Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com
Son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında ve ardından Birinci Büyük Millet Meclisi’nde Trabzon Mebusu olan ve “İkinci Grup” olarak isimlendirilen muhalif grubun önemli isimlerinden Şehid-i Muazzez Ali Şükrü Bey’in 23 Mart 1923 günü aniden kayboluşu ve bir hafta sonra cesedinin bulunması üzerine, aynı grup içerisinde bulunan Mehmet Akif, Hasan Basri Çantay gibi isimlerin bile Ali Şükrü Bey’den bahsetmekten imtina ettiği bir dönemde sadece Erzurum Meb’usu Hüseyin Avni Bey’in meclisi titretircesine yaptığı konuşma halâ hafızalardadır.
Üstad Necip Fazıl’ın 10 Kasım 1950 tarihli Büyük Doğu’da “İbret, Gayret!” başlığıyla yazdığı yazısında, “İbretle bakın; hakikî muhalefet ve fazilet, bir zamanlar, hakikî zulüm ve istibdada karşı nasıl bağırıyormuş; ne kelimeler kullanıyormuş, sonra niçin ve nasıl tasfiye edilmiş, Cumhuriyetin ilânı ânından itibaren eşsiz zulüm ve istibdat nasıl ve ne tarzda başlamış ve bu ilk örnekler nasıl ve ne şekilde nikbet ve akamete mahkûm edilmiş???..” şeklinde bahsettiği bu ‘büyük olay’ ve sonrasına ait bugün zihinler oldukça berraktır. Yâni olayın gelişimi ve akıbeti bugün meçhul olmaktan çıkmış, ayrıntılarıyla bilinmektedir.
Siyasî tarihimizin önemli cinayetlerinden birisi olan Ali Şükrü Bey’in şehid edilişinin üzerinden 87 yıl geçti. Konu ile ilgili kaynaklar sınırlı olmasına rağmen, bunlar içerisinde çok fazla bilinmeyen hâtıratlardan birisi de İstiklâl Marşı Şairi Mehmed Akif’in oğlu Emin Akif’in hatıratıdır. Bilinmeyen bu hatırat tarihçi Cemal Kutay’ın “Necid Çöllerinde Mehmed Akif” adlı kitabının içerisine sıkıştırılmış, gözlerden uzak tutulmuş ve Cemal Kutay tarafından heder edilmiştir.
Belli konulardaki hassasiyetine yakînen şahit olduğum sevgili kardeşim Araştırmacı-Yazar Yusuf Turan GÜNAYDIN’ın titiz çalışmasıyla Emin Akif’in hâtıratı, önemli bir kaynak metin olarak ortaya çıkarıldı, kitaplaştırıldı ve günümüz okuyucusuna “Kurtuba kitap” yayınları arasında sunuldu.
3 Mart 1925 ile 15 Eylül 1930 tarihleri arasında kaleme alınan mektup şeklindeki hatıratın iki yerinde Emin Akif Ali Şükrü Bey’den bahseder. Birincisi; “İstanbul en hazîn günlerini yaşıyor idi. Müttefikler bu güzel şehri işgal etmişlerdi. Boğaz; İngiliz, Amerikan, İtalyan, Fransız harp gemileriyle dolu iken…” diye başlayan bölümde Mehmed Akif’le birlikte Ali Şükrü Bey, Emin Akif, Kuşçubaşı Eşref, vs. vs.’nin İstanbul’dan Ankara’ya gidişini anlatır.
Diğer bölümde ise “Pek Sevdiği Ali Şükrü Bey’in Kayboluşu Babama Gözyaşları Döktürmüştü” başlığıyla Ali Şükrü Bey’in şehadetini anlatır. Bu bölümü Emin Akif’in kaleminden bazı kısaltmalarla satırlarımıza alıyoruz:
“Yazılarımın başında ismi geçen Trabzon Meb’usu Ali Şükrü Bey, İstanbul’dan Ankara’ya kadar muhtelif vasıtalarla geçtiğimiz her bakımdan tehlikeli yollarda babamın can yoldaşı ve yegâne arkadaşı bu zat birdenbire ortadan kayboldu. O zamanlar Trabzon Meb’usu’nun refikası hanım ve kerimeleri bize komşu denecek bir yerde oturuyorlar. Bizimkiler onlara onlar bizim eve sık sık gelip giderlerdi.
Kocasının bu beklenmedik kayboluşuna hanım efendi pek üzülüyor ve merak ediyordu: Her halde babam da bu hu¬susta bir çok şeyleri hesap ediyor ve şüpheleniyordu. Aradan iki gün, üç gün, bir hafta geçtiği halde Ali Şükrü Bey’den hiç bir malûmat alınamamış, nerede olduğu öğrenilememişti. Halbuki vaziyetler onun Ankara’dan, Meclis’ten böyle haftalarca ayrılmasına hiç müsait değildi. Bu işin içinde yani Ali Şükrü Bey’in kaybının pek mühim ve müphem bir sebebi, düşündürücü, şüphelendirici bir mânası olmalıydı. Babamı o güne kadar o derece mahzun, kederli gördüğüm pek nadirdir. Gözlerinde gizlemeğe çalıştığı yaşlar garip bir şekilde parlıyor. Sesi âzap duyan bir heyecanın titrek nâğmelerini fısıldıyordu.
«Ben ona söylemiştim! Bu adama itimat etme. Ondan kendini sakın ve koru demiştim. Demek ki Allah bana bunları söyletmiş yüreğimde bir hissikablelvuku Ali Şükrü’ye Topal Osman’dan gelecek felâketi bana ilham etmiş, ben de bunu kendisine ifade etmeye uğraşmıştım. Ne yazık ki onu ikna edemedim. Mert çocuk, hemşerilikten, mertlikten, saflıktan bahsediyor, Topal Osman’a güveniyordu. Çok yazık oldu» pek sevdiği arkadaşının esrarengizce öldürülüşü onu çok derinden yaralamış, Meclis’ten soğutmuştu. Korkmuştu diyemeyeceğim babamı çok iyi tanıdım. Hiç bir zaman korkak değildi. Korkunun ihtirazın, tedbirin, mukadderatın önüne geçmeyeceğine öyle kuvvetli bir kanaati vardı ki; daima mütevekkil her zaman Allah’a güvenir ondan gelecek her şeye boyun büker ve sinesine çekerdi...
Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’i, memleketlisi……. çete reisi Topal Osman haddizatında cahil, lâkin muktedir ve cesur, bir reis…… Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey, Topal Osman’ın …. aynı zamanda hemşerisi olmak hasebiyle bu hunhar çetebaşının kurbanı olmuş, Ankara civarındaki ………. Osman’ın avenesi tarafından kahve içerken boynuna sardırılan kemendle boğdurulmuştu. Zavallıyı Ankara açıklarında böyle ıssız bir yere da¬vet etmişler onu gafil avlayarak boğmuşlardı.
Cesedini, paltosu ve elbisesiyle pek derin kazılmayan bir çukura atmışlar; bir-iki gün sonra yağan şiddetli yağmurlar toprağı sürüklemiş, cesed meydana çıkmış, hâdise de anlaşılmıştı.
Ali Şükrü Bey’in sıkı sıkı kapadığı avuçları açılınca: boğulmamak için sarf ettiği gayret ve mukabele esnasında kendisini müdafaa için kullandığı hasır bir iskemlenin hasırları çıkmış. Ankara’da kendisine bütün şehrin iştirak ettiği muazzam bir cenaze merasimi yapılmış, bir top arabasına yerleştirilen tabutunu ay yıldızlı bayrağımız sarmalamıştı…”
Emin Akif’in hatıratındaki Ali Şükrü Bey’le ilgili kısım bu şekilde… Ali Şükrü Bey cinayetini bir de ilk şahitlerden kabul edeceğimiz Emin Akif’in kaleminden okuduğumuzda aynı ürpertici hissiyatımız depreşiyor.
Emin Akif’in kısa hatıratında birçok önemli husus daha var. Hatıratın sonuna Yusuf Turan Günaydın önemli notlar da koymuş. İşte bunlardan birisi: Emin Akif 57 yaşında oldukça çökmüş bir halde, 1966 yılında kendisini ziyarete gelen gazeteci Kenan Akın’a hatıralarını yazdığını ve ismini “Orta Çiftlik” vereceğini söyler. O görüşmede, hatıratından birkaç paragraf da okur. İlginç bir paragraf şöyle: “16 yıl önce… Mayısın 13’ü. Günlerden pazardı. Baba dostları tavassut etmişlerdi. Henüz 40 yaşlarındaydım. Çocukluğum, delikanlılığım 25’ine kadar iyi geçti. Maalesef bunu takip eden yıllar devamlı bir kâbusun korkunç karanlıkları içinde, inkisâr-ı hayâl, hüsran, sıkıntı ve sefaletle doludur…”
Emin Akif’in hatıratı vesilesiyle merhum, mağfur Ali Şükrü Bey’i tekrar rahmetle yâdediyoruz.
(Günebakış, 6 Ekim 2010)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder