Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com
Derler ki; İbrahim b. Ethem sahrada yürürken birisiyle karşılaştı. İbrahim Ethem’e “Mamur ve meskûn yerler nerede?” diye sordu. İbrahim Ethem de cevap olarak mezarlığı işaret etti. Oysa şehirler ‘mamur ve meskûn’ yerler, mezarlıklar ise ‘metruk’ yerler olarak bilinir. Fizikî gerçeklik olarak öyledir de. Peki İbrahim Ethem’in bu cevabı neye işarettir?
Bu işaretteki derin gerçeği modern zaman şehirlerinin ‘katlettiği’ insan göremiyor. Çünkü insanın duyu kaybı o derece ilerledi ki, giderek kendisinin şehirde bir böcek kadar bile ‘yaşama hakkı kalmadığı’nın farkında olamıyor.
İbrahim Ethem’in bu diyaloğunu okuduğumda Üstad Necip Fazıl’ın Karacaahmet şiirini hatırladım. Modern zaman şehirlerinin kaosunda kendini ifadelendiremeyen insana Üstad’ın “göbeğinde yalancı şehrin sahici belde” olarak tanımladığı mezarlık ve sembolü “Karacaahmet” şiiri, İbrahim Ethem’in yukarıdaki hikmetli ‘işaret’ini kemâliyle şerhediyor, yorumluyor, varlık idrakiyle bize sunuyor. Hayatın, ölümün ve ölüm ötesinin ‘mezar’ sembolünde ifade edildiği bu muhteşem şiiri okuyoruz:
“Deryada sonsuzluğu fikretmeye ne zahmet!
Al sana, derya gibi sonsuz Karacaahmet!
Göbeğinde yalancı şehrin, sahici belde;
Ona sor, gidenlerden kalan şey neymiş elde?
Mezar, mezar, zıtların kenetlendiği nokta;
Mezar, mezar, varlığa yol veren geçit, yokta...
Onda sırların sırrı: Bulmak için kaybetmek,
Parmakların saydığı ne varsa hep tüketmek.
Varmak o iklime ki, uğramaz ihtiyarlık;
Ebedi gençliğin taht kurduğu yer, mezarlık.
Ebedi gençlik ölüm, desem kimse inanmaz;
Taş ihtiyarlar, servi çürür, ölüm yıpranmaz.
Karacaahmet bana neler söylüyor, neler!
Diyor ki, viran olmaz tek bucak, viraneler.
Zaman deli gömleği, onu yırtan da ölüm;
Ölümde yekpare an, ne kesiklik, ne bölüm...
Hep olmadan hiç olmaz, hiçin ötesinde hep;
Bu mu dersin, taşlarda donmuş sükûta sebep?
Kavuklu, başörtülü, fesli, başaçık taşlar;
Taşlara yaslanmış da küflü kemikten başlar,
Kum dolu gözleriyle süzüyor insanları;
Süzüyor, sahi diye toprağa basanları.
Onlar ki, her nefeste habersiz öldüğünden,
Gülüp oynamaktalar, gelir gibi düğünden.
Onlar ki, sıfırlarda rakamları bulmuşlar,
Fikirden kurtularak, ölümden kurtulmuşlar.
Söyle Karacaahmet, bu ne acıklı talih!
Taşlarına kapanmış, ağlıyor koca tarih!”
Velîlerin, irfan ehlinin sükûtunun da, cevaplarının da önemli mesajlar taşıdığını bilenler, İbrahim Ethem’in ‘mamur yer’ olarak ‘mezarlığı’ işaret etmesindeki derin manâyı ve Üstad’ın şiirindeki derinliği anlarlar. Yaşama biçimimizde, tarihî kültürümüzde mezarlıklar ‘öte’leri işaret eden muhteşem şehir dekorları olarak yaşayanlarla iç içedir. Modern zamanlarda ölüm, hayatın dışına çıkarılmış, unutturulmuş ‘tek gerçek’ de olsa, mezarlıkların bize aslında ‘ölüm’le birlikte ‘hayat’ı işaret etmesi İbrahim Ethem’in hikmetli cevabında yatar.
Modern zaman şehirlerinde ölüm ‘unutturulmuş gerçeklik’tir. Mezarlıklar ise şehir dışına çıkarılmakla insandan ‘uzaklaştırılmış gerçeklik’ olarak varlığını sürdürüyor. İnsanoğlu adeta ölümle rekabet edercesine yaşadığı şehri ‘ölümsüzlük’ yapılarıyla donatmaya çalışıyor. Modern zaman şehirleri insana faniliğini hatırlatan mesaj vermek yerine, onu ‘yaşamak için savaşmak, rekabet etmek, yok etmek” zorunda olduğu hissini sürekli tahrik eden bir sadizme sürüklüyor. Şehirlerimiz mitolojik mekânlara, insanlar da mitolojik aygıtlara dönüşüyor.
Yüzyılımızda bir düşünce adamı Başkent için “mutsuzluğun inşa edildiği şehir” demiş. İbrahim Ethem’in, şehri değil de mezarlığı “mamur ve meskûn yer” olarak işaret etmesiyle örtüşen bu söz, şehirde ‘huzur bulamayan’ insanın trajedisine de işaret ediyor. İnsan mâlûl olunca şehir mâmur olamıyor.
Belki de şehrimiz Trabzon’da bugünkü Atapark’ın yerinde bulunan İmaret Mezarlığının Cumhuriyetin ilk yıllarında Umumi Müfettiş Tahsin Uzer’in marifetiyle hunharca yok edilmesinde, insanımızın şehirde “ölüm ve ötesi”yle ilişkisini kesmeye yönelik bir operasyon zihniyeti vardır. Şüphe yok!
Yeni cumhuriyetin “zihinsel inşası” için fiilen ‘yokediş’e tarihî şehirlerden ve onların üzerinde bulunan (adeta bir annenin körpe çocuğunu ihtimamla koynunda saklaması gibi) mezarlıklardan başlanması, hatta bu iş için Trabzon İmaret Külliyesi’nin önemli bir ‘infaz yeri’ seçilmesi oldukça manâlıdır ! Yeni şehir inşa edemediler ama kadîm şehrin ruhunu önemli derecede tahrip ettiler !
Bizim mezarlıklarımız “nekropol”ler yâni ölüler şehri değildir. Tam aksine modern zamanlarda nekropole dönen şehirlere karşılık, şekil olarak her türlü ‘ölüm estetiğinden yoksun’ olmalarına rağmen yüzyılımızın tek diri, canlı mekânı ‘metropol’lerdir.
Mamur ve meskûn yer olarak “şehrimizi” işaret edebiliyorsak şehri, hayatı ve ötesi’ni idrak ediyoruz demektir. Aksi halde İbrahim Ethem’in işaretindeki ‘mamur ve meskûn yer’ olarak mezarlıkları göstermek, hatta onlara iltica etmek zorundayız!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder