugünkü haliyle şehrimizin giderek tedrîcî bir ekolojik felâkete doğru sürüklendiğini de görmüyor değiliz. İçtiğimiz sulardan, soluduğumuz havaya, üzerine bastığımız topraktan yanıbaşımızda yaşayan diğer canlılara kadar bütün bir ekosistemin bozulmaya yüz tuttuğunu görüyoruz.


Oldukça zengin bir flora ve faunaya sahip doğu karadeniz bölgesinin bu yapısının asırlar boyunca korunmuş olması, canlı zenginliği, bölgede tarihî süreç boyunca varolmuş bulunan insanların tabiatla iç içe ve uyumlu yaşadıklarını gösteriyor.


Modern zamanların insanı hem kendini hem de yaşadığı çevreyi katletti, bu uyumu bozdu. Bu uyum bir daha kurulabilir mi? Hele de Trabzon gibi fauna ve flora olarak kendini yenileyebilen bir coğrafyada asla bahsedilmemesi gereken “eko sistem bozulması” ne yazık ki önce bu coğrafyaya musallat olabiliyor.


Bu hafta “ne yazayım?” diye düşünürken, Malatya Valisi kadîm dostum, hemşehrimiz Ulvi Saran’ın son yıllarda sıkca gündeme gelen ve hızla yaygınlaşan Hidroelektrik santraller (HES) ile ilgili haftalık bir dergiye verdiği röportajdaki cümleleri bu Temmuz sıcağında içimi ferahlattı.


Son yılların en çok eleştiri alan, eleştirenin de eliştiriye konu olanın da sonuç olarak ne gibi bir sonuç getireceği belli olmayan konularından birisi HES (Hidroelektrik santral)ler. Derelerin üzerine küçüklü büyüklü elektrik üretmek için kurulan bu santrallerden nasibini en fazla alan şehirlerden birisi Trabzon.


“Ticarî iştah”ın şehevî bir hazla hiçbir insanî kaygıya yer bırakmadığı modern zamanlarda doğal bir şekilde canlılarıyla birlikte akan derelerimiz de bu iştahtan, katliamdan payını alıyor. Talip olanların tek derdi; sadece ticari iştah. Futbol kulüplerinden, tıbbi malzeme şirketlerine kadar herkes ihale kovalıyor, “kâr”ın peşinde koşuyor.


Peki ne oluyor? Akarsuların mecrası değiştiriliyor, oradaki ekosistemi besleyen, ondan hayat bulan birçok canlı türü yok oluyor. Kimsenin umurunda değil. “Hiçbir şeyin sebepsiz yaratılmadığı” tasarımlar âleminde biz bu canlıların farkında bile değiliz.


Kimi yerde mahkeme kararıyla inşaatlar durduruluyor, kimi yerde yerli halkla işi yapan firmalar karşı karşıya geliyor. Protestolar, tepkiler, vs. vs. Yapay bir “çevreci tepkisi”yle olayın sadece maddî boyutuyla ilgili değiliz. Varolan her canlının aynı zamanda bir “ruhu”, yaşama hakkı olduğundan hareketle konuya yaklaşmak istiyoruz. Teknik tarafı konumuz değil.


Yeni enerji kaynakları için varolan canlı hayat yok ediliyor ! “Yaşamak için yok et!” diyen vahşiliğin bir türü mü bu? Belki… Mayıs 2010 itibariyle ülke genelinde 2 bin 46 HES’ten kimisi inşaat, kimisi de planlama halinde devam ediyor. Trabzon’da 41, Rize’de 23, Artvin’de 25, Giresun’da da 12 santral yapılıyor.


İşin tam burasında yazımızın başında ferahlatıcı dediğimiz Malatya Valisi Ulvi Saran dostumuzun açıklamaları işin felsefesine dikkatleri çekiyor. Duyarlılığı nostaljiden ibaret olmayan sorumlu bir şehir yöneticisinden damıtılmış, konu ile ilgili açıklamalarını diğer şehir yöneticilerimize de ibret olması ve yol göstermesi açısından satırlarımıza taşıyoruz:


“… Neticede bir suyun güzergâhını değiştirmek, bir yerden bir yere almak ne olur, ne değiştirir, bundan bir şey çıkmaz gibi bir anlayışla hareket ediliyor. Belki de su, müdahale edilmesi en kritik kaynaklardan bir tanesidir. Suya bağlı bir denge çok uzun bir zamanda oluşuyor. İnsanoğlunun bunu bir anda gelip müdahale ile değiştirmesini uygun bulmuyorum…”


Devam ediyor Saran: “Orada akan suyu, canlı hayatını dikkate almadan kullanmaya kalkarsanız mutlak anlamda o hayatı öldürüyorsunuz. Bu, açık bir gerçek…. İdare; sadece sesi çıkan, konuşmasını becerebilen, haklarını savunabilenlerin değil, aynı zamanda sessiz, derdini, sıkıntısını ifade edemeyen canlıların da haklarını korumakla yükümlüdür. Biz onların da valisiyiz. Buradaki suya dayalı olarak hayatını sürdüren canlıların da haklarını korumak zorundayız…”


Osmanlı Vakfiyelerinde örneklerini gördüğümüz türden, insan-tabiat ve diğer canlıların uyum içinde paylaştıkları bir dünyanın nasıl ‘korunarak sürdürülmesi’ gerektiğini gösteren ifadeler… XV. yüzyılda Fatih’in “çevre fermanı”nın veya çeşitli hayvanların yaşaması için kurulmuş vakıflara ait vakfiyelerin bugünkü versiyonu mu bu? Sözün de ötesinde ekosisteme böylesine duyarlı bir Vali-Şehir yöneticisine modern zamanlarda da rastlanıyormuş meğer. Şehir yöneticilerimizde olması gereken ‘nostaljik’ değil, ‘rasyonel duyarlılık’ ve bunun imkânlar alemine yansıması…


Gene devam ediyor Ulvi Saran: “Su kullanımıyla ilgili bir yerde tabii düzene müdahale ediyorsanız önce oradaki canlıların hayat haklarını güvence altına almanız lâzım…”


Ekosistemi korumanın kendini “çevreci” nasbedenlere mahsus olmadığına işaret eden Saran, herkesin sorumlu olduğuna ilişkin “çevreyi korumak, çevrecilerin, halkın ya da mülki idare amirinin sorumluluğundan değil. Toplumun geleceğine ve çevreye karşı borcumuz var…”


Risk alan, “boşver, uğraşma, siyasîlerle başımızı derde sokmayalım ” demeyen bir Vali portresi intibaını veren yukarıdaki ifadeler, sıradan ifadeler değil, önemli bir “zihniyet farkı”nı gösteren ifarelerdir. Daha doğrusu günü kurtarmaya çalışan yönetici anlayışıyla yaptığı işin farkında bir zihniyet ayrımı…


Ekolojik şehir ve eko yönetici’ye en çok muhtaç olan şehirlerden birisidir Trabzon. Ancak “herşeye sahtesinin musallat olması” gerçeğinden hareketle “show-gösteri”den ibaret bir eko şehir ve eko yaşam değil ! Temennimiz Trabzon Valisi ve yerel yöneticilerinin de bu idrakte olmaları.

Tercihini “dere ıslahı ve enerji” bahanesiyle “kâr iştahı”nı tatminden değil de eko sistemin sürmesinden yana koyacak iradeye sahip yöneticilerin varlığı son derece önemli…


Sayın Vali’nin ekolojik dengeyi düşündüğü kadar mimarlarımız, şehir plancılarımız, yerel yöneticilerimiz şehirlerini düşünüyorlar mı? Böyle bir ‘şehir tasavvurları’ var mı?

Herhalde yeni nesil şehir yöneticileri her şeyden önce ekoyönetici olmak zorunda…Çünkü şehirlerimiz çevresiyle beraber tüm canlılarıyla ölüme doğru hızla koşuyor…



(Günebakış, 21 Temmuz 2010)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder