Yahya Düzenli
Rahmetli muhakkik mimar Turgut Cansever’in
vefatından üç yıl önce verdiği ve bugüne kadar yayınlanmamış bir konferansı
vefatından sonra broşür halinde basıldı. Sadece ismi bile mimarlarımıza, şehir
plancılarımıza, şehir yöneticilerimize çok şeyler anlatacak nitelikte… Şehir,
insan ve mimariyle doğrudan veya dolaylı, ilgili herkese sorumluluklarını ihtar
edecek şekilde müthiş bir konu ve başlık: “Ahiretin
sorumluluğunu taşımak ve dünyayı güzelleştirmek üzerine”. Konferans
klasik bir metin niteliğinde…
Söz konusu konferans, insanın, varlığın, dünya ve ahiretin
ontolojik anlamını derinliklerden çekerek karşımıza getiren bir sadelikte,
orijinallikte. Konferansın yayınlanmış metninden yapacağımız iktibaslar, şehir
yöneticilerinin, mimarların, özellikle de şehirle ilgili karar verici olanların
nasıl bir vebal ve sorumluluk altında olduklarına işaret ediyor. Tabii “ahiret sorumluluğu taşıma”yı sadece bilgi
düzeyinde zihnî bir olgu kabul etmeyenler için…
Bu klasik metin niteliğindeki konferans, bugünlerde
tüm ülkede “kentsel dönüşüm” denilen netameli operasyonu başlatacak olanlara
belki bir şeyler söyler, diye düşünüyorum. Onlara söylemese de konuya duyarlı olanlar için çok
şeyler ifade edeceğini zannediyorum.
Bütün insanlığın “dünya” adı verilen geçici mekân ve
zaman diliminde yaptıklarının “ahiret sorumluluğu” ile ilgili olduğuna dair Cansever’in
tespit ve uyarıları, şehir ve mimarlıkta bugüne kadar üzerinde hiç durulmamış
nitelikte.
Bu “klasik metin”den kesitler seçerek Cansever’i
dinliyoruz: “Önemi neredeyse toplumda kaybolmuş bir kelimeden hareket ederek
bir şeyler söylemek istiyorum."Ahiret" kelimesi, beni çocukluğumdan
beri çevremde öldükten sonra gidilecek yer ile orada karşılaşılacak meselelerle
ilgili, cennete yahut cehenneme gitmek gibi, cezalandırmak yahut
mükâfatlandırmak gibi bağlamlarda konuşulurdu. Yani bu dünyayla alakası olmayan
bir olaylar alanına aitmiş gibi. Bana öyle geliyor ki ahiretin yaygın bir
şekilde uzak gelecek ile ilgili olarak tanımlanması, toplumumuzun ciddi bir
şekilde sorunları çözememe, anlamama ve önemseyememe gibi bir eksikliğinin
sebebi olmuştur. “
Cansever, söz konusu konferansta, ahiret
sorumluluğunun kâmil anlamda nasıl bir dünya tasarımı gerektirdiğine dair
olarak da çarpıcı tespitlerde bulunuyor:
“Aslında
"ahiret", "ahir" kelimesi, içinde bulunduğumuz andan hemen
sonrası demek. Ben mimarım. Mimariyi yapmak, Türkiye'deki şartlarda çok zor;
çünkü şehirler, mimariyi yapmaya imkân vermeyecek tarzda gayet düzensiz bir
şekilde oluşuyor. Bu şehirlerin düzenli yahut güzel gelişmesi nasıl sağlanır?
Bu soru, benim bundan 30-40 sene evvel meselem haline geldi ve şehir
planlamasıyla meşgul olmaya başladım. Planlama; bugün, yarın için ne yapılması
lazım geldiğine dair bir tasavvur geliştirme çabası... Tabii toplumumuzda ne
zaman şehrin geleceğinden bahsetsem; herkes bana, ‘Sen onu bırak, bugünü
söyle.’ diyordu. Hâlbuki bu toplum, hep gelecek için, ahiret için yetiştirilmiş
bir toplum... Bütün dindarlar, ahiret korkusu ile yetiştirilmişler; ama onların
korktuğu ahiret, yani sonrası çok uzakta. O, çok uzakta olduğu için korkusu da
az oluyor. Ama kelimenin kendisi, hemen yaşadığımızdan sonraki demek. Doğrusu,
ahir kelimesini doğru şekilde anladığımız zaman dünyaya bakış tarzımızın
değişeceğini sanıyorum. Ahiret korkusu dediği zaman dinimiz, bize, "Onunla
yüklü olunuz!" diyor. Bu korku, aynı zamanda geleceğe karşı bir sorumluluk
bilincinin de temelini teşkil ediyor.”
Bir
mimarın mimarisini temellendirmede nasıl bir ontolojik sorumluluk taşıdığına
cumhuriyet döneminde “ilk örnek” olan Cansever’i okumaya devam ediyoruz:
“Ahiret
eğer korku verici bir şeyse; beraberinde korkuyu aşacak, korkuya sebep olacak
gelişmeyi, olumsuz gelişmeyi düzeltecek bir iradeyi, bir bilinci de gerekli
kılıyor. Bu da insanı, ahiret bilinciyle beraber geleceğin sorumlusu olan
varlık haline dönüştürüyor. İnsanı dünyayı güzelleştirmekle mükellef, yükümlü
varlık haline dönüştürüyor. Ahiret kelimesinin anlamının kaybedilmiş olması,
toplumumuzda hakikaten toplumla bütünleşmiş bir gelecek çabasının; planlama,
şehir, yani binaların inşası ile ilgili meseleleri arka plana, gündemin dışına
iten, daha ziyade güncel olan içerisinde yaşamaya kapıları açan bir tavrı hâkim
kılıyor. Bu tabii ki, çok korkunç bir şey...”
Cansever adeta başka bir galaksiden sesleniyor gibi. Çünkü her
alanda olduğu gibi mimari köklerini de tarihîliğinden, geleneğinden koparmış
bir toplumun mimarlarına, şehir yöneticilerine, siyasîlerine bu satırlar
“anlamadıkları bir dil” olarak görünecektir.
Şehir ve Mimariye ilişkin “Dil ve Dünya Görüşü”nün nasıl bir
tarihsel temele istinad etmesi, oturması gerektiğine vurgu yapan Cansever’e kulak
vermemek, gerçekte bu sesi algılayacak idrake sahip olmamak demektir. Nitekim
de öyle olmuştur ve oluyor.
Dünya tasarımının bir muhakkik mimarın diliyle nasıl bir “idrak”
istediği anlaşılmadıkça, şehirlerimiz “yaşanamaz” olma niteliğini
sürdürecektir. Çünkü insanın yaşamalar dünyasına ilişkin eylemlerini belirleyen
“ahiret sorumluluğu”dur. Ahirete inanıp da böyle bir sorumluğun gereğini yerine
getirmemek “din ayrı dünya ayrı” saçmalığına inanmadığı halde bu saçmalığı
hayatında yaşatmaktan başka ne olabilir ki!
“Dinin
dünya tasarımı”nda şehir ve mimarinin ‘olması gereken yeri’ni hakkiyle işaret
eden Cansever’i kim okur, kim anlar?.. Dilini unutmuş, dünya görüşünü
oluşturmamış, tarih ve gelenek diye bir kaygısı kalmamış bir toplumda
Cansever’in açtığı “idrak kanalı” fark edilebilir mi?
Tarih ve zamanın toplumların önüne çıkardığı imkan ve fırsatları
heba etmenin, tarihe, varlığa, idrake karşı işlenmiş bir cinayet olduğunu
anlayabilenler, Cansever’in yukarıdaki cümleleri üzerinde düşünmelidir.
Özellikle ve öncelikle de ülkemizin ve şehirlerimizin kaderini
büyük ölçüde belirleyen/belirleyecek olan siyasîlerin ve “Şehircilik Bakanlığı”nın
bugüne kadar görmediği, kulak vermediği, anlamadığı Cansever acaba bir şeyler
söyleyebilir mi?
Bu müthiş hissizlik ve idraksizlik arsasında Cansever’in bina inşa
etmesi mümkün görünmüyor… Belki zihin ıslahından sonra böyle bir inşaya yol
açılabilir… Kim bilir…
Bu hayatî metni okumaya devam edeceğiz…
(NOT: Cansever, söz konusu konferansı 29.4.2006 tarihinde İlmi
Etüdler Derneği’nde vermiştir.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder