27 Eylül 2011 Salı

VEHİMDEN AİDİYETE ŞEHİR...

Yahya DÜZENLİ

duzenliyahya@gmail.com


Yahya Kemal “Aziz İstanbul”da “Bir iklimin manzarası, mimarisi ve halkı arasında halis ve tam bir ahenk varsa orada gözlere halis bir vatan tablosu görünür. İklimden anlayan gerçek ve hassas bir sanatkâr, İstanbul’un eski semtlerinden herhangi birini, meselâ Koca Mustâpaşa semtini, yahut Eyüb’ü yâhut Üsküdar’ı, yahut da Boğaziçi’nin henüz mülkî hüviyetini muhafaza eden herhangi bir köyünü seyredince kat’i bir hüküm vererek der ki; “Bu halk bu iklimde ezelden beri sâkindir ve bu iklime bu mimarîden ve bu halktan başka unsurlar yaraşmaz.”

Devam eder Yahya Kemal: “Vatan toprağı her hissedene bu vehmi veren topraktır.”

Bir vefat vesilesiyle geçen hafta ani olarak Ankara’dan gittiğim Trabzon’a yaklaştığımda, şehrin çirkinleştirilmiş beton siluetinin arkasında ısrarla bizi kendine çeken, aslî hüviyetiyle bize bakan şehri tıpkı Yahya Kemal’in satırlarındaki İstanbul gibi hissettim ve aklıma yukarıdaki cümleler geldi.

Kendisine aidiyetin ‘ne olması gerektiği’ni insana vehmettiren şehir, insanı içine çeken, vehmin bilince taşındığı ve insanın “ben buraya aidim” diyebildiği şehir, ‘yaşanmaya değer hayat’a insanı davet eden şehirdir.

Çocukluğumuzun büyük kısmının geçtiği Amasya’daki hayatımı düşündüğümde, Trabzon bizim için ‘şehirlerden bir şehir’ değil, “memleket”ti. Hayatınızın tamamı ondan ayrı da geçse orası tartışmasız “memleket”ti. Memleket, etimolojide ‘mülk’ten türeme olarak ‘sahip olunan’ anlamına geliyor. Nerede olursanız olun, kendinizi ona ‘sahip’ hissettiğiniz, fizikî ‘mülk’ün ötesinde bir önem taşıyan yerdir memleket.

Dil ailesinde Vatan ile Memleket arasında doğrudan bulunan akrabalık en derin anlamını Trabzon dil havzasında bulur. “Vatan” kelimesinin özel bir anlamı var. Vatan, Trabzon insanı için hamasetin ötesinde bir anlam yükü taşır. “Vatan etmek” bir kavram olarak hayatın bir parçasıdır. “Vatan etmek”, toprağı ıslah etmek, terbiye etmek, mamur etmektir.

Yahya Kemal’in “iklimden anlayan” dediği insan gözüyle şehrimizin semtlerine, mahallelerine bakabiliyor muyuz? Bakabiliyorsak içinde yaşadığımız şehirde her karış toprak bize “şehir vehmi” veriyor!

Üstad Necip Fazıl’ın “Ölüm güzel şey” dediği, ölümü bile güzelleştiren, ölüm ötesinden sırlar, işaretler taşıyan “taç şehirler”e nisbetle hayatı çirkinleştiren “harabeler”de hayat süren bizler, herhalde “şehir vehmi”ni bize hissettirecek şehirlerin hasretiyle fâni hayata veda edeceğiz.

Gene Yahya Kemal’in “halkın iklimle imtizacı” dediği şehir ruhunu kaybettiğimiz modern zamanlarda, Dersaadet İstanbul’un ‘medeniyet bestesi’ni yüzyıllar boyu kuzey doğuda terennüm ve temsil eden Trabzon’un “ruhunu teslim etmemek” için son çırpınışlarını ruhsuzca seyrediyoruz. Şehrin çırpınışlarını ‘hayat belirtisi’ zannediyoruz.

Şehrimizin varlığını stadyuma mahkûm eden,

Şehrimizin sesini “stadyum nâraları”na mecbur eden,

Şehrimizin mekânlarını “beton sütunlar”la maktul eden,

bir zihniyetin hüküm sürdüğü şehrin mazisi ne olursa olsun, hâli ve akıbetinden endişe duyuyoruz.

Şehirden çıkarak köyümüzün içlerine doğru yol aldığımızda… “Henüz mülkî hüviyetini muhafaza eden herhangi bir köyü seyredince…” diyen Yahya Kemal’in objektifiyle kendi köyümü seyrettiğimde oranın da ‘hüviyetini kaybettiği’ni, bu hale sadece coğrafyanın direndiğini, ancak coğrafyanın da kendisine adeta hücum eden insan ordusuyla nasıl başa çıkabileceğini bilemiyorum.

Kısa bir şehir yazısına ‘aidiyet’le başlayıp ‘endişe’ ile bitirmek ne kadar hüzün verici.

Yazımızı Yahya Kemal’in İstanbul’a duyduğu “aşk”ı şehrimize uyarlayarak bitirelim:

“Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü'yâda

Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.”

Şehrinize bakın ! Öyle mi dersiniz?

(Günebakış, 28 Eylül 2011)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder