Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com
İnsanlar gibi şehirler de geleceklerini bugünden düşünmek, hazırlamak ve kurgulamak zorundalar. Hatta bugünden daha çok yarın kaygısı taşımalılar. İddiası olan şehirlerin yarın kaygısı vardır. Tarihsel arka plânı ne olursa olsun, gününü kuramamış şehirlerin iddiası ve yarın kaygısı yoktur. “Yarın kaygısı” idrak ve sorumluluk sahibi varlık için sözkonusu. Yâni insan için… Ve onun yeryüzündeki görevinde şehir, sorumluluklarını yerine getirme mekânı… Bu mekân da iddia taşımalı, yarın kaygısına sahip olmalı… Daha da ileri gidersek, insan ve şehirlerin “bugünü yaşayabilme”leri yarını idrak ve inşa edebilmeleriyle kaim…
İnsan, çoğu kez bugünü yaşama adına yarınını yok etmeyi göze alabiliyor. Yarınsız bir dünyanın kaosunda kendini tüketiyor. Sadece kendini değil, kendisiyle birlikte şehrini de… İnsan için de şehir için de “yarınsızlık” ne korkunç bir şey… Yarını olmamak, ölü, cansız bir nesne, obje gibi yer işgal etmek.. Yâni var olamamak !
Şehirler de yarınları için kaygılanırlar… Kaygılarını ruhuyla hissettirirken, dilleriyle ifade ederler. Tabii hissedene ve anlayana… Şehrin ruhunu fark edebilmek ve dilini anlayabilmek için de ona yabancılaşmamak, onu objelerin toplamından ibaret bir mekân olarak algılamamak gerekiyor.
Dünün medeniyet şehirleri “yarın”larını hazırlar ve kurarlarken; modern zamanların şehirleri, bugünlerini tükettikleri gibi, yarınlarını da bugünlerinin ‘kullanılabilecek malzemesi’ haline getirmekte yarış halindeler… Yarınsızlıkta yarış…
“Kullanılmış gelecek” deyimi literatürümüze henüz yerleşmiş değil. Tam da şehrin yarınına dair konuşurken imdadımıza yetişen, ifade imkânlarımızı zenginleştiren bir deyim olarak önümüze çıkıyor. Kirletilmiş, tüketilmiş, kullanılmış bir gelecek.. “Kullanılmış yârın!”. Ne korkunç deyim !
İnsan ve şehir ilişkisinde yaşanan tam da bu: Kullanılmış gelecek ! Bugünü yaşama adına yarınını düşünmeme, yok etme iştah ve sadizmi insan ve şehri yârınsız bir nekropole dönüştürüyor.
Kullanılmış gelecek, şehrin bugünü ve yarınının mezbahaya dönmesi demek… Kurbanların sırada beklediği bir mezbaha… Geleceğin masum şehrini şimdiden katletmek…
Avustralya’da Üniversitede görevli Hintli bir bilim adamı olan Prof. S. İnayetullah’ın geçtiğimiz yıl ülkemize geldiğinde verdiği konferansta “kullanılmış gelecek” kavramını ortaya atması bana insan ve şehir bağlamında“şehrin kullanılmış yarını”nı çağrıştırmıştı.
İnayatullah’ın Türkiye için söylediklerini şehrimizi düşünerek dinlediğimizde, önemli şeylerin altını çizmiş oluruz. Şöyle diyor bilim adamı: “..Benim Türkiye ile ilgili korkum başkalarının çoktan terk ettiği teknolojileri ve düşünceleri kendisine adapte etmeye çalışması. Türkiye gibi derin tarihe sahip ülkelerin değişmekte zorlandığını görüyorum. Avustralya’nın Türkiye kadar tarihi yok, orada inovasyona yönelmek daha kolay oluyor. Dubai’ye ve Malezya’ya bakabilirsiniz. Onlar dünyanın en yüksek binalarını yapıyorlar. Ama mimarisine bakacak olursanız aslında çok yüksek bir bina yapmanın gereği bulunmuyor. Dolayısıyla daha çevreci daha ihtiyaca yönelik binalar yapmak gerekiyor. Türkiye gereksiz düşüncelerden uzaklaşmalı.”
İnayetullah, önemli bir tercihi de işaret ediyor: “Tarihin hangi tarafında olmak istediğinizi seçmelisiniz”. Hem seçmek hem de taraf olmak, yer almak…
Masum bir şehirde doğması ve yaşaması gereken insanları, meş’um bir şehre mahkûm etmek istemiyorsak “geleceği kullanılmamış bir şehir” bırakabilmeliyiz !
Şehirlerimizin (Turgut Cansever’in deyimiyle) “yaşanamaz mekanlar” olarak “zorunlu iskan alanı”na dönüştüğü bir dünyada kullanılmamış bir gelecek, tüketilmemiş bir yarın ihtiyacını karşılayabilmek … İnsanın yaşayabilir ve şehrin yaşanılabilir olmasının şartı bu ! Gene Turgut Cansever’in ifadesiyle “insan ölçeğinde şehirler kurmak!”.
Katledilen de bu, ihtiyaç da bu !
(Günebakış, 28 Temmuz 2010)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder