9 Kasım 2010 Salı

ŞEHRİ SALONLARDA KONUŞMAK…

Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com

Şehri konuşmak; tarihi, felsefeyi, dili, kültürü, sanatı, folklorü, mimariyi konuşmaktır. Mirası, ve geleceği konuşmaktır. Bir bütün olarak insanı ve varlığı konuşmaktır. Şehir aynı zamanda tarihtir. Şehir felsefedir, şehir dildir, şehir kültürdür, şehir sanattır, şehir folklordür, şehir mimaridir. Şehre nasıl bakarsanız şehir odur. Bütün bunların ötesinde şehir; dünya görüşünün medeniyet tasarımı haline geldiği, bu tasarımın da maddede tecelli ettiği mekândır.

Türkiye Yazarlar Birliği geçtiğimiz hafta sonu Ankara’da “1. Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi” ismiyle 3 gün süren önemli bir faaliyeti gerçekleştirdi. İsmindeki iddiasına uygun düşebilecek bir organizasyonu ‘sınırlı imkanları’na rağmen başarıyla tamamladı. Şehirle doğrudan ilgili 50’ye yakın bilim, sanat ve kültür adamının “şehir idrak”lerini kendi alanlarında ortaya koymalarına zemin hazırladıkları için başta D. Mehmet Doğan ve Türkiye Yazarlar Birliği yöneticilerini tebrik, takdir etmek gerekiyor.

D. Mehmet Doğan’ın kongreyi açış konuşmasında Hacı Bayram-ı Velî Hz.lerinin insanı bir “şehr”e benzeterek iç hakikatiyle anlattığı “Çalabım bir Şâr yaratmış” şiirinin tamamını okuması bile, anlayanlar-hissedebilenler için kongrenin bütününü kuşatacak bir manâ indifasıydı. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanına metaforik serzenişi oldukça anlamlıydı: “Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı, gençlerin ayaklarına verdiği önemi kafalarına verseydi bugün Ankara daha başka olurdu!... Burada kültürel faaliyet değil de, bir spor faaliyeti düzenleseydik, Büyükşehir Belediye başkanı herhalde Ankaragücü formasını giyerek gelirdi…”

Prof. Halil İnalcık’ın “Üç Osmanlı Payitahtı: Edirne, Bursa ve İstanbul” başlıklı konuşması ise kongrenin isabetini başında ortaya koyuyordu.

Ben de kongrenin ikinci gününe “Şehir Medeniyet ve Katliâm” başlığını taşıyan bir bildiri ile katıldım. Ancak programın oldukça yoğun olması nedeniyle ancak 15 dakika ile sınırlı olan konuşmamda, 1930’lu yıllarda İstanbul, Diyarbakır ve Trabzon’da yapılan “şehir soykırımı”na ve bugün TOKİ ve Belediyeler marifetiyle yapılan “şehir katliamları”na başlıklar halinde değinme fırsatı buldum.

Esefle söyleyelim ki, üç gün süren kongrede bir tane Belediye Başkanı, TOKİ yetkilileri ve konuyla doğrudan ilgili hiçbir devlet “yetkili ve sorumlusu” yoktu. Yazarlar Birliği’nin yeni binasının açılışını yapan İçişleri Bakanı’nın “resmî korumaları” hariç tabii (!)… Belediye Başkanları ve TOKİ Başkan ve bürokrasisi davet edilmesine rağmen “kendileriyle ilgili” böyle bir kongreye itibar etmeyişleri yaptıkları işe “ne kadar inandıkları”nın da bir göstergesiydi.

Ben irticalen yaptığım konuşmamda bu hususa vurgu yaparak özellikle “Katliamcı TOKİ” ifadesini ısrarla kullandım, fakat gerekçesini ayrıntılarıyla anlatma imkanım olmadı. “Böyle bir toplantıyı Ankara veya İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ve TOKİ’nin gerçekleştirmesi gerektiği”ne vurgu yaptım. Devamla da “Onların böyle bir derdi olduğunu da zannetmiyorum. Olsaydı bu toplantı bu küçük salonlara sıkıştırılmazdı” cümlesiyle konuşmama başladım.

Büyük Ârif Yunus Emre’nin “Kasdım budur şehre varam Feryad-ü figan koparam” mısra-ı bercestesini eksen alarak hazırladığım konuşmamda “Şehr derdiyle dertlenenler sürekli feryâd etmek, birileri de bu feryada kulak vermek zorundadırlar” ifadesini kullanarak, “Mensubiyet mes’uliyeti doğurur” idrakiyle şehrimize mensup isek, şehrimize ait isek sorumluluklarımızın da yoğunlaşarak ağırlaşması gerektiğinin farkına varmalıyız” dedim.

“Şehir idraki olabilmesi için öncelikle medeniyet idraki olmalıdır ki; şehir inşa edilebilsin. Şehir idraki; aynı zamanda “ben idraki”dir, kimlik idrakidir, varlık idrakidir. Ontolojik idraktir. İnsanın yaşamalar dünyasında yâni masiva dediğimiz fani alemde varlığını ifade edebilmesi ve öte dünya mes’uliyetinin idrakidir. Şehir insanın bu idrak zeminidir. …..İstanbul neyse, Saraybosna neyse Trabzon da O’dur. Bir medeniyetin şehirde nasıl tecessüm ettiğine bu üç şehrin ortak mekanlarında şahit oluyoruz. Aynı iklimin ayrı mekan şartlarında teneffüs edilmesi…”

Konuşmamdan bir not daha: “Şehirde Katliam”da büyük ölçüde günümüz örneklerini mükemmel biçimde sergileyen TOKİ’ye de vurgu yaparak “insanların bir şehirde “yaşanmaya değer hayat”ı yaşamalarına örnek olabilecek mekanlar yapmak yerine, insanı ‘hapseden’, şehre meydan okuyan, adeta maverayla yarışma iddiasındaki TOKİ siteleri tam bir ‘urbisid’ yani şehir soykırımı…”

Modern zamanlarda artık Medinetü-l Fazıla’lar inşa edilemiyor, çünkü Medinetü-l Hükemâlar yok. Çünkü idrak yolları iltihaplı.. Eski deyimle “kaht-ı rical: adam yokluğu” hakim..

Şehirlerde mekânların âhengi yok. Mekanlar birbiriyle muharebe halinde. Şehir, mekânların muhasarası-kuşatması altında.

Türkiye Yazarlar Birliği’nin düzenlediği Kongre’deki oturum başlıklarını okumak bile başlı başına dikkate değer: “Tarih ve Şehir”, “Şehir Tarihi”, “Şehir ve Medeniyet”, “Şehir ve Edebiyat”, “Şehir ve Hayat”, “Şehir Şiirleri”, “Şehir ve İnsan”.

Şehirlerimizin “sahih soy kütüğü”nü güncelleyecek, bugüne taşıyacak, yarınını hazırlayacak “şehir birikim”leri bu tür kongrelerle ve bu kongrelere gösterilecek ilgi ve itibarla kaim. Ancak şehir yöneticilerinin, Belediye Başkanlarının bu manada dertleri olduğunu söylemek çok zor.

Kongredeki konuşmamın sonunda anlattığım bir anekdot ve bir fıkra ile yazımı bitireyim:

Gandi bir konuşmasında diyor ki: “Hint okyanusunun dibinde iki balığın birbiriyle kavga ettiğini görürseniz, bilin ki onda bir İngiliz parmağı vardır.” Biz de diyoruz ki: Şehirlerimizde gördüğümüz tüm kaotik, iğrenç, çirkin görüntüler ile yapı ve mekanlarda mutlaka Belediye Başkanı ve ticarî iştahından başka hiçbir kaygı taşımayan müteahhitlerin parmağı vardır.

Fıkramız “proje bataklığı”na dönen şehirlerimizin Belediye Başkanlarıya ilgili: Temel Belediye Başkanı olmuş. Gazetecilere yaptığı hizmetler ve gelecek dönemdeki projesi ile ilgili beyanat veriyor. Diyor ki: “Programımızı tamamlamak üzere bir beş yıl daha istiyoruz.” Gazeteci: “Peki gelecek dönemdeki programınız nedir?” Temel’in cevabı: “5 yıl daha görevde kalmak!”

(Günebakış, 10 Kasım 2010)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder