Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com
“Enerji açığı” HES’lere meşruiyet kazandırmanın tek gerekçesi olabilir mi? Bâkir vâdilerimizin kirletilmesi bu gerekçeyle izah edilebilir mi? Bu gerekçe, muhteşem vadilerin yeşil örtüsünü yırtarak, doğal organlarının yerine protezler takarak ondan yararlanmak gibi bir şeydir.
HES’lerden elde edilecek elektrik enerjisinin ülkemizin enerji ihtiyacının sadece % 2’sini karşılayacağı bilgisini aktararak ifade edelim ki; tabiatın tahribine gerek olmadan, rüzgar ve güneş enerjisinden yararlanmak için imkan ve potansiyel olmasına rağmen bu yönde niçin çaba gösterilmiyor? Yoksa ülkemizin en bakir, en muhteşem vadilerine, akarsularına musallat olan HES OPERASYONLARI, dünyamızı, çevremizi, atmosferimizi yok etmeyi hedefleyen, insanın “kendi helâkini hazırlayan” bir ceza mı?
Veya insanoğlu işlediği suçtan dolayı, sürekli tepeden aşağı yuvarlanan kayayı tekrar tekrar yukarı taşıma cezası verilen mitolojideki Sisyphos haline mi geliyor?
Kim bilir?
HES’ler ve HES iştahlıları, nerede bir su damlası görürse oraya doğru saldıran bilim-kurgu film yaratıklarını hatırlatıyor. Maslow’un meşhur sözünde olduğu gibi “Elinizde sahip olduğunuz tek şey çekiç ise, her şeyi çivi gibi görmeye başlarsınız.” Trabzon ve Rize başta olmak üzere nerede bir yeşil vadi ve akarsu görse, devletlû müteahhitlerimiz ellerindeki iş makinalarıyla, bu vadi ve akarsuları kendilerinin yaşamaları için “cansuyu” görüyor ve ‘kıyamet alameti’ gibi gürültüler çıkararak hücuma başlıyorlar.
Vadilere üşüşen HES RANTI yeni bir orta ölçekli sermayedarlar gurubunun gelir kapısı mıdır? Baksanıza, Solaklı vadisinde “Kutsal Trabzonspor”(!)’un bile HES İŞLETMESİ var. Onsuz olur mu? İsteyen ihale kovalayacak da, Trabzon’un “mukaddeslerinden” olan Trabzonspor bu ihaleden aslan payını almayacak mı? İlgili Bakanlık ve kurumlar onu da düşünmüşler tabii..
Suya pranga vurup, onu kendi yatağında hareket edemez bir mâhkum-tutuklu haline getirdiniz mi ne kadar da mutlu oluyorsunuz! Ondan kopardıklarınızla ürettiğiniz enerjiyi satarak kazandıklarınızı, kat kat fazlasıyla, gelecek nesillerin geri ödeyeceklerine dair bir endişeniz var mı?
Doğduğum coğrafya olan, kendi köyümün alt kısmında (Visir Deresi’nin Solaklı Deresi’ne karıştığı noktada) da hummalı bir HES inşaatı var. Of’tan Uzungöl (Şerah)’a kadar dere yatağında insanın atardamarını yırtar gibi HES’ler yapılıyor. Solaklı Deresi üzerindeki topoğrafyayı alt üst eden manzaralar gerçekten dehşet verici. Vadi yoluyla içerilere gidenlere de “tablo (!) gibi seyrettiriyorlar. Yılda birkaç kez gittiğim Solaklı Vadisi’ni bilen, oralı birisi olarak söyleyeyim ki: Şu anda vadinin yatağı bütünüyle değiştiriliyor. Tabii ekolojik yapı bozuluyor. İş makinalarının bir “terminatör” gibi daldığı Solaklı Deresi ve vadinin akıbeti ne olur bilmem. Elektrik enerjisi adına, ülkemizin en mükemmel havzalarından birisi bozulmaya, değiştirilmeye değer mi? HES’lerle dere yatağındaki suyun mecrası değiştirilirken, suyun sadece görünen akar tarafı değil, görünmeyen derin tarafıyla toprağı besleyen yapısı da imha ediliyor.
Orman ve Su İşleri Bakanı, -geçtiğimiz haftanın yazısında birkaç sözünü alıntıladığım- Trabzon İl Koordinasyon toplantısında varolan ve gelecek muhtemel tepkilere karşı hazırlıklı olarak şunları da ilave ediyor: “Karadeniz’de ise küresel iklim değişimi sebebiyle gelecekte yağışların yüzde 25 artacağını, anlık yağışların olabileceğini dikkate alırsak, HES’ler aynı zamanda nehri kontrol ettikleri için taşkın koruma için de büyük faydası var. Başlangıçta HES’leri yapan bazı firmalar vahşice çalıştı. Bu fazla değil ama örnek olarak gösterildiler. Bu firmalara gereken cezayı verdik, kapattık, ruhsatlarını iptal ettik. Şu anda firmalar daha çevreci. Bir ağaç keserse 5 ağaç dikmek için gayret ediyorlar.”
Bakan’ın bu sözleri, işi meşrulaştırma türünden, “kerameti kendinden menkul” cümleler. Kendi deyimiyle “vahşice çalışma” ya devam ediliyor. Bakanın bahsettiği firmaların çevreciliği bizim anlayabileceğimiz bir çevrecilik değil. Tıpkı Nasreddin Hoca’nın “minare, tersine çevrilmiş kuyudur” tarifi gibi bir çevrecilik.
Ülkemizde, şehrimizde çok şey değişiyor. Tabiata yapılan her müdahale, doğal yapıya vurulan her kazma çok şeyler götürüyor. Bitki ve hayvan varlığıyla canlı bir hayat yok ediyor. Bilinmeyen bir hayata koridor açıyorsunuz. Artık giden canlılar bir daha geri gelemeyecek, üreyemeyecekler.
İnsanları zorla yurtlarından çıkarmak, kovmak neyse, nehir yatağındaki canlıları kovmak da aynı… Hatta daha vahim. İnsanlar ‘yaşayabilecekleri’ yeni yerler bulabilirler ama yatağından kovduğunuz diğer canlıların yaşaması artık imkânsız.
Devletlûlar “İklim değişikliği”nden, “Atmosferin kirlenmesi”nden, vs. vs. bahsederlerken, bunların sadece ‘zihin konforu’ndan ibaret ‘resmî sempozyum söylemleri’ olduğunu kendileri de biliyor mu acaba? Çünkü, bir taraftan dünyamızın geleceğini tehdit eden şeylere karşı herkesi tedbir almaya çağıracaksınız, diğer taraftan doğal-canlı hayatın hüküm sürdüğü vadilere bir terminatör gibi gireceksiniz!
Karar verici irade, götürülenleri önemsemiyor, getirileri kutsallaştırıyor. Getirilerdeki tek hesap: Ekonomik. Solaklı Vadisi’ndeki HES’leri görünce Orman ve Su Bakanı’nın 3 E’sindeki “emniyet, ekonomi ve estetik” cümlesini de tebessümle hatırlıyoruz. Hangi emniyet, hangi estetik? Emniyet ve estetikten anladıkları Picasso’nun tablolarındaki tabiatı deforme edilmiş varlıklar ise buna sadece gülünür. Sayın Bakan 3 E yerine 3 T dese daha doğru olurdu: “Tahsisat, Tahribat, Trajedi.” Yâni, “para, yıkım ve dram”.
Orman ve Su İşleri Bakanı’nın konuşmasının devamındaki şu sözler ise işin gerçek maksadını netleştiriyor: “Biz enerjide yüzde 74 dışa bağımlıyız. Cari açığımızın tamamı bu enerji ithalatından kaynaklanıyor.” Cari açığı kapatmak için tek çıkar yol; ülkemizin akciğerleri olan Karadeniz vadilerini paramparça etmek! Ne kadar öğünseniz azdır!
Peki doğrusu nasıl olmalıydı? Onu bilemiyorum. Konunun bilirkişisi değilim. (Burada “bilmeyenler konuşuyor” şeklinde, hemen bir menfez açılabilir:) Bildiğim odur ki: siyasilerin ellerini yıkarken gösterdikleri dikkat ve hassasiyeti, tabiata müdahale konusunda göstermedikleridir.
Of’dan Çaykara’ya doğru yol alırken takip ettiğimiz Solaklı deresinin kıvrımlı su yatağına uyarak çağıldayıp akan hali, hep Fuzuli’nin Su Kasidesi’nde söylediği “Başını taştan taşa vurup gezer avare su….” mısrasını hatırlatırdı bana. Ancak bundan sonra Solaklı Deresi “şiir gibi akamayacak! Çünkü bugün, Of’dan karayoluyla Uzungöl’e kadar Solaklı Vadisi’ni takip ederek gittiğinizde rastladığınız trajik manzara şudur: Gövdesi parça parça kesilmiş, cansız bir kadavra şeklinde hareketsiz duran Solaklı Deresi’ni göreceksiniz. “Burada bir zamanlar çağlayarak akan Solaklı Deresi vardı” deseniz kimse inanmayacak!
Tabiat, insana emanet edilmiş en önemli varlıktır. Tabiat, emanete ihanet edenden, kendisini bozanlardan intikam alır. Hem de korkunç bir şekilde. Tsunami örneğinde olduğu gibi. Kıyıları işgal edip, yerleşim yeri haline getirirseniz, nüfusu oralara yığarsanız, tabiat bir gün kendinden alınanın intikamını, bedelini size ödetir.
Bakalım diğer vadilerle birlikte Solaklı Vadisi de kendisini tahrip edenlerden, yatağını, iklimini, kimliğini değiştirenlerden nasıl intikam alacak? Bu intikamın bedelini hangi günahsız, masum nesiller ödeyecek? O zaman HES’lerin hesabını kim soracak? Beledi kim ödeyecek?
Elde edilecek kârların bir gün “kâbus” olarak geri dönmesi ihtimali yok mudur?
Bunlar düşünülüyor mu? Hiç zannetmiyorum. Bu yazdıklarımızı kimileri, büyük ihtimalle (tesadüfen bir ilgili okuyacak olursa) “duygu sömürüsü” olarak niteleyecektir. Kimileri de Çevre bilinci mücadelesi verenlere Brezilya’nın Amazon ormanlarında yeni keşfedilmiş son kabile muamelesi yapacaktır.
Bir şeye taraf olmak kadar muhalif olmanın da meşru bir zemini olabileceğini, insanî tepki verilebileceğini “devletlûlar” düşünebilirler mi acaba?
Yapmaya mezun değilken yaptıklarınızın da bir gün hesabını vereceğinizin idrakinde misiniz?
Bugün Of ve Çaykara’da yaşı 80’in üzerinde olan yaşlılara doğum tarihini sorduğunuzda 1929 yılındaki büyük felâkete gönderme yaparak, “Seller senesinde doğdum” veya “Seller senesinde iki yaşında idim” şeklinde cevaplar verdiklerini görürsünüz. Korkarım ki; yarım yüzyıl sonra aynı soruyu bölge insanına sorduğunuzda “HES’ler senesinde doğdum” veya “HES’ler senesinde beş yaşında idim” şeklinde “trajik” bir tarih düşeceklerdir.
Yaklaşık yetmiş yıldır Solaklı Vadisi’nin köylerinde söylenen şu türkü sanki Solaklı Deresi’nin yaşadığı trajediyi anlatır:
“Dere akayi dere
O da nafile yere
Bağladiler başumi
İstemeduğum yere.”
(Günebakış, 21 Eylül 2011)
duzenliyahya@gmail.com
“Enerji açığı” HES’lere meşruiyet kazandırmanın tek gerekçesi olabilir mi? Bâkir vâdilerimizin kirletilmesi bu gerekçeyle izah edilebilir mi? Bu gerekçe, muhteşem vadilerin yeşil örtüsünü yırtarak, doğal organlarının yerine protezler takarak ondan yararlanmak gibi bir şeydir.
HES’lerden elde edilecek elektrik enerjisinin ülkemizin enerji ihtiyacının sadece % 2’sini karşılayacağı bilgisini aktararak ifade edelim ki; tabiatın tahribine gerek olmadan, rüzgar ve güneş enerjisinden yararlanmak için imkan ve potansiyel olmasına rağmen bu yönde niçin çaba gösterilmiyor? Yoksa ülkemizin en bakir, en muhteşem vadilerine, akarsularına musallat olan HES OPERASYONLARI, dünyamızı, çevremizi, atmosferimizi yok etmeyi hedefleyen, insanın “kendi helâkini hazırlayan” bir ceza mı?
Veya insanoğlu işlediği suçtan dolayı, sürekli tepeden aşağı yuvarlanan kayayı tekrar tekrar yukarı taşıma cezası verilen mitolojideki Sisyphos haline mi geliyor?
Kim bilir?
HES’ler ve HES iştahlıları, nerede bir su damlası görürse oraya doğru saldıran bilim-kurgu film yaratıklarını hatırlatıyor. Maslow’un meşhur sözünde olduğu gibi “Elinizde sahip olduğunuz tek şey çekiç ise, her şeyi çivi gibi görmeye başlarsınız.” Trabzon ve Rize başta olmak üzere nerede bir yeşil vadi ve akarsu görse, devletlû müteahhitlerimiz ellerindeki iş makinalarıyla, bu vadi ve akarsuları kendilerinin yaşamaları için “cansuyu” görüyor ve ‘kıyamet alameti’ gibi gürültüler çıkararak hücuma başlıyorlar.
Vadilere üşüşen HES RANTI yeni bir orta ölçekli sermayedarlar gurubunun gelir kapısı mıdır? Baksanıza, Solaklı vadisinde “Kutsal Trabzonspor”(!)’un bile HES İŞLETMESİ var. Onsuz olur mu? İsteyen ihale kovalayacak da, Trabzon’un “mukaddeslerinden” olan Trabzonspor bu ihaleden aslan payını almayacak mı? İlgili Bakanlık ve kurumlar onu da düşünmüşler tabii..
Suya pranga vurup, onu kendi yatağında hareket edemez bir mâhkum-tutuklu haline getirdiniz mi ne kadar da mutlu oluyorsunuz! Ondan kopardıklarınızla ürettiğiniz enerjiyi satarak kazandıklarınızı, kat kat fazlasıyla, gelecek nesillerin geri ödeyeceklerine dair bir endişeniz var mı?
Doğduğum coğrafya olan, kendi köyümün alt kısmında (Visir Deresi’nin Solaklı Deresi’ne karıştığı noktada) da hummalı bir HES inşaatı var. Of’tan Uzungöl (Şerah)’a kadar dere yatağında insanın atardamarını yırtar gibi HES’ler yapılıyor. Solaklı Deresi üzerindeki topoğrafyayı alt üst eden manzaralar gerçekten dehşet verici. Vadi yoluyla içerilere gidenlere de “tablo (!) gibi seyrettiriyorlar. Yılda birkaç kez gittiğim Solaklı Vadisi’ni bilen, oralı birisi olarak söyleyeyim ki: Şu anda vadinin yatağı bütünüyle değiştiriliyor. Tabii ekolojik yapı bozuluyor. İş makinalarının bir “terminatör” gibi daldığı Solaklı Deresi ve vadinin akıbeti ne olur bilmem. Elektrik enerjisi adına, ülkemizin en mükemmel havzalarından birisi bozulmaya, değiştirilmeye değer mi? HES’lerle dere yatağındaki suyun mecrası değiştirilirken, suyun sadece görünen akar tarafı değil, görünmeyen derin tarafıyla toprağı besleyen yapısı da imha ediliyor.
Orman ve Su İşleri Bakanı, -geçtiğimiz haftanın yazısında birkaç sözünü alıntıladığım- Trabzon İl Koordinasyon toplantısında varolan ve gelecek muhtemel tepkilere karşı hazırlıklı olarak şunları da ilave ediyor: “Karadeniz’de ise küresel iklim değişimi sebebiyle gelecekte yağışların yüzde 25 artacağını, anlık yağışların olabileceğini dikkate alırsak, HES’ler aynı zamanda nehri kontrol ettikleri için taşkın koruma için de büyük faydası var. Başlangıçta HES’leri yapan bazı firmalar vahşice çalıştı. Bu fazla değil ama örnek olarak gösterildiler. Bu firmalara gereken cezayı verdik, kapattık, ruhsatlarını iptal ettik. Şu anda firmalar daha çevreci. Bir ağaç keserse 5 ağaç dikmek için gayret ediyorlar.”
Bakan’ın bu sözleri, işi meşrulaştırma türünden, “kerameti kendinden menkul” cümleler. Kendi deyimiyle “vahşice çalışma” ya devam ediliyor. Bakanın bahsettiği firmaların çevreciliği bizim anlayabileceğimiz bir çevrecilik değil. Tıpkı Nasreddin Hoca’nın “minare, tersine çevrilmiş kuyudur” tarifi gibi bir çevrecilik.
Ülkemizde, şehrimizde çok şey değişiyor. Tabiata yapılan her müdahale, doğal yapıya vurulan her kazma çok şeyler götürüyor. Bitki ve hayvan varlığıyla canlı bir hayat yok ediyor. Bilinmeyen bir hayata koridor açıyorsunuz. Artık giden canlılar bir daha geri gelemeyecek, üreyemeyecekler.
İnsanları zorla yurtlarından çıkarmak, kovmak neyse, nehir yatağındaki canlıları kovmak da aynı… Hatta daha vahim. İnsanlar ‘yaşayabilecekleri’ yeni yerler bulabilirler ama yatağından kovduğunuz diğer canlıların yaşaması artık imkânsız.
Devletlûlar “İklim değişikliği”nden, “Atmosferin kirlenmesi”nden, vs. vs. bahsederlerken, bunların sadece ‘zihin konforu’ndan ibaret ‘resmî sempozyum söylemleri’ olduğunu kendileri de biliyor mu acaba? Çünkü, bir taraftan dünyamızın geleceğini tehdit eden şeylere karşı herkesi tedbir almaya çağıracaksınız, diğer taraftan doğal-canlı hayatın hüküm sürdüğü vadilere bir terminatör gibi gireceksiniz!
Karar verici irade, götürülenleri önemsemiyor, getirileri kutsallaştırıyor. Getirilerdeki tek hesap: Ekonomik. Solaklı Vadisi’ndeki HES’leri görünce Orman ve Su Bakanı’nın 3 E’sindeki “emniyet, ekonomi ve estetik” cümlesini de tebessümle hatırlıyoruz. Hangi emniyet, hangi estetik? Emniyet ve estetikten anladıkları Picasso’nun tablolarındaki tabiatı deforme edilmiş varlıklar ise buna sadece gülünür. Sayın Bakan 3 E yerine 3 T dese daha doğru olurdu: “Tahsisat, Tahribat, Trajedi.” Yâni, “para, yıkım ve dram”.
Orman ve Su İşleri Bakanı’nın konuşmasının devamındaki şu sözler ise işin gerçek maksadını netleştiriyor: “Biz enerjide yüzde 74 dışa bağımlıyız. Cari açığımızın tamamı bu enerji ithalatından kaynaklanıyor.” Cari açığı kapatmak için tek çıkar yol; ülkemizin akciğerleri olan Karadeniz vadilerini paramparça etmek! Ne kadar öğünseniz azdır!
Peki doğrusu nasıl olmalıydı? Onu bilemiyorum. Konunun bilirkişisi değilim. (Burada “bilmeyenler konuşuyor” şeklinde, hemen bir menfez açılabilir:) Bildiğim odur ki: siyasilerin ellerini yıkarken gösterdikleri dikkat ve hassasiyeti, tabiata müdahale konusunda göstermedikleridir.
Of’dan Çaykara’ya doğru yol alırken takip ettiğimiz Solaklı deresinin kıvrımlı su yatağına uyarak çağıldayıp akan hali, hep Fuzuli’nin Su Kasidesi’nde söylediği “Başını taştan taşa vurup gezer avare su….” mısrasını hatırlatırdı bana. Ancak bundan sonra Solaklı Deresi “şiir gibi akamayacak! Çünkü bugün, Of’dan karayoluyla Uzungöl’e kadar Solaklı Vadisi’ni takip ederek gittiğinizde rastladığınız trajik manzara şudur: Gövdesi parça parça kesilmiş, cansız bir kadavra şeklinde hareketsiz duran Solaklı Deresi’ni göreceksiniz. “Burada bir zamanlar çağlayarak akan Solaklı Deresi vardı” deseniz kimse inanmayacak!
Tabiat, insana emanet edilmiş en önemli varlıktır. Tabiat, emanete ihanet edenden, kendisini bozanlardan intikam alır. Hem de korkunç bir şekilde. Tsunami örneğinde olduğu gibi. Kıyıları işgal edip, yerleşim yeri haline getirirseniz, nüfusu oralara yığarsanız, tabiat bir gün kendinden alınanın intikamını, bedelini size ödetir.
Bakalım diğer vadilerle birlikte Solaklı Vadisi de kendisini tahrip edenlerden, yatağını, iklimini, kimliğini değiştirenlerden nasıl intikam alacak? Bu intikamın bedelini hangi günahsız, masum nesiller ödeyecek? O zaman HES’lerin hesabını kim soracak? Beledi kim ödeyecek?
Elde edilecek kârların bir gün “kâbus” olarak geri dönmesi ihtimali yok mudur?
Bunlar düşünülüyor mu? Hiç zannetmiyorum. Bu yazdıklarımızı kimileri, büyük ihtimalle (tesadüfen bir ilgili okuyacak olursa) “duygu sömürüsü” olarak niteleyecektir. Kimileri de Çevre bilinci mücadelesi verenlere Brezilya’nın Amazon ormanlarında yeni keşfedilmiş son kabile muamelesi yapacaktır.
Bir şeye taraf olmak kadar muhalif olmanın da meşru bir zemini olabileceğini, insanî tepki verilebileceğini “devletlûlar” düşünebilirler mi acaba?
Yapmaya mezun değilken yaptıklarınızın da bir gün hesabını vereceğinizin idrakinde misiniz?
Bugün Of ve Çaykara’da yaşı 80’in üzerinde olan yaşlılara doğum tarihini sorduğunuzda 1929 yılındaki büyük felâkete gönderme yaparak, “Seller senesinde doğdum” veya “Seller senesinde iki yaşında idim” şeklinde cevaplar verdiklerini görürsünüz. Korkarım ki; yarım yüzyıl sonra aynı soruyu bölge insanına sorduğunuzda “HES’ler senesinde doğdum” veya “HES’ler senesinde beş yaşında idim” şeklinde “trajik” bir tarih düşeceklerdir.
Yaklaşık yetmiş yıldır Solaklı Vadisi’nin köylerinde söylenen şu türkü sanki Solaklı Deresi’nin yaşadığı trajediyi anlatır:
“Dere akayi dere
O da nafile yere
Bağladiler başumi
İstemeduğum yere.”
(Günebakış, 21 Eylül 2011)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder