1 Kasım 2010 Pazartesi

“YAVUZ SULTAN SELÎM DÎVANI”NA DÂİR…

Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com

Trabzon, üç büyük Osmanlı padişahının ‘gözde’si olmuş bir ‘medeniyet şehri’ kimliğiyle Os-manlı dönemi boyunca önemini hissettirmiştir. Bu padişahlar: Fatih, Yavuz ve Kanuni’dir. Özellikle Yavuz ve Kanuni’nin ismi sıkça anılır ancak, sanal söylemlerin ötesine geçmeyen veya isimlerinin rastgele şehir mekânlarına konulmanın dışında veya hamasetin ötesinde bir ‘değer’e konu edilemez. Veya da ‘kifayetsiz muhteris’lerin elinde bu medeniyet bânileri bayağılaştırılır, kendi idrak seviyelerine indirgenir.

Medeniyet şehirlerine ruh kattığı kadar, medeniyet şehirlerinden ruhu beslenen ‘medeniyet bani’lerinin önemlilerinden Yavuz Sultan Selim, “Trabzon” dendiğinde ilk akla gelen isimdir. Trabzon’a çok genç yaşta gelen ve 29 yıl (1481-1510) yöneticilik (Şehzade, Vali) yapan ve ba-basına yazdığı mektupta “Bir kimse ki âl-i Osman’dan yirmi beş yıl sancak tasarruf edüp, gaza ve akın ve a’da-i din ile kıtal ve cidâl etmek üzere ola…” diyerek adeta hayatını özetleyen Yavuz Sultan Selim Osmanlı’nın “klâsik çağ” diye adlandırılan haşmetli dönemini zirveleştiren bir Padişahtır. 29 yıl gibi oldukça uzun bir süre Trabzon’da Annesi Gülbahar Hatun ile birlikte kalan ve Valiliği sırasında iki çocuğu ve annesi burada vefat eden Yavuz Sultan Selim’de Trabzon’un oldukça derin anlamı olsa gerek. Ancak, Yavuz’un Trabzon Valiliği dönemine ait kaynakların son derece sınırlı olması veya bugüne kadar üzerinde herhangi bir çalışma yapılmamış olması, Yavuz’un Trabzon’daki hayatını bütünüyle ortaya çıkaramamıştır.

Yavuzun bir hükümdar olmasının yanında edebiyatımızın en önemli dîvanlarından birisine sahip bulunması, onun şiir ve sanatta da zirve bir şahsiyet olduğunu göstermektedir. Trab-zon’da 29 yıl Vali’lik yapan Yavuz’un Padişah olarak saltanatı sadece 8 yıl sürmüştür. Şiirlerinden birçoğunu şehzadelik döneminde Trabzon’da yazdığını tahmin ettiğimiz Yavuz’un özellikle tarihe ve şiire verdiği önemi Osmanlı kroniklerinden ve divanından biliyoruz. Türkçe ve farsça yazdığı şiirleri bütünüyle “divan” olarak günümüze kadar ulaşmıştır. Celâdetli bir yönetici olduğu kadar, derîn bir şairdir de Yavuz. Bu derinliğe divanının her mısraında şahit oluyo-ruz. Farsça yazdığı divanıyla, “arapça nebilerin, farsça velilerin lisanı” sözünden pay almış bir divan sahibi Yavuz…

Babür Şah hakkında söylenen “şahların şairi, şairlerin şahı” deyiminin en çok örtüşeceği padişahın Yavuz Sultan Selim olduğunu söylemeye gerek var mı? Dedesi Fatih başta olmak üzere Osmanlı hanedanı içinde çok güçlü şair padişahları biliyoruz. Dedesi Fatih’in “Avnî Divanı”, Babası II. Selim’in “Adlî Divanı”, oğlu Kanuni’nin “Muhibbî Divanı” bunların en önemlilerindendir.

Böyle bir Padişah’ın Divanı ne yazıktır ki bugüne kadar tam ve eksiksiz olarak yayınlanama-mıştır. 1890’da (1306) eski harflerle “Eski sekizinci daire-i belediye Mal Müdürü Hüseyin Hüsnü” tarafından eksik bir “Divan-ı Yavuz Sultan Selim” İstanbul’da “Sahip ve naşiri Kitapçı Arakl” künyesiyle “Maarif nezareti celilesinin ruhsatiyle tab olunmuştur” notuyla yayınlan-mıştır.

Daha sonra Prof. Ali Nihat Tarlan tarafından eksiksiz bir şekilde hazırlanan “Yavuz Sultan Selim Divanı” 1946 yılında İstanbul Ahmet Halit Kitabevi tarafından yayınlanmıştır. 305 gazelin yer aldığı Ali Nihat Tarlan’ın bu çalışmada divanın orijinal harflerle metni ve transkribi olmayıp sadece tercümesi yayınlanmıştır. Tarlan’ın bu çalışması tek ve mükemmel metindir.

Gelelim işin trajik ve hazin tarafına…

Yavuz Sultan Selim’in “Divanı”nın kıymeti-değeri maalesef bugüne kadar “yerliler”ce bilinme-se de “yabancı”lar işin farkına varmışlar ve Alman İmparatoru II. Wilhelm tarafından Berlin Devlet Matbaasında 1904 yılında büyük boy mükemmel bir baskısı yapılarak II. Abdulhamid’e hediye edilmiştir.

“Acaba Türk Tarih Kurumu’nda Yavuz Divanı var mı?” düşüncesiyle uğradığım Ankara’daki Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi’nde gördüğüm “Divan” beni şok etti. Her sayfasını tek tek gözden geçirdiğim, sayfalarını çevirirken bile tedirgin olduğum bu Divanın her sayfası tezhiplerle işlenmiş, altın yaldızlı mükemmel bir baskı tekniğiyle 106 yıl önce II. Wilhelm tarafından bastırılıp, üstelik bize hediye edilmesi karşısında başta Devletin ilgili “tarih” ve “dil” kurumları olmak üzere tüm edebiyat-şiir adamları-yayıncılarının yüzleri kızarmayacak mı?

Asıl yüzü kızarması gereken Trabzon değil midir? Niçin? Böylesine bir vebal gerektiren görevi ilk önce üstlenmesi gerekirken bundan habersiz olmak affedilir bir vurdumduymazlık değildir de onun için !

“Kültür ve Sanat” dendiğinde sadece kalabalıkların reflekslerini tatmin edecek “ses ve ışık”lara milyarları sarfeden belediyelere yazıklar olsun !

Özellikle de Trabzon Belediyesi’nin “Yavuz Divanı” diye bir derdi bugüne kadar niçin olmadı? Hayret ediyoruz. Bundan sonra olacağı da şüpheli. Trabzon Valiliği’nin de aynı şekilde… Hele KTÜ’nün ilgili bölümlerinin böyle bir yükü üzerine almaya niyetleri olmadığı ortada…

İdrak yollarındaki iltihapların kronikleştiği bir şehir, kendi banilerinden haberdar olabilir mi, diye sormak herhalde en doğru soru olsa gerek.

Birçoğu gereksiz, kalitesiz, muhtevasız, hiçbir “kültür değeri” taşımayan kitapları basan Trab-zon Valiliği ve Trabzon Belediyesi “YAVUZ DİVANI”nı görmemekte ısrarlı ! Ne hikmetse 1970’li yıllarda Kültür Bakanlığı tarafından Prof. Coşkun AK tarafından hazırlanıp basılan Kanuni Sultan Süleyman’ın “Muhibbi Divanı”, önceki Belediye Yönetimi tarafından kültür bakanlığı nüshasının aynı şekliyle iki cilt olarak yayınlanmıştı. Kötü bir baskı olsa ve yayınlandığından çok kimsenin haberi olmasa da bu ihtiyacı kimler hissetmişse önemli bir işi gerçekleştirmişlerdir.

Trabzon’un tarih-kültür-sanat-dil yönünden zenginliğini ısrarla görmemek bilinçli bir tercih midir, bilemiyorum. Ayrıca, bu ilgisizlik veya ‘yoksaymak’ sadece Yavuz Divanı’yla da sınırlı değil. Trabzon’la ilgili veya Trabzon’lu önemli şahsiyetlerin ortaya koyduğu tarih, kültür, dil ve edebiyat şaheserlerini göremeyenlerin “Yavuz Divanı”nı görmeleri, görseler de önemini kavramaları tabii ki beklenmez.

Bu konuda Trabzon ve Trabzon tarih-kültür-dil-sanat-edebiyat’ını önemseyen yönetici, bü-rokrat, işadamı, akademisyen, vs.’lerin üzerinde çok büyük sorumluluk vardır. Bu sorumluluk yerine getirilene kadar tüm Trabzon’lular vebal altındadır.

Bu hal, vefasızlığı aşmış bir ‘akıl ve idrak tutulması’dır.

Teklifimize geliyoruz:

Öncelikle YAVUZ DİVANI, aslına uygun bir şekilde Türk Tarih Kurumu’ndaki nüsha esas alına-rak tıpkı basım yapılmalı, transkrip edilmeli, Prof. Ali Nihat Tarlan’ın çevirisi de divana eklenmeli. Bu VEBAL Trabzon Valiliği ve Trabzon Belediyesi’nin üzerindedir.

Hatta; Fatih’in “Avnî Divanı”, II. Bayezid’in “Adlî Divanı”, Kanuni’nin “Muhibbî Divanı” ve Ya-vuzun “Selimî Divanı”nın hepsi, bir külliyat halinde Trabzon’a yakışır bir prestij eser olarak yayınlanmalıdır!

Biraz daha ileri gidelim: 2002 yılından bu tarafa “kültür yayınları”na paydos diyen bir Kültür Bakanlığı ile karşı karşıyayız! Bu paydosun, zamanın Kültür Bakanlığı müsteşarı olan, bugünün Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Edebiyat Profesörü Mustafa İSEN’in marifetiyle gerçekleştirildiği söyleniyor.

Kültür Bakanlığı 8 yıldır terk ettiği kültür yayınlarına bir “iade-i itibar” olarak Osmanlı Padişahları’nın divanlarını hazırlayıp basarak yeniden başlasa nasıl olur? Sözümüz “kültür” diye derdi olanlar, kültürden nasibi olanlara…

Sözün burasında, tam da bu yazıyı bitirip kendisine okuduğum mesai arkadaşım Sami’nin anlattığı yaşanmış bir traji komik olayı Kültür Bakanlığımız etkili/yetkililerine hatırlatıyorum:

“Türkiye’den bir bürokrat heyet batı ülkelerinden birisine iş seyahati yapar. Heyet caddelerde dolaşırken büyük bir binanın önünde dururlar. Merak edip binanın önündeki görevliye: “Bu bina ne binası?” diye sorarlar. Görevli: “Deniz Bakanlığı” cevabını verir. Denizle hiçbir bağlantısı olmayan bu ülkede Deniz Bakanlığının bulunmasına bizim bürokratlar hayret ederler ve “Sizin ülkenizin denize sınırı yok ama Deniz Bakanlığınız var, niçin ?” diye sorduklarında, görevli gereken cevabı verir: “Bizim Deniz Bakanlığımız sizin kültür bakanlığınız gibi. Sizde de kültür yok ama Kültür Bakanlığınız var!”

Bir ek cümle: “Kültür yok” ifadesini “kültürünüzden haberiniz yok” anlamında alıyoruz.

Üstad Necip Fazıl’ın;
"Bir gün anlaşılır şiir; Çoğu gitti, azı kaldı.
Ekmek gibi azizleşir, Çoğu gitti, azı kaldı..." mısralarını büyük “Şahların şairi Şairlerin Şâhı” Yavuz Sultan Selim için söylemekte geç mi kaldık?
“Şiirin ekmek gibi azizleştiği” zamanlardan gelen bir geleneğin izini sürememekten büyük azap olabilir mi?

Wilhelm’in bastırıp II. Abdulhamid’e hediye ettiği nüshadan daha mükemmel ve geniş bir Yavuz Divanı hazırlanıp basılana kadar Alman İmparator’u II. Wilhelm’in hayaleti, duyarlılığı Trabzon’un üzerinde bir kabus gibi, bir karabasan gibi duracaktır !

Yavuz’un “Divan”ından aldığımız Gazelden birkaç mısrayı Ali Nihat Tarlan’ın çevirisiyle vererek bitirelim:

109. Gazel’den: “Âşıklığın alameti aşıkın kendine yabancı olmasıdır. Feryâd etmesi, kendinden geçmesi ve divane olmasıdır.”

115. Gazel’den: “Belki aşk belâsından kurtulurum diye sefere çıktım. Bilakis aşkım ziyadeleşti. İlaç olduğu gibi kaldı.”

150. Gazel’den: “Mecnun gibi aşık çoktur ama devran bir tane daha Selim gibi bir aşık yetişti-rirse hayrete şayan bir şey yapmış olur.“

Biz de Yavuz’un dediği gibi şehrimiz için “feryat edip kendimizden geçebiliyor ve divane olabi-liyor”sak akıl ve ruh sağlığımıza kavuşmuşuz demektir !

Son bir not: II. Bayezid’in Divanı oldukça güzel bir giriş, tahlil ve tenkitli metin halinde Trab-zon/Akçaabat doğumlu bir akademisyen olan Doç. Dr. Yavuz BAYRAM tarafından hazırlanıp Amasya Valiliği’nce 2008 ve 2009 yılında iki kez “ADLΔ ismiyle yayınlanmıştır.

(Günebakış, 3 Kasım 2010)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder