Yahya DÜZENLİ
duzenliyahya@gmail.com
Modern zamanlar “yeni yaşama biçimleri” icad ettiği kadar “yeni tümör biçimleri” de icad ediyor… Hayata dair, kültüre-sanata, eşya ve olaya, şehre ilişkin tümörler… Modern zaman şartlarının organik ürünü olan bu tümörlere müdahale etseniz de etmeseniz de sonuç değişmiyor. Etmezseniz “urlaşma” büyüyor-çoğalıyor. Ederseniz ölüme doğru hızl artıyor.. Sonuç: Yeni fakat “insana dair olmayan” bir yaşama biçimi…
Yüzyılımızın büyük düşünürlerinden Heidegger, modernizmle ilgili yazılarından birisinde “modernlik varoluşa saldırıdır!” der. Modernliğin üreticisi de tüketicisi de olan insan, modernizm adına üretip tükettikleriyle varoluşa saldırmıyor, varoluşunu yok ediyor. Böylece ürettiği yeni varoluş biçimleriyle tıpkı mitolojideki “Sisyphos efsanesi” gibi sonu gelmeyen bir cezayla kendisini cezalandırıyor.
Modernite insanın eşyayı ve olayı anlama, kavrama ve kuşatma şeklini bütünüyle allak bullak etti, kaotik-ölçüsüz bir algılama biçimi getirdi.
Modern zaman şehirleri de insanın varoluşunu yok ettiği ceza türlerinden… Kendisini tutsak edeceği hapishaneyi “şehir” adıyla inşa ederken ortaya çıkacak yapının/yapıların/bütünün “şehir” adını vereceği “hapishane labirenti” olduğunu bilse de artık kaçınılmaz olarak girdiği yol onu böyle bir akıbete götürecektir.
İnsanın farklı yaşama biçimlerine göre inşa ettiği modern şehrin her bir objesi şehri kısa sürede bitirip yok edecek “tümör” haline gelmiştir. Modern zaman şehirleri bu tümörlerle bir süre daha yaşayan ve sonunda ‘ölümü beklenen’ bir hasta olarak inşa ediliyor…
Modern zamanların “şehir tümörleri”nin farkına varabilen “tabip”ler de yok! Şehir yöneticileri, bir an önce şehrin ölümünü hazırlayan “tümör üreticileri”… Üstelik ürettikleri her tümörü şehrin sağlığı ve geleceği adına üretiyorlar (!)
Şehir tümörleriyle birlikte bir süre daha radyoterapi ve kemoterapiye tahammül edemeyecek derecede yorgun, bitkin ve ölümünü bekliyor…
Şehrimizin neredeyse bütün organları tümörden ibaret.. Yâni kanserli… Uygulanan tedavilerin hiçbirisi ona yeniden hayatiyet kazandırmıyor, daha da kötüleştiriyor..
Her tarafını tümörler sarmış modern zaman şehirlerini uzaklarda aramaya gerek yok… Etrafımıza bakalım yeter… Ancak “görebilmek” ve “hissedebilmek” kaydıyla…
Bizim “tümör” gördüklerimiz, şehir yöneticileri ve ‘ekalliyette’ olan bir kısım şehir “ekabirleri” için yeni bir “varoluş biçimi”dir.
Çok mu karamsarız? Kaotik ve kasvetli bir şehir tablosu mu çiziyoruz?
Yaşadığımız şehre bakalım… Hangi tümörleri görebiliyoruz?
Başta bütün bir şehirleşme tarzı.. Yâni göğe doğru hızla yükselen, yeryüzüyle beraber ufkumuzu da istilâ eden yerleşim biçimi. Yâni toplu yerleşim siteleri, TOKİ hayalet ve harabeleri.. Apartmanlar…
Başka?
Modern zamanların “mabed”i stadyum… Ve bütün bir şehir halkının kendini uzak tutması gerekirken adeta ‘bulaşıcı bir hastalık’ yayan arenası…
Başka?
Haz ve tüketim cinnetinin yaşandığı AVM’ler… Alış-veriş merkezleri…
Başka?
Dünyanın neresinde olursa olsun, yeni keşfedilen bir tümör bile karşılığını hemen bizde buluyorsa, demek ki bütün tümörler için cazibe noktası haline gelmişizdir.
Bakalım şehrimiz daha nice tümörlere kucak açacak…
Bu modern zaman tümörleriyle yaşamaya şartlandırılmış şehir halkı, ölmekte olan kanserli hastaya verilen ‘morfin’in tesiriyle hastalığının farkında olamıyor…
Modern zamanların en anlamlı ve önemli yerleri olan bu “tümör merkezleri”ne karşı alternatifler üretilmiyor değil. Üretilenler daha büyük tümörler… Okyanusu andıran toplu mezarlıklar şeklinde gökdelenlerden oluşan devasa siteler, dev spor kompleksleri, insanların içerisinde kendilerini böcek gibi hissedecekleri korkunç alış-veriş merkezleri…
Trabzon da diğer şehirlerle bu konuda yarışmayı aşmış bir cinnet koşusunda…
Start çoktan verilmiş… Hızla finale doğru koşuluyor…
Öyle bir koşu ki; kazananı ölümle, kaybedeni belki de ‘hayat’la mükafatlandırılacak bir koşu…
Eski hikmet adamlarının “mânalar şehri” diye nitelendirdikleri insan, modern zaman şehirlerinde/şehrimizde “marazlar şehri” haline gelmiş durumda. Yâni tümörler her tarafını sarmış…
Muhakkiklerden birisinin hikmetli bir sözünü hatırlıyoruz:
“O, mülküne kanaat etmedi. Acizliğini bilmeyip tekebbür etti. Haddini o kadar tecavüz etti ki sonunda cezaya müstahak oldu.”
Her yerini tümörler sarması yetmiyormuşçasına, “kentsel dönüşüm”, “marka kent”, “olimpiyatlar kenti”, “futbol ve sanatçı kenti” tekerlemeleriyle tümörlerini kabartmaktan yâni urlarını daha da urlaştırmaktan başka bir şey yapamayan, bu söylemlerle ‘kendinden kaçmaya’ çabalayan, komplekslerini aşamayan bir şehirde insanın bizatihi maddesi de ruhu da “tümör”leşmeye doğru gidiyor.
Tümör ki; verdiği acıyla şehri, varlığı, mekânı, dünyayı, zamanı, öteyi unutturuyor. İdraki iptal ediyor.
Dua edelim de şehrimiz bu tümörlerden ve yeni tümörlerin istilâsından kurtulsun.
Görecek gözlere, işitecek kulaklara, kavrayacak idrake ve hissedecek kalbe sahip olanlar için şehrimizden çıkarılacak çok “ders” vardır.
Sözü Üstad Necip Fazıl’ın mısralarıyla bitirelim:
“Onlar ki her nefeste habersiz öldüğünden;
Gülüp oynamaktalar gelir gibi düğünden!”
Kurban bayramının son gününde şehrimizin “nelere kurban edildiğine” bir de bu gözle bakalım istedik…
(Günebakış, 9 Kasım 2011)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder